YOLCULUK
Osman Said DEMİRYILMAZ
Şehirlerarası terminalin son kalkan otobüsünde, pencereye yaslanmış bir damla gözyaşı aramıştı genç adam… Pencereden baktığı babası, ilk kez ağlıyordu. Ama saklamıştı gözyaşlarını, “gitme” demişti… “Ben sana buralarda bir iş bulurum nasılsa…” dinlemedi genç adam! Şimdi otobüsün penceresinden bakarken fark etmişti babasının arkasını dönerek sildiği gözyaşlarını… O da birkaç damla gözyaşı dökebilmeyi istedi ama olmadı. İstenince olmuyordu bu gözyaşı denen duygu zerreleri… Ağlayamamıştı. Nedendi, nereye gidiyordu, niçin geride bırakmıştı sevdiği insanları? Bilmiyordu. Bildiği tek şey içindeki eğitim aşkıyla gönüllü oluşundaki kararlılık ve gözlerinde bir çift parıltı görmek istediği küçük masum çehrelerdi…
Evet. Gidiyordu genç adam… Kendini bağımsız sanan birkaç çapulcunun söylemlerine katılmadan, ülkesinin bir diğer coğrafyasına… Orası da memleketti, biraz uzak olsa da; orada da eğitim bekleyen masum kalpli, güzel yüzlü çocuklar vardı. Gitmeliydi. Durmadı yazdı; adını ilk defa duyduğu köyün okulunu tercihlerine. Durmadı bindi; o kaderine götüren otobüse… Ayrılmak zor gelmişti elbet ailesinden ama o çoktan öğrenmişti asıl ailesinin o çocuklar olduğunu… Ev, evlat hepsi onlara bağlı olacaktı. Çünkü bu mesleği öğretmen olabilmek, öğretmen gibi yaşamak için seçmişti.
Otobüsün içinde bitmek bilmeyen yol boyunca çocukluğunu düşündü. Aslında çocukluğu da kendini bu kararı vermesine yöneltmişti. Memleketin ücra bir köşesinde sarı boyalı okul lojmanlarında büyümüştü. İlk arkadaşları hep babasının öğrencileri olmuştu. Daha sesleri ilk ayırt edişinde fark etmişti son zil sesinden sonra babasının geldiğini… Paylaşmayı beslenme saatlerinde öğrenmişti. İlkokula başlayışı da zor olmamıştı. Malum herkes ailesinden ayrılırken o ailesine daha fazla katılma şansı buluyordu.
Okul ile bağı hiç kopmamıştı. Herhalde şimdi de göreve başlamak ne şartlarda olursa olsun zor olmayacaktı onun için. Bu düşüncelerle yolculuğuna devam ederken tanıştı, oraya okumak için giden mühendis adayıyla. Mühendis olma aşkı mesafelerin akasında gizliydi onun için. Bir diğer tarafta oturan teyze, askerdeki evladının yemin törenine gidiyormuş gururla, güya birilerinin bir iç memleketten bir diğerine dediği yere… Bir diğeri astsubay eşinin yanına gidiyormuş, kucağında 2 yaşında oğluyla. Yeni çıkmış tayinleri İzmir’den, eşi ev tutmuş yanına çağırmış onları da… Öndeki amca hiç konuşmamıştı, 28 saatlik yolculuk boyunca… “Böyle uzun yolculuklarda etrafınızda oturan yolcular ile neredeyse akraba oluyorsunuz” diye düşündü genç adam içinden… Sonra birden bundan sonra bu yolculukları birçok kez yapacak olmak geldi aklına. Acaba nasıl bir yere gidecekti, kimlerle tanışacaktı. Bunları düşünürken daldı biraz…
Uyandığında meşhur Fırat nehrini geçmeye yakın, bir dinlenme tesisinde mola verdi onu kaderine götüren otobüs… Bir çay aldı, günlük gazetelere göz gezdirdi. Donakaldı. “Terör örgütü 5 öğretmeni kaçırdı.” Nerede diye göz gezdirdi satır aralarına hemen, gideceği adresi gördü; aynı il, aynı ilçe… Düşünür gibi oldu bir an; geri dönmeyi… Olmaz dedi içinden, gitmeliydi. Şimdi, kesinlikle gitmeliydi. Orada en az 5 öğretmen gerekiyordu acil olarak! Bu amaçla öğretmen olduğunu hatırladı. Yumruklarını sıktığını fark etti, elindeki bardak çatırdayınca… O gün içinden söz verdi; ne olursa olsun, kim nasıl görürse görsün, hakkında hangi kendini bilmez ne söylerse söylesin, vazgeçmeyecekti. Vazgeçmeyecekti; okutmaktan, kendini doğru ifade edip, okunaklı yazabilmeyi anlatmaktan, öğretmekten, hayatı anlatıp, doğruyu göstermekten asla vazgeçmeyecekti.
Vazgeçmeyecekti; Öğretmen olmaktan…
Osman Said DEMİRYILMAZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder