SENSİZLİĞİN
ÇEKMECESİNE SIĞMAYANLAR
Sonbaharın
ortasında, şehrin henüz yağmur düşmemiş kaldırımlarıyla cilveleşiyor adımlarım.
En azından yüreğimde selseli götürüyor da katlanabiliyorum bu huzura. En
sevdiğin şehirde sensiz yaşadığım kadar, en sevdiğim şehirde bensiz yaşıyorsun
bir süredir. Sürekli aramızdaki mesafenin şekil değiştirmesi, umudumu biçimsiz
tutmama izin vermiyor. Uzak, yine uzak… Ve gözlerin, durmadan şiir oluyor bak.
Elimde
çikolatalı bir pasta, sensiz bir hevesle yürüyorum sana. Gözlerimdeki dipsiz
kuyuyu bir türlü doldurmaya yetmiyor gözyaşlarım. Ulu orta kâğıtlara yazdığım
şiirler kadar dağınık efkârım. Ben şehrine gülümserken, sen şehrimi izle güzel
gözlerinle. Sensizlik ve ben, doğum günü pastasının üzerine mumları
yerleştirirken; Kız kulesi ve sen, öldüğüm günün şiirlerini fırlatın
birbirinize. Boğazın rengi elâ olmalıydı. Ve dalgası yumruk atmalıydı sineme.
Seni
sevdiğim günden bugüne kadar geçen yıllar sayısınca mum koydum pastaya.
Üzerindeki ateşi hareketlendiren bir seher yeli esiyor sanki. Bir gözyaşı
perdesinin kenarından sıyrılarak izliyorum bu merhaleyi. Yumuk yumuk bir
sensizlik, üflememi bekliyor mumları. Yudum yudum kavruluyor yüreğimdeki
sonbahar yaprakları. Senin gölgenin hayali bile yetiyor şu an biliyor musun?
Üfledim. Mum perişan… Ben perişan… Ve pasta çikolatalı…
Hasret
mevsiminin ortasında, gök kubbe ağlamaya başlıyor. En sevdiğin şehir, neredeyse
yanaklarım kadar ıslak… Gözlerini görmediğim günleri sığdırabileceğim bir gönül
çekmecem kalmadı artık. Eğer bir gün gözyaşlarımın bedelini ödemek istersen,
yedi tepenin üzerindeki yedi muma üfle. Sen bilmezsin, ben görürüm o ateşi
ancak buralardan seher vakitlerinde. Yağmurlar dinse de, sensizlik hiç şiirsiz
olmuyor. Ve bir dilim aşk, hala gönül tabağımda seni bekliyor.
Vesselam…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder