Sabah güneşi gibidir yalnızlık... gecenin en karanlığından doğar gelir... usul usul fark ettirir kendini... önce anlamazlıktan gelmenize izin verir... kararmıştır etraf ve siz öngöremezsiniz gelebileceğini... sizi belki yorgun yakalar, belki çaresiz, belki de umutsuzca tek başına... ama geleceğinden şüphe etmenize asla izin vermeden... ensenizden tutup yakalayıverir karşı bile koymaya fırsat vermeden... sabah güneşi... öylesine güzel oluverir ki bir anda o karanlığın içinde ışıldarken, bakakalırsınız... yalnızlık bağıra bağıra gelir ama ayırt edemezsiniz, aldatıcı bir cazibesi de vardır yanı başında... mucizelere inanır sabah güneşi şahitleri... gördüklerinin şahitliğini büyük bir sevinçle hissederler ruhlarında... inanmanın inanılmaz hafifliğinde bulurlar kendilerini... derin iç çekişlere şahitlik eder sabah güneşi... kendini seyreyleyenlere şahitlik eder... karşılıklı inanmışlık halidir belki de bu...
Yalnızlık; umutsuzca takibini yapıp izlediğimiz sabah güneşi gibi, mucizeler barındırabilir belki... zamanın ustaları, bu anların kıymetini en iyi bilenlerdir tıpkı sabah güneşinin şahitleri gibi... kıymettardır onlar kıymet bilicidir… yalnızlıklarının ne sırlara gebe olduğunu fark edenlerdir... karanlık zannedilen dehlizlerde, inci mercan avcısı oluverirler bir an da... kendilerini karamsarlık bataklığından tutup çıkaran Bir'i fark ederler... ve o fark ediş öylesine kıymetlidir ki, öylesine Tek'dir ki... her yeni sabah güneşi kadar taze ve diridir... her yeni güne yeni bir bakış kadar ileride ve her yaşanmamışlıklar kadar özlem dolu... yalnızlık tad almanın diğer adıdır zamandan... yalnız olunca duyarsınız ruhunuzun çığlıklarını... yalnız olunca fark edersiniz size el pençe divan durduğunu, medet umduğunu ve fark edilmeyi beklediğini görürsünüz... içine üflenmeyi bekleyen ateşte kıvama gelmiş, erimiş bir cam gibi şekillenmeyi ister ruhunuz... yaratılışta üflenmiş ilk halini özler, ilk şeklini ister daima... tıpkı sabah güneşi gibi belirsizliklerin üzerine doğup, görünmeyen karanlıkta; kalanların üzerine ışık vermenizi bekler... sonra yavaş yavaş şekillenir her şey, tıpkı ilk ışığın karanlıkların içinde hapsolmuş tüm güzellikleri bir bir ortaya çıkardığı gibi... yavaş yavaş bir yerden bir yere doğru başlar aydınlanma... hiç acelesi yoktur, bir anda da oldurulma kuvveti var iken, yavaş yavaş olur... ve yalnızlık içine doğru doğmanı bekleyen bir gebe gibidir... doğumun yaklaştıkça sancıların artar daha da yalnız kalmak istersin... sonra birden bire oluverir her şey... ruhuna üflenen o İlahi nefes seni sarıp sarmalar... bir yanından başlar, bir yanına doğru yayıldıkça yayılır ışığı ruhunun… adeta yansırsın içinde... kendine olan şaşkınlığın artar, hayret makamına geliverirsin, anlarsı... anlayıverirsin, artık yalnızlık ne büyük bir nimettir çözersin... sabah güneşini beklersin... beklemeleri beklersin... doğumlara hayret etmekten vazgeçer... doğum sancısına anlamlar yüklersin... sabah güneşleri senin en büyük yalnızlıklarını yaşadığın anlar oluverir ve güneşsiz bir yalnızlığı kendinden başkasıyla düşünemezsin...
Ayşegül Ordu
Aralık 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder