TARİHSİZLİK TALİHSİZLİĞİ
Mustafa Uysal
060311
Önce çok bilinenden başlayalım…
Osmanlı’nın yıkılışından hemen sonra ve belki önce vagonlarla belgeyi sattığımız söylenir. Doğruluğundan tam emin değilim ama tarihçi arkadaşlarım hep bahsederler. Ne anlama geldiğini kavrayabildiyseniz geçelim. Kayıtlarımızı sattık, tarihimizi kendi ellerimizle okunmaz hale getirdik demektir bu. Tarihimiz içinde bu küçük bir örnek kalır belki. Daha da vahim olanlarını biliyoruz biraz araştırınca karşımıza ne denli vahşi tarih cinayetleri işlendiği çıkar. Siz deyin dünya tarihi ben diyeyim kişisel tarihimiz. Ne fark eder?
Bugün hangi adımı atsak, karşımıza kanlı gömleğiyle bizi hala eğlendirmeye çalışan bir palyaço gibi çıkıyor tarih. Ne gülebiliyoruz ne ağlayabiliyoruz ne yapacağımızı bilemez halde bakınıyoruz. Belki de hedeflenen buydu? Bu şaşkınlığı hedefledi birileri belki.
Tarih karşısında gurur ve nefret gibi iki duygumuzdan başkası harekete geçmiyorsa bugün aslında bugün diye de bir şeye sahip
değiliz. Dahası elimizden alınmış yarınlarımız olduğundan da emin olabilirsiniz. Daha da beteri “Biz” diye bir şeyden bile şüphe edin. Tarihi yeniden anlamak gerekiyor yeniden yazmak değil. Yeniden de yazılır ama tarihe bakış açımızı şekillendirenlerin ellerinden kurtarmalıyız önce tarihimizi.
Bütün bunlar bir girizgâh diye yazıldı. Maksadıma hazırlık için. Tarih yazma işinin tarihçiler tarafından yapıldığını sanıyorsunuz, ben de öyle sanırdım. Hatta tarih yazmak diye bir işin var olduğunu sanırdım. Çocukluk işte. Sonra fark ettim ki kişisel anlarımıza dair kaydettiğimiz her şey birikiyor, işte dedim bu tarihtir. Peşinden alay gelir. “Sevgili günlük!” diye alay eder insanlar. Köyün delisi ile aynı masada çay içer düğün, ölüm, nişan, harman falan filan gibi şeyleri yazanlar.
İtiraf etmeliyim ki tarihi romanları okumaktan öteye tarihle bağım pek zayıftı. Şimdi çok mu diri, değil elbette. Kendi kişisel tarihime bile ulaşamadığımı görünce delirdiğimi zannetmiştim. Örneğin dedemin babasına dair kayıtlar yanmıştı. Daha öncesine bilemezdim. Devlet onların yandığını söylüyor. Tarih bilimi çok şey bildiğini söylerken devlet iki kuşak geriye gidemeyeceğimi itiraf etmiyor emrediyor. Takılıp kalıyoruz. Önlem alınabilirdi falan… Bunları tartışmak şimdi anlamsız… Biliyorum ki şimdi de pek önlem alınıyor değildir.
Üç arkadaş gazetede bir yazı dizisi hazırlıyoruz. Tavşanlı’nın bütün köylerini tek tek dolaşıp kayda değer ne varsa kayda geçirmeye azmettik. Evet, istihza ile tarih yazdığımızı falan söyleyenler çıkıyor. Var olanı zapta geçirmenin adı ne ise biz onu yapıyoruz, gerisi bizi ilgilendirir mi? Gittiğimiz yerlerin tarihi olmadığını görmek sizce acı verir mi? Hayır, niye versin? Hiç kimsenin yüzünde böyle bir ıstırabı okumadım daha. Beni düşüren budur. Hiç kimse geçmişini bilmediği için üzüntü içinde değildi. Hiçbir köyde köyünün tarihine dair bilgi veremediği için utanç duymadı insanlar. Biz 16 devlet kurmuş, altı yüz küsur yıl hüküm sürmüş yüce falan milletin evlatları olarak tarihsiz kalmışız ve bundan dolayı bir rahatsızlık hissetmiyoruz. 3 yahut 5 köyde çalışma yapılmış son senelerde. Kitaplar hazırlanmış. Bütün bu olan bitene bakıyorum ve talihsizliğimize üzülüyorum. Tarihsiz kalmışız ve kalmaya devam ediyoruz. Bir köyde köyün bütün önemli önemsiz olaylarını defterlere gizlice kaydeden ve onlarca defteri olan bir adamdan bahsedildi. İşe yaramazın teki gibi bahsi geçti ve kalan eserleri de sanki çakıl taşı koleksiyonuymuş da temizlik sırasında atılacakmış gibi anıldı. Ağzım açık kaldı ve ağlasam büyük ayıp olacaktı, ağlamadım. Üzülmek hangi derde devadır? Kalkın ve bir işin ucundan tutun. Bir plan yapın ve uygulayın. İşte şimdi onu yapıyoruz. Bu tarihsizlik talihsizliğimizin altından kalkmaya çalışıyoruz. Bu talihsizliğin ilelebet sürecek olması gibi bir ihtimali asla kaldıramayız. Hiçbir alanda boş duramayız. Her yere el atmanın vaktidir. Farkına vardığımız her şey bize esir oluyor biz bu ufak tefek şeylerin esiri olmaktan bıkmadık mı henüz? Bugün tarihsizliğimizi yeneriz belki yarın da umutsuzluğu vururuz bir dağ başında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder