muysal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
muysal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ocak 2024

ÇALINMIŞ BİR KÖY; KIZILBÜK

ÇALINMIŞ BİR KÖY; KIZILBÜK

KIZILBÜK, BİR GARİP TECELLİ
Kızılbük Köyüne gitmeye karar verdik ve o gün gittik. (4.12.2009)
Kızılbük Köyünü buralardan birine tarif etmeniz gerekirse illaki Değirmisaz adını kullanmak zorunda kalıyorsunuz ki, bu bana çok tuhaf geldi hep. Neden böyle? Daha doğru olan soru şu olmalı: Niçin Değirmisaz Köyü Kızılbük Köyünün hakkını gasp etmiştir?
Ne demeye çalıştığımı ilerleyen satırlarda daha iyi anlayacaksınız. Kızılbük Köyünde ülkemizin tamamında bilinen bir kömür işletmesi vardı desem kimse bilmez. Değirmisaz kömüründen bahsetsem hemen bilirsiniz. İlginç olan şu ki aslında bütünüyle kömürün bulunduğu saha ve harabeye çevrilen yer Kızılbük Köyüdür. Kömür işletmesinin adı ve kömürün adı ise Değirmisaz Köyüne nispet edilmiştir. Sizce neden? Bana kalırsa 1928-1931 yılları arasında oradan geçen tren yolu ve oradaki istasyonun adı bu konuda çok etkili olmuştur. Aşağıdaki belgeye bakalım.
(Bütün belgelerde kömürün yeri olarak Kızılbük gösterilmektedir.)
(KARARNAME

28 Aralık 2017

VAHİY KARŞISINDA İKİ ADAMIN HALİ

VAHİY KARŞISINDA İKİ ADAMIN HALİ
M.Uysal
Anlamaya çalışan adamla hiç uğraşmamış adamın hali…

Diyorlar ki, aman Arapça öğrenip de bu Kur’an’ı ve hadisleri anlamaya çalışmayın. Dahası sakın Türkçe mealinden anlamaya hiç kalkmayın. Allah muhafaza sapıtırsınız.

Ne olacak peki?

Şöyle olacak: Yüz yıllardır oluşmuş bir kalıp var, biz bu kalıbı size giydireceğiz ve siz kurtulacaksınız. Kur’an’ı öğrenmeye, anlamaya falan da ihtiyacın kalmayacak. Allah Resulünü öğrenmeye ve anlamaya da ihtiyacın kalmayacak. Elimizde o kadar doğru bir kalıp var ki, adı ehl-i sünnettir, sana da giydirirsek bütün ihtiyaçlarını karşılar ve seni kurtarır. Sen hiç elini Kur’an’a sürme. Okuyacaksan gel, sana tecvid öğretelim…

Bütün bunlardan sonra…

Bunları diyen adamlar vallahi Kur’an’ın kişisel sorumluluk yüklemesinden haberdar değiller. Her insanın kendi aklını kullanarak, anladığı kadarıyla sorumlu tutulacağından haberdar değiller. Her insanın bizzat vahiy ile sorumlu olduğundan haberdar değiller. İstiyorlar ki, atalarının anladığı gibi anlasın herkes ve asla aklını kullanmasın artık. Herkes kendilerine tabi olsun, aykırı ses çıkmasın.

Soru: Birisi Kur’an’ı anlamaya çalıştı ve diyelim Kur’an’ın öğütlerini, ibretlerini, kıssalarını, emirlerini, yasaklarını anladı ve hayatına uyguladı… Sonra, anlamadığı yerler oldu veya bazı yerlerini yanlış anladı. Durumu ne olacak? Tevhit ilkesi dışında yanlış anlayıp onu cehenneme götürecek ne vardır Kur’an’da acaba? Ve acaba tevhit ilkesini Kur’an’dan okuyup anlamayacak bir insan Allah tarafından din ile sorumlu tutulur mu? Allah’ın tek ve ortaksız olduğunu, ahiretin olduğunu, Allah’ın Resuller gönderdiğini, Resullerine melek vasıtasıyla kitap gönderdiğini… Bunları nasıl yanlış anlamış olabilir? Yani bir insanın Kur’an’ı anlama çabası onu yoldan çıkaracaksa Allah nasıl oldu da böyle bir tehlike gönderdi? Aslında olan şudur: Allah der ki, işte tam da bu Kur’an hidayet (yani doğru yola götüren) kaynaktır, başka hiçbir şey değildir.

Bir adam da var ki, ömrü boyunca, Kur’an’ı anlamaya çalışırken sapıtırım (ne büyük yanılgı) ve yoldan çıkarım korkusu ile hiç o yana bakmamış ve hep başkasının aklını ve atalarının giydirdiği kalıbı kullanmış.

Şimdi bu iki adamın ahiretteki hallerine bakalım.

Birisi hiç vahye kulak vermemiş diğeri vahyi anlamaya ve anladığı kadarı ile yaşamaya çalışmış ve hatta bazen yanlış anlamış ve hataları olmuş.

Anlamaya çalışıp hata yapan adam şunu diyebilir: Allah’ım beni bağışla, zira senden başka bağışlayan yok. Ben senin vahyini okudum, anlayabildiğim kadar yaşadım ama görüyorum ki bazı yerlerini yanlış anlamışım. Ben aciz bir kulum, Sen Allah’sın… Kullar yanılır Allah kullarına merhamet eder…

Hiç aklını kullanmamış ve vahye bakmamış adam ne diyecek?

Allah’ım sen vahiy gönderdin ve hatta vahyinin içinde, atalarınıza değil vahye uyun, dedin ama ben korktum yoldan çıkarım diye hatta vahyin içinde, yola getiren kitap olduğu da yazıyormuş, Yine de ben hiç aklımı kullanmadım, hiç vahyi anlamaya çalışmadım. Kusura bakma, hiç çabam olmadı.

Hangi durumu tercih edeceksiniz?

99 DOĞRUNUN ARASINA 1 YANLIŞ

99 DOĞRUNUN ARASINA 1 YANLIŞ
M.Uysal
Bağlılarını veya kendilerine bağlı olmasını istediklerini korumak ve korkutmak için diyorlar ki: Bak, bu adam doğru söylüyor gibi görünüyor, herkesin doğruları vardır elbet ama işte 99 doğru söyler arasına 1 yanlış katar Allah muhafaza dinden çıkarsın!

Uyarı bu. Ne kadar muhteşem bir uyarı. Artık o kişi kurtulmuştur! Kimse artık ona 99 doğru arasında 1 yanlış yutturamaz. Büyük kurtuluş!

Peki, yüzde yüz doğruyu söyleyen ve onları kurtuluşa erdirecek olan kimdir?

Sanırım bu uyarıyı yapanlar satır arasında bu mesajı veriyorlar: Evet, biz yüzde yüz doğru söyleriz, bize gelin sizi kurtaralım. Ona giderseniz sizi batırır.

Kendi gruplarına çağıran insanlar haklı olabilirler… Evet, doğru şeyler yapıyorlardır, güzel şeylerle insanları tanıştırıyorlardır. Lakin, hiç mi yanlışınız yok be kardeşim? Yüzde yüz doğru ve yanılmaz olduğunuzu ve karşı tarafın daha doğrusu uyarısını yaptığınız tarafın 99 doğrunun arasına 1 yanlış katarak yoldan çıkaracağının bilgisini nereden aldınız? Siz neye dayanarak yüzde yüz doğru oldunuz? Sizi doğru yapan dayanağınız nedir?

Kendisine değil de Allah’a, vahye, Resulun örnek hayatına çağıran yani aslında, aslına dönmesini isteyen birileri niçin tehlikeli oluyor?

Muhayyile şöyle işliyor: Bunlar sapık ve yoldan çıkmış insanlar, dolayısıyla onları dinleyenler de yoldan çıkacaklar. O yüzden bunları kurtaralım. 99 doğru konuşuyorlar tam önemli noktada araya 1 yanlış koyuyorlar ve dinden çıkıyorlar ve onları dinleyenleri de yoldan çıkarıyorlar. Sebep ne ola? Onlar İngiliz ajanı, sapık, zındık vs… Sebep mi bulunmaz?

UYARI!

1- Her duyduğuna inanan insan zaten kurtarılmaya yatkın değildir. Sizin de her dediğinize inanacaktır ve muhakkak ki siz de yüzde yüz doğru değilsiniz.

2- Dünya üzerinde yüzde yüz doğrusu olan insan yoktur. Bu yüzden kimse kimseye bağlanmasın. Yüzde yüz doğru olan vahiydir.

3- Anlama çabası tek taraflı olan insan her hâlükârda kaybetmiştir. Ancak gruplar tarafından kurtarılmak ve kendisine bağlanmak istenen insan tipi de tam böyledir. Bu yüzden kazanılması gerekir.

4- Tek taraflı insan eksik insandır. Dini yapısı değil sadece bütün işleri ziyandadır.

5- 99 doğru 1 yanlış teoriniz önce kendinizi vurur, bu söylemi kullanmayın.

6- 99 doğrunun arasına koyulmuş 1 yanlışı fark etmeyecek yetkinlikte birinin geri zekalı olduğunu ima ediyorsunuz, farkına varın. Bu uyarıyı almış olan da aklına, bilgisine ve kendisine nasıl bakıldığının farkına varsın.

7- İnsanların nasıl zayıf bir din anlayışları var ki, 99 doğru ile yaşamaya çalışırken 1 yanlış ile hayatı kayıyor? Bu nasıl bir dinmiş ki, üflemekle göçüyor?

8- Bazıları daha da ileri gidip, bir meselenin eleştirilmesi halinde dinin çökeceğini, Müslümanların bozulacağını söyleyip duruyor. Bu kadar güvensiz bir dine nasıl girdiniz? Ben olsam bu kadar cılız bir dine girmezdim. Ki, benim dinim Kur’an ve Resul gibi sağlam kaynaklarla ayakta duruyor. Belki paranoyaklar kendilerini tekrar gözden geçirmeli. Allah dinini koruyacaktır ama siz koruma garantisinde değilsiniz. Belki önce kendiniz bu dini öğrenmelisiniz birilerini kurtarmadan önce.

9- Siz vehmediyorsunuz ki, herkes sizin grup gibi tek bir kaynaktan öğrenmekle dini hayatını devam ettiriyor. Başta da söyledim bu tipler zaten kayıp tipler, baştan kaybettiniz. Sözün her türlüsünü dinleyip vahye uyan insan öyle 99 doğru 1 yanlış falan hikayelerini yemez. Aramaya devam eder. Birilerine bağlanmak ve sadece onun doğrusu ile hayatını devam ettirmek istemez. Doğrularını aldığı kişinin yanlışlarına itiraz edebilmeyi de öğrenir. Saygıda kusur etmez ama eleştirilemez olana da asla tahammül göstermez. Ömür boyu bağlanacağı ve artık doğruları bulduğu bir yer olduğunu düşündüğü gün tuzağa düştüğünü anlayacak kadar basiret sahibi yapar onu Kur’an.

10- İnsanları kurtarmaktan ve kendinize çağırıp bir yerlerden sakındırmaktan vazgeçin. Kendinizi vahiy ile kurtarmaya ve insanları da bu yolla kurtuluşa ermeye çağırın. Bölünüp parça parça olmayın, tek olun, tek bir ümmet olmaya bakın. 

11- Sad suresi 17. ve 26. ayetler arasında bir konu geçer. Davut peygamber ve davacılar kıssası. Orada bir anlayış vardır. Bir dava vardır. Adaletle hükmedilmesini isteyen kişiler vardır. Haksızlık edilmemesini ve doğru yolun gösterilmesini isteyen kişiler vardır. Kişi 99 koyunu olan birinin kendisine ait 1 koyunu da istediğini ve aldığını belirtir. Davut da hemen hüküm verir diğerini dinlemeden. Doğru bir karar her iki taraf da dinlenilerek alınır. Yani suçlayanın da suçlanın da dinlenmesi durumunda bir karar ve hükme varılır. Nasıl bir yargıç olacağınıza karar verin.


14 Eylül 2017

KRİZ ZAMANI İLETİŞİM


KRİZ ZAMANI İLETİŞİM
M.Uysal
Sosyal medya artık hızlı bir iletişim biçimi lakin hep şu soru var ardında: Ne kadar doğru?
Bu sorunun sorulması çok açıdan gerekli.
-Sosyal medya herkesin paylaşım yapabileceği bir alan.
-Tekil ve doğrulanmamış bilgilerin alanı.
-Herkes ilk gördüğü yahut duyduğu şeyi paylaşıyor.
-Yanlış bir şey paylaşıldığında birden topluma yayılıp yanlış yönlendirmelere sebep olabiliyor.
Daha birçok etken var.
Sonra yetkililer, olayların en sonunda çıkıp açıklama yapıyor: Sosyal medyada yer alan bilgilere itibar edilmemesi falan filan...
Beyler aklınız neredeydi?
Sizin geç kalmanızın faturasını hep mi biz ödeyeceğiz?
Sosyal medyayı henüz anlayamamış bir devlet yönetme biçimi kabul edilebilir değil bu çağda.
Kriz merkezi ne ile kurulur? İlk olarak iletişimle.
Savaşın bile en önemli basamağı muhaberedir (iletişim).
Kriz zamanlarında önce bu iletişimi kriz yönetimi ve halk ile ayrı ayrı kurmalı. Öyle sanıyorum ki kriz merkezleri kendi aralarında gayet iyi iletişim içindeler. Sorun halka doğru ve tek merkezli bilgilerin aktarılmaması.
Ne yapılmalı peki?
Büyük çaplı yangın, deprem, toplumsal kargaşa, felaketler yani toplumun tamamını ilgilendiren krizlerde kriz bilgilendirme ve iletişim merkezi kurulmalı. Üstelik bu iletişimin en büyük ve canlı ayağı sosyal medya olmalı. Sosyal medya karmaşaya en fazla açık alan çünkü.
1- Kriz zamanı sosyal medyadan kesinlikle bilgi ve haber merkez oluşturulmalı ve halka kesinlikle hemen yayılmalı bu bilgiler.
2- Doğruluğu ve güvenilirliği kriz merkezi tarafından sağlanmış bilgiler sosyal medya üzerinden saniye bile sektirmeden paylaşılmalı.
3- Kritik bilgiler elbette paylaşılmayacaktır halk ile ama yine de doğru yönlendirme için başlıklar verilmeli.
4- Halkın doğru yönlendirilmesi için mutlaka bu kanallar kullanılmalı. Örneğin orman yangınında herkes ayrı bir çağrı yapıyordu ve karmaşaya sebep oluyordu.
5- Son felakette gördük ki, artık halk yangının söndüğüne bile inanmadı. Doğru bilgilendirme eksiğini sosyal medyadaki tuhaf paylaşımlara bağlayıp geçemez yetkililer. Bu sorumluluğu almadılar çünkü. Bu hem sorumluluk hem görevdir. Eksik kaldı. Görev ve sorumluluk olması için illa kanun kitabından yazması gerekmiyor.
6- Halk için de şunu ilave edeyim: Sosyal medyada özellikle kriz zamanlarında gördüğünüz paylaşımları hemen bir davranışa dönüştürmeyin. Önce doğrulanmış bilgiye dönüştürün, sorumluluk ve yetki sahibi kişilere ulaştırın ve sonra gerekirse harekete ve davranışa dönüştürün.
Yangınlar vesilesiyle hepimize geçmiş olsun.
Elinden gelenin en iyisini yapmaya her daim hazır bir millet olduğumuzu bir kez daha görmüş olduk bu vesile ile. Bu fertler arasında olmaktan şeref duydum.
Bu tür olaylara karşı tedbirini almış bir toplum olalım ve Allah'a şöyle dua edelim: Bir daha yaşatma Allah'ım.

20 Haziran 2017

Görünen Adam

Görünen Adam
M.Uysal

"Hayırlı cumalar." diye bir göstergem var.
Daha bir sürü göstergem var. 
Önemli günlerde seküler; önemli gecelerde göksel kimliklerim var.
Öyle bir varlık içinde doğdum ki, görünmezsem yok oluyorum. 
Görünür adam olmanın göstergelerini harcıyorum. 
Üretmediğimiz değerlerin tükeneceğini söylüyorlar fakat görünen şeylerin bir yıpranmasını yaşamadım henüz. 
Biz görünen adamlarız. 
Varlığımızı, zihnimizi, fiilimizi... Her şeyimizi göze ayarlamalıyız. 
Göz yoksa medeniyetimiz de yok.
Oysa Allah, görür, duyar, bilir... 
Bizim medeniyetimiz sadece görebiliyor.






29 Mayıs 2017

İNSANLAR SEVDİYSE SORUN YOK!

İNSANLAR SEVDİYSE SORUN YOK!
M.Uysal

Şunu umut etmemizi istiyorlar:

-Bir yol yaptık; sakildir, bozuktur, hedefe tam varmaz ve fakat istenen yerin (Aynı hedefi mi kolluyoruz?) yakınından geçme ihtimali var ve oradan oraya kısa bir yol veya geçiş olma ihtimali var. Yaptığımız bu yol vesilesi ile asıl hedefe çıkmıyor olsak bile insanlar bu yolu sevdiler. İnsanlar bu yolları hep seviyorlar. İnsanların bu yolları sevdiklerini daha önce görmüştük. O yüzden yolu böyle yaptık. İstenilen (Kim istiyor?) gibi bir yol yapsaydık, insanlar o yolu kullanmazlardı. O yüzden yapılan yolun popüler olması da önemlidir. Bu açtığımız yoldan çok insan geçecek. Bu vesile ile... Gerçi şu vesileler de var ama ben sizin bu vesileyi görmenizi istiyorum.

Cevabî bir deneme:
-Bayım, bu vesileleriniz hiç tükenmedi. Attığınız hiçbir ok hedefine varmadı. Açtığınız hiçbir yol doğrudan hedefine çıkmadı. Vesilesiz bir iş yapılamaz hale geldi. Bu vesile ile olmasını umduğunuz şeylerin şu vesileler ile yolda tarumar edildiğini gördük. Bayım, onlar bir delikten geçtiler ve şimdi siz de bizi o delikten bu vesile ile ama belirlendiği varsayılan hedefe götürmek üzere geçmemizi istiyorsunuz.

Ve Taklidin Övgüsüne Dair:

Ey, en güzelini ve sevilenini yapan ve sonra bize örnek olan!
Ey, bizden olmasa da biz tarafından çok sevilen!
Ey, vesileler üreten akla kadeh kaldıran!
Ey, hedefi belirliler zümresi!
Ey, taklit mercii!
Ey, orijinal efendimiz!
Ey, üreten akıl!

Yalvarış ve Kapanış:

Kopyala bizi ey akıl!
Yapıştır bizi ey eylem!
Parlak izlerini bırak ey sülük, takip edelim!

Soru Cevap Kısmı:

-Bayım, güzel miyim ve güzel görünmek için ne yapmalıyım?
-Gayet iyiye doğru gidiyorsunuz, bizi takip etmeye devam edin.


19 Nisan 2017

Geleceğe Kutlu Doğum Mektubu

Geleceğe Kutlu Doğum Mektubu
M.Uysal
Evladım, bu kutlu doğum diye ortaya atılan şeyi ilk olarak, laik Türkiye Cumhuriyeti içinde bulunan kurumlar icat ettiler ve sonra bir cemaat sahiplendi, sonra hükümetler sahiplendi, sonra bütün vatan sathına yayıldı. Yani kökenlerini elçi döneminde, sahabe döneminde, İslam tarihi içinde arayarak zamanını kaybetme. 1989 yılında böyle bir şeyi başlattılar ve bizim, sonraki kaynaklarda geç dönem bulduğumuz ve sonradan ihdas edilmiş olduğunu hala anlatamadığımız mevlid kandiline denk getirdiler ve sonra nisan ayında karar kıldılar. (Ki, şu an siyer kaynaklarını derince taradığında Rasulullah’ın doğum tarihini net olarak bulamazsın ve zaten gerekli de değildir. Yıl olarak bile farklı rivayetler vardır. Gerekli olsaydı Allah net olarak işaretlerdi.) Özellikle belirtiyorum, laik bir yapının bunu yaptığını zira dindarlar yapsa bidat diye tefe koyarlardı. O zamanlar çok tuhaf bir ülkeydik doğrusu, uzun uzun anlatmayacağım. Tarih kitaplarına bakıver.

Her neyse…
Şimdi iyi dinle evlat!
Özellikle sosyal meselelerde ortaya örf, adet, gelenek koymak büyük meseledir. Zaten ilk yapanlar bunu böyle olsun diye yapmazlar. Bir gereklilikten dolayı bir şey yaparlar ve sonrakiler bu gerekliliği sürdürürlerken daha sonra gelenler artık o gerekliliğin ne olduğunu bile unutup yeni kurallar da ekleyerek onu sürdürürler. İlk yapanlar sonrakilerin yaptığını görseler gülerler ama artık iş işten geçmiştir, gelenek haline gelmiştir. Gelenek dediğin de sosyoloji de dün, bugün ve yarını içine alır. Geleneklerin gereksizliğini, faydasızlığını söylemiyorum örnek veriyorum sadece. Hatta bazı gelenekler çok da elzemdir toplumlar için.

Din konusuna gelince…
Din konusunda biliyorsun, Rasülullah sonradan olan ve dinin alanına girecek şeyleri bidat olarak nitelemiş. Sonrakiler iyi bidat kötü bidat falan diyerek olayı budamışlar ve bu iyidir, deyip bir şeyler yapmışlar.

Dahası…
İnsanlardan bazıları çok sevdikleri kullar olan bazılarını takip etmişler hayatlarında. Öldüklerinde ise bunları unutmayalım belli günlerde analım demişler. Daha sonrakilere kalan hikayelerin üzerine daha fazlası bindiği için onlar da demişler ki, bunları anmakla kalmayalım resimlerini yapalım. Daha sonrakiler heykellerini dikmiş daha sonrakiler tanrı ile aracılık yapacaklarına dair rivayetlerden yola çıkıp kendilerini tanrıya yaklaştırması için tapınmaya başlamış… Uzar gider işte.

Din konusunda insanlar şöyle yaparlar: Yeni bir şeydir ama olsun bu vesile ile insanlar hem bilinçlenmiş olurlar, derler iyi niyetle. Onlara şunu sormak istiyorum: Bu başlattığınız şeyin yüz yıl sonra hangi açı ile nereye doğru sapacağına dair bir bilginiz var mı? Siz iyi niyetle bir şey koydunuz ortaya fakat bunu Allah’a, Rasulüne sordunuz da mı yaptınız yoksa kendi aklınız size bunu güzel gösterdiği için mi yaptınız yahut yapılmasında sakınca görmediniz? İyi niyetiniz yüzyıllar sonra işe yarayacak mıdır acaba?

Şöyle bir hikaye anlatılır:
Adamın biri dağ başındaki kuyuya atıyla gelmiş ve bir kazık çakmış yere, atını bağlamak için. Sonrakiler de bu kazığı kullansınlar, diyerek yerinde bırakmış giderken. Başka bir adam gelip yerdeki kazığı görmüş ve bu kazığa biri takılır düşer bir yerini acıtır, diyerek kazığı sökmüş. Bunu anlatanın hükmü şöyle: Her ikisi de sevap kazanmıştır.
Mümkün mü sizce bu ikisinin de doğru yapmış olması? Bence mümkün değil. İki ayrı durum var ortada. Üstelik bir kazık meselesinde bile bu kadar detay çıkacak birazdan. Kaldı ki, dini veya sosyal bir durumda ikisinin de sevap alması yani iki doğrunun olması mümkün değil.
İlk olarak o kazığı ilk adam acaba doğru yere mi çakmıştır? Doğru yere çakmadıysa hata etmiştir. Ki, çıkaran adamdan anlaşılıyor ki doğru yerde değil ayakaltı bir yerde kazık. Diyelim adam doğru yere çaktı kazığı ve sonraki adam bu kazığı hiç gereği yokken ve yeri doğruyken çıkardı yani kimseye zararı olmayacak yeri yanlış yorumladı. Niye ikisi de doğru olsun bu durumda?
Bu kazık hikayesini dini veya sosyal durumlara uygulayan insanların bir kez daha düşünmesini istiyorum.

Evet, kutlu doğum dediğiniz şey bir sapmadır. Bir özentidir. (Başka elçilerin haftaları vardır da bizim niye yoktur? Noel.) Diğer haftalarda olduğu gibi kapital sistemin çarkları için hareket sebebidir. Kutlu doğum hediyeleşmesi ile kutulu doğum haline gelmek üzeredir. Hiç olmayan bir şeyi toplumsal bir kutlama ve anma merasimleri olarak toplumun gündemine soktunuz. Evet, bu bir sapmadır bizden öncekiler böyle bir şey yapmıyorlardı. Bu vesile ile peygamber anılıyormuş falan… Bu vesile dediğiniz şeyler olmadan önce anmıyor yahut anlamıyor muyduk? Sahi anlamıyor muyduk? Sahi, bu vesile ile anlayan çıktı mı? Rasulü tanımak, tanıtmak ve anlamak için ne gerekiyor, hiç düşündünüz mü? Gelin bunun üzerine kafa yoralım o zaman. Geçenlerde öğrencilere sordum Rasülullah’ın mirasını, en büyük mirasını… Sizce hangi cevabı vermiş olabilirler? Çalışma yapmak için hafta bekleyen zihniyetten her vesile ile ve her gün planlı olarak çalışan zihniyete evirilmedikçe zor işimiz.

Bu, bir sapmadır. Siz dersiniz, minicik hatta zerre kadar bir sapma ben derim, bildiğin sapma… Bu sapmanın zamanla kaç dereceye ulaşacağını ne ben hesaplayabilirim ne bu kutlu doğumu uyduranlar. Vazgeçin, diyeceğim ama kime? Devlete böyle bir şey söylenebilir lakin artık dinin kurumları ve dindarlar da bu işi epey sindirmiş ve sevmiş durumda. Ki, bu uyarı bile lanetli birinin hezeyanları olarak okunacak muhtemelen. O yüzden diyorum ki, bu uyarıyı siz önemsediyseniz en azından siz bulaşmayın ve elinizin altındakileri bu konuda uyarın. Bir şey gördüm ve bu gördüğümü size de söyledim.

Allah'ım, biliyorsun ki bunu ben icat etmedim ve kutlamadım da.




17 Nisan 2017

Allah’a Teşekkür Edilir mi?

Allah’a Teşekkür Edilir mi?
M.Uysal
Şükür kelimesi Türkçe değil.

Teşekkür kelimesi Arapçadan Farsçaya oradan da Türkçeye geçti, kökeni “Şükür” kelimesi…

Her neyse anlamlarına bakalım şimdi de.

Teşekkür: İsim, Arapça. Yapılan bir iyiliğe karşı duyulan kıvanç ve gönül borcunu anlatma. (TDK)

Şükür: şükür -isim Arapça 1. isim Tanrı'ya duyulan minneti dile getirme. 2. Mutlu bir olay veya durumdan, yapılan bir iyilikten duyulan hoşnutluğu bildirme. (TDK)

Arapça şkr kökünden gelen şukr شكر "teşekkür etme, minnet duyma, övme, yüceltme" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça şakara شكر "minnet duydu, şükretti" fiilinin masdarıdır.

Görüldüğü üzere Araplar Allah’a rahatça şükrediyorlar. Dilleri Arapça ve Kur’an onların diliyle indiği için Kur’an’da onlara emredileni rahatça yapıyorlar. Örneğin: لَوْ نَشَٓاءُ جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ Vakıa 70. Ayette “Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi?” diye yazılıdır. Onlar da şükrederler. Burada dikkat çeken şey şu: Şükür kelimesi sanki Türkçe bir kelimeymiş gibi aynen bırakılıyor meallerde ve tefsirlerde. Aynı şey şefaat kelimesi için de yapılıyor. Daha epey kelime var bu durumda olan. Arkadaşlar itiraz ediyorlar, bu kelimeler zaten Türkçe içinde erimiş ve anlaşılıyor. Yapmayın! Hanginiz bir arkadaşınıza bir şey karşılığında “Şükran, şükürler olsun, vb.” ifadeleri kullandınız? Şükür kelimesi bize, dini literatüre ait ıstılahi bir kavram olarak geçmiş. Bu bir kavram…

Peki, benim derdim nedir?

Derdime geçmeden önce birkaç şeye daha bakalım.

Türkçede “Teşekkür” ifade eden bir kelime yok galiba. Eski atalarımıza ait ve artık kullanmadığımız bazı kelimeler var fakat onları telaffuz bile edemiyoruz. Sağ ol, deriz mesela. Yahut buna benzer kelime grupları vardır. Tek bir kelime arıyorum. Yok. Evet, bu kısımda net olarak söyleyebilirim ki, “Teşekkür” kelimesi gayet Türkçedir ve hayatın tam ortasında kullanılmaktadır. Bu kelime ile biz minnet belirtiriz, gönül borcumuzu eda ederiz, hoşnutluğumuzu ifade ederiz. Tam olarak böyledir. En küçüğümüzden en büyüğümüze ne söylediğimizi anlarız.

Derdim şu: Biz Allah’a şükrederken dini bir ıstılah olarak bunu yapıyoruz ve anlamı kaçırıyoruz. Yeni nesillerde bu anlam artık yok. Samimiyet, yerini dini ıstılaha bırakıyor ve Allah ile insan arasındaki o samimi bağ yok oluyor. İnsan, karşısındaki insandan gördüğü en ufak bir iyiliğe bile teşekkür ediyor ve bunu içtenlikle yapıyor. Sağ ol, diyor. Bunu gönülden yapıyor. Ama iş Allah ile olan ilişkiye gelince şükür için özel bir şeyler bekliyor. Ya bir ibadeti, ya bir ritüeli yahut büyük bir nimeti…

Ezberim kuvvetli değildir o yüzden yemek duası da ezberimde değil. Görev bana düştüğü zamanlarda hep o anın gereğine göre kafamdan bir şeyler söylerim ve Allah’a teşekkür ederim nimetleri için. Evet, Allah’a teşekkür ederim. Bu çok dikkat çekici geliyor insanlara. Çok zaman acayip bakışlara maruz kaldım. Bir keresinde değerli bir hocam uyardı: Teşekkür astlara edilir, dedi. Düşündüm, doğru bürokratik işlemlerde öyle. Halk arasında öyle değil. Üstelik Araplar bu durumda nasıl ast üst ilişkisi kuracaklar Allah ile zira, başka kelimeleri yok. Hamd, kelimesine hiç girmiyorum zira o apayrıdır ve “Hamd sadece Allah’a mahsustur.” Müslüman bir Amerikalı nasıl şükredecek Allah’a? Arapçaya dili dönmek zorunda değil, “Thank you” dese yetmez mi minnetini ifade etmeye? Teşekkür ise yine Allah’ın bizden istediği bir şeydir. Örneğin, güzel bir şeyle karşılaştığımda, ta gönülden, samimi bir şekilde “Sağ ol Allah’ım!” diyorum. Bu, çok büyük bir kıpırtı yapıyor kalbimde. Elbette biliyorum, sağ ve salim olmak insana hastır. Mesele şu ki, teşekkür ettiğim zaman tam olarak minnetimi ifade edebiliyorum ama şükrettiğim zaman bunu bir alışkanlık ve zoraki bir görev olarak yapıyorum. Kalbim bunu net bir şekilde ayırıyor.

Tamam, zorlamayacağım. Şükretmek ayrı bir yere sahip olabilir sizde. Sizden ricam şu: Allah’a teşekkür edenlere tuhaf bakmayın ve çocuklarınıza çok basit şeyler için bile teşekkür etmeyi öğretirken samimi bir şekilde, ilk teşekkürü Allah’a etmesini de öğretin. Zaten şükretmeyi her yerden öğrenecek.

Hayatınıza dikkat edin, en çok teşekkür mü ediyorsunuz, şükür mü ediyorsunuz? Ben bu iki kelime arasında kalmıyorum, sadece teşekkür ediyorum Allah’a da insanlara da.

Mülk 23 “Ne kadar az teşekkür ediyorsunuz!”

__________________________

Kur'an'da Arapça kelime araması yapıldı bakınız: http://www.kuranmeali.com/arapcaara.asp?kelime=شكر


07 Nisan 2017

SURİYELİ DİLENCİLER MESELESİ

SURİYELİ DİLENCİLER MESELESİ
(Tavşanlı Bağlamında Kısa Bir Araştırma)

M.Uysal

Son günlerde sosyal medyada yayınlan söylenti üzerine araştırmaya karar verdim…

Tavşanlı sokaklarında Suriyeli dilencilerin arttığına dair çok fazla yorum oluştu. Bunun aslı esası nedir peki? Açıkçası sokaklarda ben de gözlerimle gördüm bazılarını. Kimdir bunlar esasında ve nerede kalırlar, nereden gelirler, kaç kişiler, nereliler… Bütün bu soruların cevaplarına ulaşmaya çalıştım ve kurumlar nezdinde yaptığım araştırmalarda hemen hemen sorularımın tamamına cevap buldum.

Tavşanlı’da Suriyeli aileler var ve kayıtlı durumdalar. Kayıtlı Suriyeli ailelerin tamamı devlet tarafından biliniyor ve çalışıyorlar. Tavşanlı’da ikamet eden kayıtlı Suriyeli ailelerden hiçbirisi asla dilencilik faaliyetine katılmadı. Bu bilgiyi net olarak teyit ettirdim. Tanıdığım Suriyeli aileler de var burada ikamet eden ve şerefli kişiler. Geçimleri de asgari düzeyde devam ediyor. Burada yaşayan Suriyelilerle ilgili asla bir sorun yok. Bu konuda öncelikle net konuşalım.

Türkiye’de mülteci olarak bulunan çok sayıda Suriyeli var biliyorsunuz. Bunların tamamı devlet tarafından barındırılıyor. Burada da netlik var değil mi? Evet, kesinlikle devlet tarafından misafir ediliyorlar. Bir ihtiyaçları olduğunda kamplarda gayet iyi şartlarda gideriliyor. Biz onlar için ensar olma görevimizi hiçbir açık bırakmayacak şekilde yerine getiriyor muyuz? Evet. Hatta kendi vatandaşlarımızın rahatsız olacağı kadar yerine getiriyoruz. Ben bundan rahatsız değilim. Onlarla ilgili tuhaf yalanları da geçiyorum konumuz değil.

Konuştuğum kurumlardan aldığım bilgiler şöyle: Tavşanlı içinde görülen Suriyeli dilenci sayısı yenilerde, 2 yahut 3 aile. Toplamda 15 kişi kadarlar. Sosyal medyada konuşulduğu gibi yüzlerce değiller. Hepsi biliniyor. Nereli olduklarına gelince… Suriyeli Romanlardan olanların çoğunlukta olduğu bilgisini aldım. Bir ara Afgan, Roman kökenlilerin bile gelip gittiği bilgisi var elimde. Özellikle, Türkmen’iz diye gezenler var. Türkmenlerle yapılan konuşmalardan ilginç bir diyalog aktarayım: Tarif ettiğiniz ve bizim de gördüğümüz o kişiler, Türkmen gibi durmuyorlar. Türkmenlerin ten rengi ile pek benzeşmiyor. Sonra yine yapılan incelemede Hatay civarından bazı ailelerin de Suriyeli kılığında buraya geldikleri yönünde bilgiler de var. Netice itibariyle sapla saman birbirine karışmış durumda.

Bizzat yaşadığım şeyi yazıyorum: Kurban bayramında çevre yolunda, tam göbekte bir aile oturuyordu. Işıklarda duran araçlardan et istiyorlardı. Araçlarda et olur, diyelim. Peki, ışıkta et verilebilir mi? Hayır. Sonuç, oradaki araçlardan 3-5 lira para topluyorlar. Vakfımızın et kesme yerini tarif ettim hem de detaylıca. Bütün detaylarıyla. Çok yakındı. Gitmediler. Et almaya asla gelmedi. Niyet et falan değildi. Sonra o aileyi yine bu günlerde görüyorum ve adam aynı olduğu halde yanındakiler farklı. Çok acayip bir durum…

Devletin yardım kuruluşları var biliyorsunuz ve yerel olarak da devletin bu tür kuruluşları var. Bu insanları buraya yönlendirdiğinizde ya gitmiyorlar yahut gidince bütün kimliklerini gizliyorlar. Niyet gayet açık, bu insanlar dilenciliği bir geçim kaynağı olarak kullanıyorlar. Yanlarında getirdikleri çocukları da perişan ediyorlar. Hatta aynı ailelerin değişik çocuklarla değişik günlerde görüldüğüne dair söylentiler de var. Tuhaf değil mi? Bunlar bu işi meslek edinenler. Devletin yardım kuruluşlarından geçimlik ve ihtiyaç olarak hiçbir şeyleri eksik bırakılmadığı halde bu tür dilencilik faaliyetlerine girişiyorlar. Burası da çok net…

Şimdi…

İnsanlar soruyorlar: Vicdanımız kanıyor o çocukları ve aileleri Tavşanlı sokaklarında görünce. Üst baş perişan, çocuklar ayakkabısız falan… Değerli kardeşim, Tavşanlı küçük bir yer diğer büyük şehirlere nazaran. Sizin verdiğiniz 5 lira 10 lira ile hayatları kurtulmaz. Zaten sizden 5 lira alıp çocuğuna ayakkabı almıyor. Sizin yapmanız gereken bu insanlara devletin güçlü yardımının ulaşabilmesi için kesinlikle devleti haberdar etmeniz. Şöyle bir şey de var: Öyle insanlar vardır ki, Suriyeli mülteci kardeşlerimizden sahiden devletten yardım ulaşmamıştır, çaresiz kalmıştır. Bilemezsiniz. Zaten biraz konuşunca anlarsınız. Ona yardımcı olun. Para vererek değil. Onunla konuşun, barınak mı lazım, yakacak mı, yiyecek mi, giyecek mi… Her ne lazımsa, hemen etrafınızdaki vakıflara ve devlet kuruluşlarına ulaşın. Kesinlikle tespit yapıldıktan sonra gerekli desteği göreceklerdir. Buna rağmen daha büyük bir derdi mi var. Vallahi sahiden derin bir ihtiyaç içindeyseler vakıflara haber edin elimizden gelenin her türlüsünü topluca yaparız. Sokakta yeni yeni gördüğünüz bu ailelere ise 3-5 yardım yapıp durursanız burası dilenme üssü haline gelecektir. Siz onların mesleklerini devam ettirmelerine katkıda bulunur ve o çocukların perişan edilmesine sebep olursunuz. Bu adamlar profesyonel. Cami içinde hangi dakikada konuşma yapacaklarını biliyorlar, Arapça konuşuyorlar ama kesinlikle Türkçe net anlıyorlar. Türkçe de konuşuyorlar büyük ihtimal. Türkçe uyarıları çok iyi anlıyorlar ve uzun cümleleri bile gayet iyi çözüyorlar. Bu şu demek: Kesinlikle bazıları Türkiye içinden dilenciler. Bu trendi kullanıyorlar. Bazıları bunu o kadar iyi kullanıyor ki, cerrah rolüne bürünüyor, paramı çaldırdım, diyor ve dahası rezalet çıkarıyor. Hiç de bir cerrah gibi durmuyor hali. Giyimini kastetmiyorum, tavırlarını kastediyorum. Bu adamlar araçlarıyla geliyorlar ve işlerini bitirdikten sonra dönüyorlar. Aynı sorun Kütahya merkezde de var. Ve sanıldığı gibi çok fazla değiller. İsterseniz siz de gözlemleyebilirsiniz. Hep aynı kişiler ve bunlar çeşitli kombinasyonlarla çocuk ve kıyafet değişimleri hatta bir gün Türkmen, bir gün Suriyeli, başka gün başka mülteci oluyorlar. Bazıları daha da profesyonel, yardım kuruluşlarında bile rezalet çıkarıp bağırıp çağırıyorlar. Amaç devlet yardımı almak olsaydı böyle olamazdı. Onlar profesyonel meslekleri olan dilenciliğe devam etmek istiyorlar.

Bu bilgiler bazı yerlerle yaptığım görüşmelerden aldığım sözlü bilgiler. Dahası var ama sanırım mesele anlaşıldı. Sokakta sizin vicdanınızı yaralamaya çalışan profesyonel bir ekipten söz ediyoruz. Çözüm olarak aklınıza gelen, devlet eliyle yapılması gerekenlerden çoğu zaten yapılıyor fakat sonuçlandırmak henüz tam oturmuş bir mesele değil. Mülteci olayı çok yeni bir durum... Yani seneler öncesinden durmuş oturmuş kanunları ve kuralları olan bir şey değil. Kaldı ki yerli dilencilerimizle ilgili sorunu bile çözebilmiş değiliz. Çözülecek elbette. Zaten mesele abartıldığı kadar da değil. Sizin yapmanız gereken onların mesleklerine devam etmelerine 3-5 lira ile destek vermek değil. Kesinlikle bunlardan uzak durmak ve sahiden çok özel bir durum olduğunu düşünüyorsanız kesinlikle tek başınıza halletmeye kalkmayın. Devlete ve vakıflara derneklere haber verin. Tek başınıza yapmaya çalıştığınız yardım bir işe yaramayacak.

Tekrar ve üzerine basarak söylüyorum: Tavşanlı’da bulunan ve kayıtlı durumdaki hiçbir aile/ kişi dilencilik yapmıyor, yapmadı. Burada bulunanlar kayıtlılar ve şerefi ile yaşıyorlar. Lütfen konuşurken veya sosyal medyada yazarken daha dikkatli davranın.

Sonuç: Yazıda bahsi geçen tiplere (Dilencilere) kesinlikle yardım yapmayın. Sahiden yardım yapılması gereken özel bir durum olursa da asla tek başınıza hareket etmeyin. Nasıl olacağını üst paragraflarda yazdım.

Nisan 2017




03 Nisan 2017

KADİR GECESİ

KADİR GECESİ
M.Uysal
(Ali Uslu Hocamdan ilhamla.)
-Sana Kadir gecesinden daha değerli olan bir şeyi haber vereyim mi?
-Kadir gecesinin kıymetini bilmiyorsun anlaşılan, bunu söylediğine göre.
-Biliyorum kardeşim.
-O zaman nasıl böyle bir cümle kuruyorsun?
-Gel bir çay içelim, orada anlatayım.
-İçelim.
-Şimdi sana çok sevdiğim birini anlatacağım.
-Çocukluk aşkından mı bahsedeceksin?
-En çok utandığım şeydir çocukluk aşkımı anlatmak, aslında hayatım boyunca yaşadığım en masum şeydir aynı zamanda... Her neyse konu bu değil.
-Kim peki?
-Dedem. Dedemi çok severdim.
-Anlat bakalım.
-Dedem hayatımda değer verdiğim nadide insanlardan birisiydi. Öldü.
-Arkadaş önce bir anlat sonra öldür, kütük gibisin.
-Öyle, insan ölür.
-E, devamı?
-Cep saatini bana bıraktı. Benim için değerini düşünebiliyor musun?
-En sevdiğin insandan sana kalmış muhteşem bir hatıra. Elbette çok değerli.
-Sana şimdi çok önemli bir soru sorayım.
-Saati satmak istediği söyleme sakın!
-Yok, öyle değil. Şimdi bu saat çok çok kıymetli benim için. Neden?
-Elbette çok sevdiğin dedenin hatırasından dolayı.
-Doğru söyledin. Bu cep saati çok değerlidir zira dedemden bana hatıra olarak verilmiştir.
-Muhabbeti uzatırsan kahve de içeceğim.
-O da olur. Şimdi, şu kapıdan dedem çıkıp gelse dedem mi kıymetlidir artık cep saati mi?
-Olmaz ya, elbette hatıranın sahibi daha kıymetlidir.
-Öyledir.
-Eee?
-Bu cep saati yine çok kıymetli olmaya devam eder fakat o an hatıranın sahibi varsa elimde bu çok daha elle tutulur bir kıymettir.
-Ha, başa döneceğiz anladım.Ama örneğin bu duruma hiç uymuyor.
-Haklısın anlattığım örnek bu duruma pek uymuyor ama konuyu anlaman için canlı bir benzetme olarak kullandım. Kadir gecesinin kıymeti nereden geliyordu?
-Kur'an'dan elbette. Kur'an o gece indi, diyor Allah.
-Kadir suresi okunduğunda hem Kadir gecesinin hem bu gecenin kıymetinin nereden olduğunun ortaya çıkması ne muhteşem. Kadir gecesi ne zaman tam olarak?
-Allah, Bakara suresi 185. ayette şöyle diyor. "Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır." Kadir gecesi de Ramazan içinde ve hadislerden anlaşıldığına göre son 10 günde ve zamanı tam belli değil.
-Doğru. Zamanını tam bilemiyoruz. Yine surenin başına dönelim. Kadir suresinin ilk ayeti. "Biz onu Kadir gecesinde indirdik." Yani Kur'an'ı. Bu geceye değer katan şey Kur'an. Yani o geceye değer katan şey neymiş?
-Kur'an.
-Çok doğru. Şimdi Kadir gecesini yakalamanın garantisi üzerinde konuşalım mı?
-Nasıl, zamanını tam mı buldun?
-Zamanını tam buldum evet.
-Vay, herkese söyle de ömrümüzü kurtaralım.
-Söylüyorum: O geceye değer, kıymet katan Kur'an elimizde ve her gün gündemimizde olursa işte o zaman bütün ömrümüz kadir kıymet ile dolacak. İndiği tek bir geceyi bin aydan değerli yapan Kur'an'ı sen her gün ömrüne katarsan ne olur hiç düşündün mü?
-Vallahi her gece Kur'an'dan biraz okuyup anlasak ve hayatımıza uygulasak ömrümüz çok değerli olur.
-Tam da böyle olur kardeşim. Kadir gecesine değerini veren şey elimizde ve biz elimizde duran vahiyden uzakta duruyoruz.
-Haydi kahve içelim!



23 Mart 2017

Bir Şey Söyle

Bir Şey Söyle
M.Uysal

-Ne söyleyeyim?
-Çoğunluğun memnun olacağı yahut çoğunluğu rahatsız etmeyecek olanı söyle!
-Azınlık ne olacak?
-Çoğunluk, söylediğin şeyden rahatsız değilse veya beğenmişse azınlığı boğar. Uğraşman gerekmez.
-Çoğunluk da azınlık da umurumda değilse?
-O zaman söylediklerin yüzünden çoğunluk ve azınlık birleşip seni boğar. 
-Söylediklerim kimsenin umurunda değilse?
-O zaman saygıdeğer edebiyatçı olursun.

25 Nisan 2016

FOTOĞRAF SORUMLULUKTUR

Fotoğraf Sorumluluktur
M.Uysal
Artık çok fazla fotoğraf çekiyoruz. Herkes her yerde fotoğraf çekiyor. Bu işin bir sorumluluğu olmalı. Bilinçle yapılmazsa sorun olarak büyüyebilir.
  • Dijital veriler silinmez. 
Sabit diskinizde, telefon hafızasında veya hafıza kartınızda bulunan görüntüler de dijital verilerdir. Siz silseniz bile geri getirilebilir. En iyisi çekmekmektir.
  • Başkasının görmesini istemediğiniz fotoğrafı asla çekmeyin!
    Fotoğraf çekildikten sonra kaydedilecek, belki istemediğiniz birinin eline geçecek, belki paylaşılacak... Fotoğrafın gidişatını artık dijital dünya belirleyecek.
    • Paylaştığınız fotoğrafın kimlere ulaşacağını siz belirleyemezsiniz.
    Siz sadece 3 arkadaşınız için paylaşsanız bile kopyalama yöntemi ile milyon kişiye de ulaştırılabilir.
    • Fotoğraf yok edilemez.
    Dijital olarak kaydettiğiniz fotoğrafı özellikle de internete yüklediyseniz yok edemezsiniz. 100 yıl sonra bile hiç eskimeden durur. (Yani yaşınız ilerleyince utanacağınız şeylere dikkat edin.)
    • Fotoğraf değiştirilebilir, üzerinde oynama yapılabilir.
    Photoshop vb. programlar ile fotoğrafınız o hale getirilebilir ki, siz bile inanırsınız montaja.
    • Fotoğraf bağlamına göre anlam kazanır.
    O yüzden kafanıza esen her şekilde poz vermeyin. Sizin yüklediğiniz anlamın dışında da anlamlar yüklenebilir bunu siz engelleyemezsiniz.
    • Fotoğraf çekilirken girdiğiniz şekil her yerde aynı anlama gelmiyor. 
    Zira dünya ergenlerden veya sizin kabileden

    12 Nisan 2016

    ÖLMEYECEK OLAN ALLAH'TIR

    ÖLMEYECEK OLAN ALLAH'TIR
    M.Uysal
    F.Gülen, A.Kuytul ve daha nice tasavvuf falan filanı...
    Ve siz!
    Rasulullahın ölmediğine inanıyorsunuz.
    Onun hâlâ bu dünyaya tasarruf ettiğini düşünüyorsunuz.
    Kiminiz olimpiyata çağırıyor, kiminiz mitinge getiriyor, kiminiz günde 70 kez görüşüyor, kiminiz savaşa getiriyor, kiminiz fazladan tabak koyuyor sofrasına.
    Müslümanların kafasını asıl karıştıranlar sizsiniz. Allah, Kur'an ile rasulünün de öleceğini bildiriyor, sahabe öldüğüne kani, hatta hiç müdahale etmemiş ilk 100 sene... Sonra ne olduysa (İslam tarihi felfese ile tanışma ve siyasi ihtiraslar) piyasaya sizin dedeleriniz/atalarınız çıktı. Dediler ki, o ölmedi amellerimiz rasüle arz ediliyor. Salavatlar ona arz ediliyor... Siz bu işleri ona gördürürken diğerleri olimpiyata getiriyor işte. Ne var bunda şaşacak? Mitinge getiren ne kadar sapkınsa ölmediğine inanıp savaşa getiren ve tanrılar konseyine imam yapan da aynı. Sofrasına fazladan tabak koyan nasıl sapkınsa konser salonuna geldiğini söyeyen de aynı.
    Siz bir tek olimpiyata ve mitinge gelmesine mi şaşıyorsunuz? Bence dönüp peygamber ve tanrı bilginizi gözden geçirin.
    Kur'an'a iman edenler için söylüyorum: Rasulullah öldü. O da bizim gibi bir beşer ve ölümlü. Onun nurdan tanrı nurundan kopup geldiğini (yaratılma değil) dolayısıyla nur olduğunu falan bir kenara koyun bu yalanı Plotinus ve takipçileri düşünsün. O da bizim gibi diriltilecek ve hesaba dahil olacak. Muhakkak onun hesabı bizimki gibi çetin olmayacak zira o vahye muhatap oldu ve üstün bir ahlak sahibiydi. Birileri peygamber tasavvurunuz ile oynayıp size dilediği gibi yöne veriyor. Buna izin vermeyin. Madem kutsal ilan ettiğiniz bir hafta bile var bu vesile ile Rasulullah'ı da Kur'an'dan öğrenmeye başlamalıyız.


    • Âl-i İmrân  144 
       (Medenî 89)     Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükafatlandıracaktır.
    • A’râf  6 
       (Mekkî 39)     Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!
    • Mâide  109 
       (Medenî 112)     Allah'ın peygamberleri toplayıp da "Size ne cevap verildi" dediği gün, "Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyle bilen ancak sensin" diyeceklerdir.
    • Kehf  110 
       (Mekkî 69)     De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlah'ınızın, sadece bir İlah olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.

    05 Nisan 2016

    Yaşasın!

    M.Uysal
    Artık, insanlara şirki anlatmak için Kur'an'ın yetmediğini fark ettim. (Haşa!) Çok saçma, oysa biz şirkin ne olduğunu ve müşriğin kim olduğunu o kitap ve uygulayıcısı Rasülullah ile öğrendik. Şimdi aynı ayetlere tekrar göz attığımızda hepsinin yorumunda müşrikler tarihe gömülmüş durumda.
    Ve YAŞASIN!
    Çağımızda hiç müşrik yok(!)

    HASTANELER

    HASTANELER
    M.Uysal
    Karşılaştırma:
    A) Özel hastaneler 1980'li yıllardan kalma... Binaları, kuyrukları, yüksek ücret almaları, düzensizlikler, daracık odalar, sıkış tepiş mekanlar... Bütün fizik imkanlarıyla 1980'li yılları yaşıyoruz özel hastanelerde. Acil servisleri pek iç açıcı değil. Yalnız içi hekim dolu. Her branştan yeteri kadar hekim var. Sıra almak istediğinizde en geç 3 gün bekletiyorlar. Hekim ücretleri yüksek.

    B) Devlet hastaneleri post modern çağın bütün dijital ve teknolojik yenilikleri ile uzay üssü gibi yerler. Sahiden vatandaş için inşa edilmiş saraylar. Binaların her şeyi tam. (Müteahhit eksiklerini saymazsak.) Bütün ayrıntılar düşünülmüş. Acil servisleri mükemmele yakın. İçinde hekim yok. Var olanlar en kısa zamanda terkediyorlar. Hekim ücretleri diğeri kadar değil. Sıra almak için epey zaman beklemelisiniz. Süresini Allah bilir.
    (Bu karşılaştırma sadece Kütahya merkez ve ilçeleri için yapılmıştır.)
    Bu kıyastan sonra yüzlerce sorum var ancak cevapları işe yaramaz.

    07 Mart 2016

    Teşekkür Yazısı

    Teşekkür Yazısı
    Teşekkür ile başlayalım...
    Yazılarıma epey ara vermiştim kişisel sebeplerden dolayı. Tekrar başlayalım.
    Teşekkür ile başlayalım.
    Tavşanlı Belediyesi son dönemde epey güzel iş yapıyor. Yaptığı güzel işler için teşekkür ediyorum. Sayın vekilimize de teşekkür ediyorum şehrimize katkılarından dolayı.
    Özellikle son konser vesilesiyle yazıyorum bu yazıyı. Konser, şef İbrahim Harmancıklıoğlu tarafından sunuldu. Muhteşemdi. Emeği geçen herkesi kutluyorum. Bu tür çalışmaların devamı gerekiyor. Yeşilçam şarkıları ile çıktılar karşımıza ve çok da profesyonelce yaptılar işlerini. Sonrasında türküler olur, başka şeyler olur bu tür güzel konserlerin devamını bekliyoruz. Belediyemizin nihayet kültür müdürlüğünün kurulmuş olması çok dikkate değer. KÜLTÜR VE SOSYAL İŞLER MÜDÜRÜLÜĞÜ Tavşanlı'ya çok büyük hizmetler yapacaktır. Aziz Solmaz Beyin şahsında emeği geçenleri tekrar tebrik ediyorum. Ben belediyelerin bütçelerinin en azında binde yedisini bu işlere ayırması gerektiğini düşünüyorum. (70 milyonun binde yedisi 490 bin eder.)
    Ada Mahallesi ve İstasyon Mahallesi sakinlerinin ve Tavşanlılıların büyük çilesi olan tren yolu hemzemin geçidinin de ele alınması gayet yerinde. Umarım çabuk biter.
    Suyun kaynağından alınması da öyle. Kaynak suyu içmek için gün sayıyoruz.
    Arıtma tesisi ile temiz bir çevreye büyük katkı sağlayacağız.
    Hepsi için teşekkür ederim.
    Bu kadar yeter.
    Sadece eleştirmek için yazılmaz ama sadece övmek ve teşekkür etmek için de yazılmaz.
    Bundan sonra yazacaklarım bu teşekkür yazısı ile değerlenlendirilsin isterim. (Tarzımı bilenler ne yapacağımı kestireceklerdir.)
    Şehrimize yapılması planlanan 3 adet anıtla ilgili de söyleyeceklerim var. Sonraki yazıya saklıyorum. 

    27 Şubat 2016

    MİNİ HİKAYE
    M.Uysal
    Ahmet daha okula başlamamıştı ama Kur'an okumayı yenice öğrenmişti. (Demek hızlı öğreniliyor.) Yeni bir Kur'an aldılar Ahmet'e. Güzel bir bez çanta yapıp içine koydular. Hoca bir yandan, evdekiler bir yandan sürekli uyarıyorlardı Ahmet'i: "Abdestsiz dokunma (6 yaş), belinden aşağı tutma, sakın düşürme, yere koyma, öyle tutma, yaprağını kıvırma, üstüne yazma, elindeyken koşma, üstünden atlama, aman düşürme...
    Ahmet şöyle düşündü: Kur'an korkunç bir şey, niye aldılar ki bunu bana? Sanırım Allah çok kızıyordu ve kızan herkes cezalandırırdı, bunu biliyordu çocuk tecrübesiyle.
    Ahmet ne yaptı biliyor musunuz?
    Böyle büyük bir riskle uğraşmaktansa yüksek bir yere bırakıp bir daha ardına bakmadı.

    MİNİ HİKAYE - Ekmek ve Babalar

    MİNİ HİKAYE
    Mustafa Uysal
    Genç bir adam ekmek almak için madene gitti. Yerin yüzlerce metre altında çalıştı. Pek çok genç adam yerin altından ekmek çıkardı. Kimisi emekli oldu, kimi taşın altında kaldı, kimi duman oldu, kimi raylara sıkıştı, kimi toprağa karıştı, kimi gazdan zehirlendi...
    Geriye kalanlar yine yerin altından ekmek çıkarmaya devam ettiler. Hatta bu sabah yine genç adamlar yerin altına ekmek almaya gittiler. Çocuklar hem babalarını çok sevdiler hem de ekmeği. Ekmeği kim sevmez? Geriye kalan iki küçük kıza soruldu: Ekmek mi baba mı? Kızlar önce babalarını istediler sonra acıktılar ve ekmeği de istediler. Ekmek hep babaların borcu oldu.
    Kimi yerin altında ekmeğini alırken öldü kimi yerin üstünde ararken ekmeğini kurşunlara ve bombalara kaptırdı babalığını ve ekmeğini.
    Hayat böyle...
    Babalar ve ekmekler her zaman beraber bulunmuyor.
    Kudret de gitti, kalanlara selam olsun.

    15 Şubat 2016

    Hutbe ve Hadis Bağlamında

    Hutbe ve Hadis Bağlamında
    Mustafa Uysal
    1-Ebu Hanife de hadisleri seçerdi. Ona da yahudi dediler, dinden çıktı dediler.
    2- Ahmed Bin Hanbel seçti hadisleri yani bazılarını attı.
    3- Buhari o kadar çok hadis attı ki hesabı belirsiz ve onun benzerleri de attılar.
    4- Her devirde elenerek geldi hadisler.
    5- 3.4.5. tabaka hadis kitapları her devirde atılanlarla tutulanları ekleyerek yaşattılar.
    6- Bu devirde de Türkiye ve diğer İslam ülkelerinde hadis çalışmaları devam ediyor.
    7- Hadis çalışmaları sıhhatle yapılırsa güzel sonuçlar alınacaktır.
    8- Uygunsuz şeyleri peygambere nispet edenlerle peygamberi komple reddedenler aynı kefededir.
    9- Şu an üniversitelerde binlerce akademisyen hadis üzerinde çalışıyor ve doğru olanı bulmaya ve yapmaya çalışıyorlar.
    10- Birçok ilim adamımız hadis konusunda çalışmalar yapıyor.
    11- Bütün bunlara rağmen Sifil'e kadar inmemiz doğru değil. Ne yani biz de mi cahil gibi tartışalım? :)
    Bütün bunları Görmez'den gelip herkesi düşman ilan ederseniz elimize ne geçecek?

    17 Ocak 2016

    RÜŞVET VE ŞİRK BAĞLAMINDA BİR DENEME

    RÜŞVET VE ŞİRK BAĞLAMINDA BİR DENEME
    Mustafa Uysal
    Rüşvet için kabaca, ben seni göreyim sen de beni gör, diye bir tanım yapabiliriz.
    Etrafınıza bir bakınız.
    Farzların aleni terk edildiği bir toplum var etrafımızda. Üstelik bu terk edişten dolayı insanları uyaracak veya iyiliği emredip kötülüğü engelleyecek bir mekanizma da yok. Kurulması için en ufak bir gayret ve kaygı bile yok.
    Herkes sünnetlidir. Gayet güzel. Herkes sünnetlere dikkat eder zira hayatın akışı içinde göze batar dikkat edilmezse.
    Cenneti, cehennemi olan bir Allah vardır ve emirleri yasakları gayet rahat çiğnenir. Lakin, elinde sadece şefaati (!) olan bir peygamberin bütün sünnetleri dokunulmaz kabul edilir. Çiğneyeni en azından toplumdan dışlanır. Sosyal bir yaptırımı hala vardır.
    Buraya kadar olan gözlem yanlışı var mı? Varsa itirazınızı buraya yapınız.
    Mantık kurgusu şu: Koca devletin sizin olması önemli