EY ŞEHİR EY ET YIĞINI!
Mustafa Uysal
Ey bir stat dolusu ayakkabı, eldiven, şapka, atkı, bere, düğme, ceket, palto, gömlek, takke, çorap, kravat, bozuk para, atlet, don, krampon, potin, çekirdek, sigara, su ve gazete... Burada ne yapıyorsunuz? İlçenizde KATI ATIK YAKMA TESİSİ kuruluyormuş haberiniz var mı, kaygınız var mı, şüpheniz yahut sevinciniz var mı, fikriniz var mı? Siz ey eşyalar neden burada toplandınız, neden başka bir yer değil?
Ey plastik koltuklar, sizi ısıtacak bir gram et bulamayacağınız günün gelmesinden korkun! Orta saha boş, kale arkası boş, karşı boş, protokol bile (düşün o bile) boş; kapı açık, bayraklar asılmamış, süsler gelmemiş, çekirdek kabukları ve sigara izmaritleri çürümüş uçmuş rüzgarla… Öyle bir yalnızlığın pençesine düşeceğin günün gecesinden kork ve sabaha ümitlenme! Düdük seslerinin çığlıklara ve sövgülere karıştığı günlerin uzağında kalacağın beklenen o günden kork!
Ey asfalttan yapılmış bölünmüş yol! Domuz yavrularının kanları ile sulanmayacağın, serçe tüylerine ve kirpi derisine bürünemeyeceğin günün gelmesinden kork! O gün ki, yumuşak bir kauçuk bile bulamayacaksın seni okşayan. Dalları kırılmış, çiçekleri sönmüş baharların geleceği günden kork!
Ey Çobanköy’ün hamam böcekleri içinde gezinip de ekmek kırıntısı bulabileceğiniz mutfaklarınızın boşalacağı günden korkun! Rakım ve koordinatların sevincine
ortak olmaya gelen diğer rakım ve koordinatların buluşma gününden kork!
Ey Tavşanlı’nın sevgili sokak köpekleri ve kedileri! Plastik koltukları ısıtmayan etlerin uzak diyarlardan kokuları da duyulmaz. Kaldırımlarda harika bir botun burun acısını bile özleyeceğiniz günün gelmesinden korkun! Eniklerinize merhamet eden süt dolu çınga tabakların kimya altında kalacağı günden korkun!
Ey nefes alan hamam! Verdiğin nefesi alamayacağın ve sıcak suyunun yıkayacak bir tek yün hırka bulamayacağı günden kork!
Ey şehir!
Betonuna, demirine, asfaltına, tuğlana, camına, çerçevene, kiremidine, tozuna, toprağına, yol çizgilerine, trafik ışıklarına, lağım büzlerine, filiz demirlerine, yan yatmış dargın binalarına, içine çökmüş çınarına, tozlanmış camine, kanları kurumuş hastanene, kulakları duyan okuluna, kır çiçekleri kokan lağımına, kopmuş elektrik tellerine, devrilmiş bacalarına, pas tutmuş arabalarına, kendine bakan çanak antenlerine, örümcek ağlı tuvalet deliklerine, kırılmış mermerlerine, dökülmüş sıvalarına, basılmayan gazetelerine, kör bulvarlarına, sağır hoparlörlerine kurban olayım! Ancak üflenen surun yıkıp geçeceği günden önce mi böyle mahrum kalacaksın?
Ey şehir senin eşyaların yok mu, bavulun, çantan, gidecek yerin yok mu senin? Ey şehir senin ayakların yok mu kaçsana bu etlerden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder