22 Temmuz 2019

TUNÇBİLEK SEYAHATİM VE KUTSAL TOZ

TUNÇBİLEK SEYAHATİM VE KUTSAL TOZ

Mustafa Uysal
19 Zilkade 1440 (21 Tem. 2019) pazar günü bir öğle vakti atımla yola çıktım. Gerekli yol erzakı ve malzemesini heybeme önceden koymuştum. Tavşanlı nahiyesinden çıkışta pek de uzak olmayan yerden önce dumanı göründü Tunçbilek'in. Anladım ki yol uzun olmayacak. Yol gayet düzgündü. 5 dakika sonra beldenin girişine geldim. Gerçi beldenin epey uzağından oraya yaklaştığım anlaşılıyordu zira gökyüzünü takip ederek yol alıyordum. Yanımdan hızla geçen öküzün arabaları olmasa daha güvenli olacaktı gökyüzündeki dumanı takibim, lakin olmadı. Belde girişinde atımın dizginlerini yavaşça çektim ve durdum. Bir kenardan seyre daldım mübarek bacaları. Yavaş ve biteviye toz ve duman salıyorlardı mavi göklere. İnsan böyle bir manzara ile çok defa karşılaşmıyor. İlk anın vecdi ile biraz dikildikten sonra atımı bir kenara bağlayıp resmini çizdim manzaranın. Yetmedi bir defa daha çizdim.

Yola devam ettiğimde boz bulanık bir mayinin üzerine kurulmuş köprüden geçtim. Su desem değil, sel desem değil. Belki cennet ırmaklarından
bir ırmağın koludur, diyerek pek üzerinde durmadım. Zaten belde insanları ile görüştüğümde etraflıca sorabilirdim.

Beldeye yavaşça giriş yaptım ve duman çıkaran bacaların önünde tam tur yaparak iyice içime sindirerek seyreyledim manzarayı. Bacaların tam dibindeydim artık. Bir yaz vakti ve rüzgarlı hava olunca toz tamamıyla belde üzerinden bir bütün halinde dağılıyor gibi görünüyordu. Tabi burada hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığını daha sonra anlayacaktım. Atımı bir gölgeliğe bağlayabilmek için biraz dolaştım ve nihayet köprüye yakın bir kahvehanenin bahçesinde gölgeliğe bağladım. Üstelik çimenler de güzeldi, acıkmıştır biçare. Heybemi sırtıma aldım güneş gözlüğümü düzeltip han aramaya başladım zira öğle namazını Tavşanlı Ulucamiinde kılıp çıkışımdan beri ağzıma bir lokma ekmek ve bir yudum su almamıştım. Yakınlarda bir han buldum girdim ve neler yaptıklarına baktım. El emeği göz nuru bir peynir sulu ve tuzlu hamur işi buldum. Buralarda kraker veya büskevit diyorlar. Hemen ardından tatlı niyetine, yuvarlak şekilde pişirilmiş ve içine kahverengi şeyler katılıp kabartılmış şeylerden aldım. Buraların lezzetlerini de tatmak lazım. İnsan gezdiği gördüğü yerlerin lezzetlerini de bilmeli. Kek diyorlarmış ona da. Ortalıkta birkaç işçiden başka kimseler görünmüyordu. Sokaklar boştu. Sokaklardan rüzgarın kaldırdığı toza ilave olarak mübarek bacaların tozu da eklenmişti.

Öğle azığımı bir kaç bardak çayla birlikte yemek ve orada ahali ile sohbet etmek üzere atımı bahçesine bağladığım kahvehaneye geri döndüm.

Bahçedeki masalardan birisine geçtim oturdum. İçerisi hem sıcak hem de hani dumana geçit verilmeyen bir yerdi. Bahçe gayet bakımlı, taş döşeli ve çimenlerle tefriş edilmiş. Heybemi bir sandalyeye kendimi diğer sandalyeye yerleştirdikten sonra çayımı istedim ve azığımı afiyetle yedim.

Heybemde bugün bitirmem gereken kitaplardan birisi vardı onu çıkarıp masaya yaydım ve okumaya başladım. Tarih önümde at koşturuyordu. Kaldığım yerden okumaya zevkle... Hayda! Kitabın her sayfasında siyah noktalar belirmeye başladı. Haşhaş tanesi büyüklüğünde siyah tozlar her yanı kaplıyordu. İki sayfa okuyabilmek için üç kez üflüyor iki kez de elimle sayfadaki tozu siliyordum. Buz mavisi, Didim seyahatimde bana armağan edilen göyneğime baktım o da toz içindeydi. Bir ara şöyle doğruldum pantolonumu silkeledim ellerim tozlu siyahi renge büründü. Her neyse kitabıma döndüm. Goldziher Bey bana tarihimizdeki arızalardan anlatıyordu fakat bir türlü tam kendimi veremiyordum. Kitabın yaprağını çeviriyorum 10 saniye sonra üzerinde siyah haşhaş taneleri büyüklüğünde tozlar ve daha küçük tozlar birikiyordu. Üstelik kitap emanetti. Her yaprak çevirdiğimde bu işlemi yapmayı adet edindim ve rahatladım. Adet edinilen şey insanı rahatlatıyormuş meğer. Bir ara yan masadakilerin bana tuhaf ve kızgın bakmakta olduklarını ve sessizlik olduğunu sezdim. Meğer beni izliyorlarmış. Tozları her temizlediğimde kızgınlıklarının arttığını da fark ettim böylece. Sohbetlerinin arasında benim varlığım da kulağıma çalınmaya başladı. Sonra birisi döndü ve şöyle dedi, "Birader, nimetten rahatsız mı oldun?" Şaşkın bir halde ne cevap vereceğimi bilemedim. Nihayetinde nimet ile neyi kastettiğini sordum. Hani bilirsiniz, yağmurdan kaçarken yapılan tuhaf latife vardır, nimetten kaçılmaz falan... Tozun bir bereket ve şifa olduğunu ve böyle davranarak teberrüke mani olacağım ikaz edildi kişi tarafından. Kabullenmiş bir eda ile "Eyvallah." Diyebildim.

Bir ara çay getirirken kahveci de fark etmiş olacak ki, "Hiç uğraşma yiğidim, baş edemezsin bu tozla, kendini teslim et rahata er." Dedi. Ne mübarek adam, daha önce söylese bu kadar uğraşmazdım. Bazen hayatın zorluklarını böyle bilge cümlelerle aşıverdiğinizi görürsünüz. Anadolu irfanı böyle bir şey demek...

Buraya niçin geldim onu arz edeyim. Efendim burası elektrik üretim merkezi. Kömürü yakıp suyu ısıtıyorlar, olursa buharıyla elektrik üretiyorlar olmazsa... Genelde oluyor yani, kıvamında üretiyorlar hani. Bayılıyorum elektriğe. Bizim memlekette de buranın ürettiği elektrik satılıyor. Bezirganlar bol miktarda getirirler. Çocukluğumda yani 8-9 yaşlarımdayken getirmeye başladılar bizim beldeye. İlk gördüğüm anda sevmiştim zaten. Her hafta katarla getirirler. Pazara geldiği gibi kalmaz, tükenir. Hemen alınır satıcıdan. Bugüne kadar bezirganların en muhteşem metaıdır. Elde kalmaz, ziyan edilmez. Her Allah'ın kulu bu şeyi kullanır. Ya hu diyorum bazen olmadığı zamanları biliyorum ben. Yokken de yaşıyorduk, bu ne merak böyle? Yok efendim illa olacak. İşte buraya bu sebeple geldim. Bakalım bu elektriği ürettikleri mübarek yer nasıl yerdir? Bu mübarek nesne nerede ve hangi seçilmiş insanların beldesinde üretilirmiş? Uzun uzun bacalardan çıkan siyah, beyaz, kahverengi dumanların işte bu günümüz nimetinin görünür yanı olduğunu öğrendim. Zira kendisi görünmüyor. Göremediğim için üç kez çarpılmışlığım var. Çarpıyor mübarek.

Düğünden dönenler geldiler biraz sonra. Herkesin elinde bir haber aleti onunla oyalanırlar. Birisi haber okudu hepsi dinledi. Ardından yorumlar yapıldı. Haber burası ile ilgiliydi. Torba yasa mı heybe yasa mı nedir, mecliste kabul edilmiş. Bacalara takılması düşünülen toz geçirmez filtreler için gün belirtilmiş falan... Her neyse tam anlamadım orasını fakat 2-3 sene sonraya kaldığına çok sevindiler. Bu filtreler bacalardan çıkan tozu tutup hapsedecek ve gökyüzüne, yeryüzüne salmayacakmış. Benim alışmakta zorlandığım ve fakat bura ahalisinin mübarek gördüğü tozun hapsedilmesi fikrini icat eden vezirle ilgili gençlerden birisi yorumunda ilginç şeyler diyordu ya net duyamadım. Veziri bacanın üstüne mi yoksa mübarek bacalardan birisini taht mı yapacaklarmış... Her neyse, gençler bazen anlaşılmaz oluyorlar. Sahiden o bacaların üstünde oturulacak bir taht nasıl olacak ya hu? Mübarek dediysek o kadar da değil canım.

Bu toz efendim, şifalıdır, dedi kahveci. Yok artık motorumun lastiği. (Bu deyimi gençler bilmezler eskiden demir aletler varmış yuvarlak lastiklerin üstünde giden. Bugünün atı gibi bir şey.) Aslında haklı olabilirdi. Geldiğimden beri dikkatimi celbeden şey sineklerin olmayışıydı. Sinek neden yok burada, diye sorduğumda hemen onayladı. Bu mübarek toz sinekleri ve bilumum haşeratı yok ediyormuş. Ağaçların ve bitkilerin de gür yetişmesine sebep oluyormuş. Bahçedeki otlardan iştahla yiyen atıma baktım, hak verdim. Buğdayı ve mısırı harika oluyormuş bu civarın. Tam bunları sormuşken gelirken gördüğüm suya benzer, çaya benzer akıntıyı da sordum. Kahveci büyük bir gururla elektriğin ve buradaki yan sanayinin artıklarının çayı mükemmel hale getirdiğini iftiharla söyledi. Renginin pek kötü olduğunu söylediğimde yalancı bir öfke ile kaşlarını çatıp "O kadarcık kusur astronot kızında da olur." Dedi. E, haklı adam, her nimetin bir külfeti oluyor.

Yan masaya yeni gelen iki emekli zat ile tanışma şerefine nail oldum az vakit sonra. Maşallah pancar gibi suratları var, sıhhat fışkırıyor endamlı vücutlarının her bir uzvundan. Hani yalancı çıkarmak gibi olacağı için söylemedim, emmi yaşınız otuz gibi duruyor ama siz emekli olduğunuzu yetmişi geçtiğinizi falan söylüyorsunuz… Demedim. Fakat hastaneyi sordum. Burada iş kazalarına bakan doktorlardan başka doktor olmadığını söylediler. Zira bu mübarek toz beldede hastalık namına bir şey bırakmamış. Şifalı bir şey zaar. Burada ölenler ya can sıkıntısından yahut iş kazasından -Allah korusun- gidiyor, dediler. Bu arada içlerinden birisi tütün çıkarıp ikram etti bütün masalara. Yakın ağalar, her şey sağlık sağlık bu ziyan oluversin, dedi. Gülüştüler ve keyifle tüttürdüler. Her biri mübarek bacaların minyatürü gibi ibadet zevkiyle üflediler. Ya hu, dedim, şu göyneğim burada oturduğum üç saatte köstebek pastasına döndü, hanımlarınız çamaşırları nerede kurutuyor? Efendi aç kulağını dinle, gelenler düğünden geliyor ve hepsinde beyaz gömlek. Gerisini sen hayal et. Hanımlar bu konuyu çözmüşler. Balkonda biriken tozları toplayıp onunla yıkıyorlarmış çamaşırları. Hem bedava hem de pırıl pırıl bir beyazlık. Maşallah bu belde halkının pratik zekası beni hayrete gark etti.

Yine kitabıma döndüğümde adetim üzere tozları her yaprakta üç kez üfleyip iki kez elimle def etmeye devam ediyorum. Yan masadaki yeni yetme seslendi. "Ağa, bugün rüzgar var ve içimiz eziliyor tozlarımız başka memlekete taşınıyor diye sen kalkmış ta yanına kadar gelen tozları elinin tersiyle itiyorsun. Ayıp değil mi?" Öyle bir söyledi ki, şimdi ne desen havada kalacak. Haklı tabi. Kulağıma ve kirpiklerime giren tozlar kaşındırmaya başladı lakin daha fazla ikazı göze alamadığım için sabrettim. Saçımın içi resmen inşaat mahalli olmuştu çoktan. Arada elimi saçımda gezdiriyorum çaktırmadan, elimin rengi yağlı, tozlu siyah olarak çıkıyor. Mendilimi çıkarıp iğrendiğimi gizleyerek temizlemeye çalışıyorum nafile.

Düğünden dönen efendilerden üçü de gelip yine başka masaya oturdular. Efendilerin canı yemeğin üstüne dondurma çekmiş. Kahvede dondurma da satılıyor evet. Dondurma cam kasede geldi ve afiyetle yavaştan yemeye koyuldu masadakiler. Ben bir yandan gözlüyorum acaba nasıl olacak diye. Bir yandan dondurma yiyip bir yandan muhabbet ediyorlar ve birbirlerini suçluyorlar. Yok sizin hükümet filtre takacak bu kötülüğü nasıl yaparsınız, yok siz de destek veriyorsunuz, yok belediye ayrı parti, yok şu yok bu… Muhabbet uzadı gidiyor bir yandan da dondurmaların rengi değişiyor. Dondurma önce beyazdı ardından siyah tozlarla beneklendi sonra Dalmaçyalı köpeğin şeklini aldı ve en nihayet ay yüzü gibi siyah kraterlerle kaplandı. Yine de afiyetle yiyorlardı. Mübarek toz demek dondurmanın da lezzetine lezzet ekliyordu. Bir ara ben de düşündüm fakat vazgeçtim. Eve gidince saçımda biriken tozları tarhana çorbasına katık edip deneyeceğim nasıl olsa.

Burada bir adetten bahsetti kahveci gelip giderken. Şuymuş: Delikanlılar, ihtiyarlar, kız kızan, çoluk çocuk günün çoğu saatinde elleri boş kaldığında bacanın karşısına geçip veya buraya gelme imkanı bulamayanlar bacaların göründüğü yerlere birikip oradan çıkan dumanı ve gökyüzünü boyamasını seyrederlermiş. Hatta yaşlılardan birisi şey bile demiş, sabah namazının sünneti kadar olmasa da bu da bir ibadet gibidir, falan galiba. Saçma geldi tabi bana fakat her bir insan evladı bunu sürekli yaparmış. Bir ara dumanın çıkmadığını görse birisi kazaen, kıyameti koparırmış. Bu duruma mahsus davullar asılı bahçe duvarlarında. Bacadan duman çıkmadığını gören kişi davulu alıp var gücüyle çalarak bütün ahaliye durumu bildirmek zorundadır. Allah muhafaza ya kesiliverirse duman? Beldenin bereketi kaçar.

Bizim memlekette bir türkü var Ahmet Uluçay'ın çok sevdiği, "Beyaz giyme toz olur…" Tunçbilek beldesinde bu türküyü söylemek hatta ezgisini mırıldanmak bile yasaktır. İyi görülmez, uğursuzluk getirir. Dedik ya, tozdur, mübarektir, beldeye faydası sayılmayacak kadar çoktur.

Yine söylentiye göre bu bacaların kerameti midir nedir bilinmez ama kuşlar bile bacaların üstünden uçmazlarmış. Yaşlı bir dayı bunu söyleyince içimden dedim, ulan hangi kuş canına susamış da bacanın üstünden uçacak? Sonra zındıklığıma verdim ve sustum. Nihayet giderken Toz Baba türbesine uğrayıp hayır duasını alıp müteberrik olduktan sonra yola revan oldum.

Belde halkına ayıp olmasın diye üstümdeki başımdaki tozları yıkamak için belde çıkışındaki bir handa durup atımı doyurduktan sonra elimi, yüzümü, saçımı yıkadım fakat tozdan arınmak mümkün olmadı.

Belde halkının memnuniyeti beni mest etti ve hemen yanı başımızda bulunan bu mübarek yerleri çokça ziyaret etmeyi kafama koydum. Allah vere de enerji veziri elini çabuk tutup filtre falan takmaya kalkmasa. Yoksa bu şirin beldemizin mübarek tozları ve güler yüzlü insanları bütün güzel hatıralarıyla silinir giderler yeryüzünden. Size tavsiyem bu beldeye gidin ve siz de kesinlikle nasiplenin yoksa kıymetini asla bilemez ve belde halkının hissiyatına tercüman olamazsınız.

Tunçbilek Termik Santrali

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder