Davulsuz Olsun
M.Uysal
Ramazanı iliklerimize kadar fark ediyoruz.
Farkına varmam için davul çalmanız ancak eblehlik olur.
Zaten uyku ile uyanıklık arasında bir zaman dilimi yaşıyoruz, vakitsiz gelen gümbürtüleri "Ah o eski ramazanlar" aptallığı ile beklediğimizi düşünmüyorsunuz sanırım.
Lütfen bu şeyi, çok merak edenler için şehir meydanında falan numunelik çalın yeterli.
Gayesi neydi bu işin?
İnsanları sahur vaktine uyandırmak. Sınırlı ve küçük alanlarda yapılırdı ve insanların alarmlı saat gibi imkanları yoktu.
Başka gayesi var mı benim bilmediğim?
Tamam.
Alarmlı saatler artık sorun değil. İsteyeni, istediği saatte uyandırabiliyor. Alan meselesine gelince...
Koca şehirde birkaç davulcu var ve bütün şehre davul sesini duyurmaya çalışıyorlar. Erkenden başlıyor tabi. Hep zamansız kalmak zorunda. Gereksiz kalmak zorunda. Nostaljik kalmak zorunda.
Gereksiz, nostaljik, tarihin içinden ve şu an hayata dokunmuyor o zaman ramazan davulunun mekanı mahalle araları değil müze falan olmalı.
Bunu mu sorun ettim onca şeyin arasında?
Evet, daha bir sürü şeyi sorun ettim aslında.
Maksadı unutulmuş, hedefi şaşmış, zamanı geçmiş bir dolu şeyi de din diye saklamanız beni şaşırtıyor ve rahatsız ediyor. Fakat bu kez davul sesini uzaktan duyun istedim.
ramazan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ramazan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
13 Mayıs 2019
19 Mayıs 2018
İTİNAYLA ORUÇSUZ VE ORUÇLU DÖVÜLÜR
İTİNAYLA ORUÇSUZ VE ORUÇLU DÖVÜLÜR
M.Uysal
Oruç tutmayan ve dövülen adam olayı...
Son yıllarda pek yaşanmıyor lakin bundan 3-5 sene öncesi çok sık yaşanırdı. Her Ramazan muhafazakar olduğu düşünülen illerimizden ve illa İstanbul'dan (zira medyanın merkezi orası) bir tane mutlaka çıkardı.Olay şudur: Birisi oruç tutmuyordur ve oruç tutan diğeri onu dövmüştür. Detaylar her olayla birlikte değişir fakat ana çizgi hiç değişmez. Mesela oruç tutan adam dayak atmaya niyet etmişken dayak yiyerek şaşkınlık yaşamaz. Her halde oruçsuz olan dayağı yer. Ve her seferinde bu olaydan medyanın haberi olur. Ramazan boyunca bu haberler medyada sürekli gündem yapılır.
Neden medyada ve sosyal medyada gündem yapılır?
Şunun için: Oruç tutan insanlar terbiye edilmelidir. Oruç tutmayan bir kişi dövülür ve onun vasıtasıyla oruç tutan milyonlarca insan falakadan geçirilip terbiye edilir. Terbiye konusu şudur: Oruç tutmayan adama iyi davranacaksın! Oruç tutmayan kişilere medeni olacaksın! Oruçluysan bunu belli etmeyeceksin! Oruçluysan oruçlu olmayanlardan rahatsız olmayacaksın! Oruç tutmayan adamın yaşam tarzına müdahale etmeyeceksin! Dişlerini fırçalamayı öğreneceksin köpek!Bu liste uzar gider.
Bir kişi dövülür, (muhtemelen dövülecek kişiyi ve ili de senaryoda detaylı yazıyorlar.) o kişi ile milyonlar köpek gibi terbiye edilir. Mesele bu.İşe yaradı mı? Elbette işe yaradı. Oruç tutmayanlar artık en muhafazakar ilçe ve beldelerde bile rahat olabileceklerini biliyorlar. Onlar için, oruçlu yaratıkları terbiye ettiler daha önce.
Allah'sız toplumun (Sekülerizmi kastediyorum. Allah sadece göklere karışır.) oruç tutanları ile yine Allah'sız toplumun oruç tutmayanları nihayet evcilleştirildi ve artık ezik oruçlu, oruçsuzu göstermeyen gözlüklerini çıkarmıyor bu ayda.
Evet, resmen bir hayvanı terbiye eder gibi terbiye ettiler Allah'sız toplumun oruçlularını. Başarılı oldular. Onlar açısından gerekliydi belki. Olaylar abarttıkları gibi hiçbir zaman olmadı. Yani herkes rahatça oruçsuz olduğunu izhar edebiliyordu ama yine de burnu sürtülse iyi olurdu ve her seferinde hatırlatılsa iyi olurdu.
Durum özeti:
Oruç tutan ve oruçsuz dövmek isteyen, vahşidir. Oruç tutmayan ve bunu oruçlunun gözüne sokmak isteyen de saldırgan bir vahşidir. Seküler dünya ormanı böyle.Peki oruç ne?
Allah'ın (Allahlı toplum için), kullarından, kendilerini tutmayı belli şartlar altında öğrenmesini istediği bir ibadet. İnsan olabilmesi için iradesini denetim altına alma alıştırması. Merak edenler için, ödülü de çok. Zor bir uygulama oruç. Yemek ve su gibi ihtiyaçların askıya alınması yanında kendinizi de askıya almanız gerekiyor. Normal günlerde verdiğiniz tepkileri de kontrol etmeniz gerekiyor hem de bunu zor şartlar altında yapmanız gerekiyor.İlk uygulama nasıl olmuş?
Bir masal var, minik bir örnek... Osmanlı toplumunda bir Ermeni, Müslüman komşusu oruçlu olduğu için çocuğuna dışarıda yemek yedirmezmiş falan... Olabilir. Komşuluk böyledir zaten. Fakat düşünün, Ermeni, Rum vb. gayr-i müslim halk yiyecek sektörünün kontağını tamamen kapatıyor muydu? Bir devletin onlardan böyle bir şey istemesini gerektirecek bir yetkisi bir hakkı var mıdır? Elbette yoktur. Gayr-ı müslümlerin günlük faaliyetleri normal seyrinde devam edecek. Biz onlardan bunu bekliyoruz. Evet, vicdanları varsa bitkin haldeki oruçlunun gözüne bakarak sıcak havada kafasına suyu dikmeyecektir ki, zaten bu medeniyete/insanlığa sığmaz! İsterse bunu da yapabilir. Komşuluk örneği üzerinden bütün bir tarihi bir çırpıda anlattığını zanneden insanlar bu örnek üzerinden (Komşunun Ermeni çocuğu örneği) bugünün oruçsuzlarını linç ederler aslında. Bakın gavur bile oruçluya saygılıydı ama siz gavurdan betersiniz, gibi.İlk örneklere dönelim...
Allah Resulü Mekke'de oruç tutmuştur, tutmamıştır burası kalsın. Zira orası kontrolü altında olan bir yer değildi. Medine dönemine bakalım. Müşrikler vardır, Yahudiler vardır, Müslümanlar vardır azınlık olarak. Güçlü oldukları dönemde bile şehirde hala gayr-ı müslimler vardır. Ramazan ayında yapılan bir düzenleme bilen var mı? Oruç tutmayanların yasaklanması, engellenmesi vb. bir faaliyet? Oruçlu olmayanlara yönelik bir eylem de hatırlamıyorum. Allah Resulünün böyle bir derdinin olabilmesi de mümkün görünmüyor. Kur'an zaten bu ibadetin inananlara farz kılındığını söyleyip bırakıyor. Yani tutmayanlar vahyin konusu bile değil. Hangi toplumsal şartlarda tutacağınız da vahiyle ve elçiyle düzenlenmiş değil. Emre itaat etmek ve kendinizi gerçekleştirmek istiyorsanız bunu var olan şartlarda yapacaksınız. Sıcak, soğuk, oruçlu toplum, oruçsuz toplum… Bunlar size engel de olmayacak dert de olmayacak. Tamamen özgürsünüz, oruç tutmak zorunda değilsiniz. Zira Allah sadece kullarından böyle bir şey istiyor ve özgür bırakıyor. Tutarsanız size daha dünyadayken pek çok katkısı olacaktır. Tutmazsanız her tutmadığınız seferde kendinizi kendi ellerinizle kulluk dairesinin dışına taşıyacaksınız ki, bu da Allah’ı üzer. Zira O kullarının iyiliğini istiyor ve rahmet olsun diye elçiler ve vahiy gönderiyor.Allah asla zorlamıyor.
Allah zorba değil. Elçisine de aynısını söylüyor, sen zorba değilsin, müjdele, uyar, örnek ol! Bu kadar. Buradan sonuç çıkarması gereken inanan şöyle bir sonuç çıkarmalıdır: Allah zorlamaz, elçisi zorlamaz ama ben bir deneyeyim! Şaka bir yana sonuç bellidir: İnsanlar, insanlardan, saygı gösterdikleri kadar saygı görürler. Allah çok güçlüdür, hak edeni hemen cezalandırsa yeryüzünde canlı (sorumlu tutulan) kalmazdı. Oruç tutmayan cezalandırılacak olsaydı yeryüzünde (ahireti kastetmiyorum.) onu önce Allah yapardı. Size bırakılmadı. İmanı sahiden kalabilirse bu haldeyken ömrünün sonuna kadar, belki Allah tarafından af bile edilebilir. Evet, mümkündür. Fakat merak etmeyin sizin oruçlar boşa gitmeyecek. Çıkar düşünmeyi bırakın, kendinizi tutmayı öğrenin.Oruçlu ne yapmalı?
Oruçlu insanın orucu sebebiyle birilerini düzene koyması gerekmez. Kendisini düzene koyması beklenir. Normal hayatının idame ettirirken bir yandan da içine odaklanmalıdır. Dikkati bu ay daha çok kendi iç dünyasına olmalıdır. Öfkesinin, isteklerinin, dürtülerinin açlık ile birlikte zirve yaptığı anlarda kendini tutmayı öğrenmesi gerekiyordur zira. Bu haldeyken odak noktasını dışarı verirse kahrolacaktır, kavga edecektir, kendini tutamayacaktır.Kendini tutamayan sadece aç kalacaktır.
Ki, murad edilen bu değildir.Oruç tutmayan ne yapmalı?
Bundan emin değilim ve beni de ilgilendirmez. Bu konuyu burada konuşmamalıyız da zaten. Fakat oruç tutmayanlardan beklentilerimizi iletebiliriz. İletişim medeniyetin temelidir. Beklentilerimiz şunlar: Lütfen bu sıcakta susuz kalmayın, susadıysanız su içmek için kuytu köşe aramınıza gerek yok. Aç kalmayın, acıktıysanız açık olan mekanlarda ve şehir hayatının normal zamanlarında yemek yenilen mekanlarında bu ihtiyacınızı giderin. Elinizde tost falan sokakta yürüyerek yemek zaten size yakışmıyor. Mağaradan yeni mi çıktınız, sorusuna muhatap olmayın. Bir bankın üstüne oturun lezzeti hissede hissede yiyin için. Öyle ayakta, gezerek falan tadı çıkmaz sadece açlığınızı bastırır. Yani ben şu halimle düşünüyorum da öyle yapardım. Şu mis gibi kızarmış patetesler ve tost yanında acılı şalgam öylesine atıştırılacak şey midir Allah aşkına?Oruç değilseniz tadını çıkarın.
Sizden beklentilerimize gelince…
Bize saygı duymanızı değil, inancımıza saygı duymanızı bekliyoruz. Zira biz sizin inancınıza saygı duyuyoruz. İnancınızın gereklerini yerine getirirken sizi eleştirmiyoruz. Sekülerizmin mabedlerinde her tür görgü kuralına uyuyoruz. (AVM, sokak, okul, hastane, vb...) Sizden beklediğimiz sadece medeniyetin gerekleridir. Yediklerinizin kaplarını sokağa değil çöpe atın. Sigara zaten bayağı insanların tükettiği adi bir nesne… Bunu sokakta içiyor olmanız kalitenizi düşürüyor. (Evet, benim de) Yine de öyle yapmak istiyorsanız diğer insanların yüzüne üflemeyin. Oruçlu oruçsuz fark etmez, kimsenin yüzüne üflemeyin. Oruçlu çalışanınız varsa ve mümkünse işini kolaylaştırın bu ay. Zira o kişi oruç tutarak kendini geliştirmek istiyor. Bunun size de faydası dokunur ileride.İnanan insanlar için Ramazan ayı güzel ve elbette zor bir ay.
Güzelliği ve zorluğu bir biri içine geçmiş ve farkında olmadan tükenip gidiyor.
Ramazan ayı oruç ayı gibi algılanmıştır bütün bunların üstüne. Değildir.
Ramazan vahiy ayıdır.
Allah vahiy ile merhamet etmiştir bize. O yüzden merhamet ayıdır aynı zamanda. Konumuz oruç olduğu için bu yanlarına değinemedik. Belki bir gün. Ramazan asla oruç ayı değildir. O ayda oruç farzdır sadece. Vahiy ve merhamet ayında merhametsizlik etmek yakışmaz inanan insana.
Ramazan bereket ve hayırlar getirsin.
Ramazan bereket ve hayırlar getirsin.
30 Mayıs 2017
RESMİ İFTAR (KISA HİKAYE)
RESMİ İFTARLAR
M.Uysal
Kısa hikayedir... Uzatmadan okuyunuz.
Kurumumuzun düzenlediği iftara davetlisiniz. LCV.
Bir düğün salonu...
Kapıda davetliler tek tek karşılanır. Çok zaman karşılanmaz. Önemli olanları karşılanır. Her neyse işte.
Ezan yaklaşmıştır.
Masalar donatılmıştır.
Herkes bir yerlere oturur. Protokol yerini alır. (Bu tür zamanlarda protokol ne hikmetse hiç geç kalmaz.) Kendini protokol hissedenler biraz kıvranırlar, acaba bize de yer ayrıldı mı yoksa herkes gibi biz de bir yer bulup oturacak mıyız?
Ezana çok az kalmıştır.
Yanınıza kim düşerse onunla havadan sudan bir şeyler konuşursunuz. Tanışma faslı falan olmaz. Zaten herkes birbirini tanıyordur. Onlarca kez aynı şekilde karşılaşmışsınızdır zaten. Bazıları öyle rastgele oturmaz zira sevmediği birileri denk gelirse hoş olmayacağını düşünür. Bazıları dediğime bakmayın büyük çoğunluk böyle yapar. Herkesin birbiriyle takıştığı bir yer mutlaka vardır.
Masalarda herkes yerini aldı mı?
Hayır. Aralarda masa masa dolaşanlar vardır. Selamlaşma, tokalaşma hal hatır sorma, vb.
Masadaki herkes fevkalade kibardır. Arada bazıları çıkar ortalığı şenlendirecek ama yine de nezaket kuralları içinde kalır.
Ezan okundu mu?
Hayır.
Daha var. Gözler etrafta gezinir bir yandan da. Acaba protokolden gelmeyen var mı, kim kiminle nerede, kim neden gelmemiş, o niye oraya oturmuş, yemek dağıtımı nereden başlayacak? Herkes masada kendine ayrılmış çatal kaşık, tabak çanak ne varsa tekrar gözden geçirir.
Bütün masalar doldu mu?
Hemen hemen.
Ooo, kendince önemli yahut masadaki birisi için önemli biri mi geldi, hemen bir sandalye daha atın buraya. Diğer masada boş yer olsun önemli değil, servis de açılsın hemen.
Ezana çok az kaldı.
Herkes huşu içinde iftarı bekliyor. Bazıları ülkeyi yeni baştan imar ediyor gerçi ama olsun ezanla birlikte susacaklar.
Sahnede birileri olur bazen. Sazendeler hazırdır. Bazen ezanı da onlardan birisi okur. Hafiften bir müzik de olur eşliğinde. Bazı zaman Kur'an okunur. Pek duyan olmaz ama önemlidir, manevi hava, atmosfer, ambiyans...
Ya hu şu ezan okunsun!
Tamam, okundu.
Çok olmaz ama birisi iftar duası yapar. Çoğu başlamıştır bile. Amin.
Amin, amin. Afiyet olsun.
Çorba güzelmiş.
Biraz tuzu eksik galiba.
Tuzu uzatsana kardeşim.
Birader şu gazozu bir açsana. Bazı çakmakla açanlar da olur. Al, al bunu da aç. "Pamp!" Araya bira esprileri girer masa uygunsa ve tanıdık çevre fazlaysa. (Bu kadar detay da fazla canım.)
Bazıları çorbalarını bitirir bitirmez yanındakine ana yemeği rezerve edip hava (!) almaya çıkar.
Masadaki onlarca şey (şey işte, yani yenilebilir bir sürü malzeme) yavaşça tüketilir ana yemek gelene kadar.
Dağıtım çok yavaş canım.
Bu safhada kibarlık biraz elden bırakılır.
Usta, bu tarafı da görün.
Kaşık gürültüsünden çok da fark edilmez zaten bu sesler. Bu yüzden nezakete bir şey olmaz.
Ana yemek de geldi. Zaten çoğunluk doydu ama bunun da tadına bakılsa iyi olur.
500 bazen 1000 kişilik salon...
Her masa kendi arasında yemeğini yiyor. Birlik ve beraberlik az sonra sağlanacak. Yemeğin amacı zaten genelde bu olur.
Çay yok mu birader?
Çay da gelir az sonra ama kolay değil biraz sabredeceksin.
Kimisi daha çorbasından ayrılmışken "Amin!" diye bir ses yükselir. Dua edilecek. Şükür lazım.
Bu arada canlı yahut cansız müzik gırtlağımızla kulağımız arasında ritimli ritimsiz salınır durur.
Sunucu sahneye çıkar, etrafa bakınır. İşaret gelir.
Böyle feyizli, bereketli bir ayda manevi bir atmosferde bir arada olmaktan, kaynaşıp tanışmaktan, orucumuzu birlikte açmaktan... Sonra, ev sahibi kurumun başı çıkar ve günün anlam ve önemine dair genellikle kısa çok zaman uzun aman işte kişiye göre değişiyor... Bir konuşma yapar. Masaların yarısı dışarıda hava (!) almaktadır. Bazı masalara çay bile gelmiştir ama bazı masalar ana yemeği, konuşana ayıp olmasın diye çekinerek yemeğe çalışmaktadır. Tatlı kısmına geçilse kolay aslında. Konuşanın gözüne bakarak çatala takılı tatlıyı ağza alıp avurtları yavaş yavaş şişirerek dinlemek pek keyif vericidir.
Birisi masadakilerle vedalaşır, aman evde misafirim var...
Diğeri, başka bir toplantıya yetişecektir, o da vedalaşır.
Konuşmalar sürer bu arada. Ne güzel bir günde anlamlı bir şekilde onlarca defa bir araya gelmekten ve aynı yemekleri yemekten hasıl olan memnuniyet dile getirilir. Yemek bahanedir aslında, bu manevi ayın atmosferinden birlik içinde bir görüntü alınmıştır, öyle değil mi sevgili basın?
O, şahane kareler yakalandı bile.
Konuşmalar sürerken bazıları akşam namazından dem vurur. Bazıları teravihten...
Garsonlar masaları çoktan toplamaya başlamıştır. Bazıları daha tatlısını yiyecek gerçi, olsun. Gülümseyerek savuşturulur.
Konuşmalar biter. Fotoğraflar çekilir. Zaten giden gitmiştir. Kaynaşan kaynaşmış, birlik olacak olan birliğini kurmuştur.
Dağılma vaktidir.
Tokalaşılır, kapı önünde vedalaşılır. Ayrılınır.
Ertesi günü aynı ekibe yine başka bir kurumdan davetiye gelir.
LCV.
Gitmesen olmaz, değil mi ama?
M.Uysal
Kısa hikayedir... Uzatmadan okuyunuz.
Kurumumuzun düzenlediği iftara davetlisiniz. LCV.
Bir düğün salonu...
Kapıda davetliler tek tek karşılanır. Çok zaman karşılanmaz. Önemli olanları karşılanır. Her neyse işte.
Ezan yaklaşmıştır.
Masalar donatılmıştır.
Herkes bir yerlere oturur. Protokol yerini alır. (Bu tür zamanlarda protokol ne hikmetse hiç geç kalmaz.) Kendini protokol hissedenler biraz kıvranırlar, acaba bize de yer ayrıldı mı yoksa herkes gibi biz de bir yer bulup oturacak mıyız?
Ezana çok az kalmıştır.
Yanınıza kim düşerse onunla havadan sudan bir şeyler konuşursunuz. Tanışma faslı falan olmaz. Zaten herkes birbirini tanıyordur. Onlarca kez aynı şekilde karşılaşmışsınızdır zaten. Bazıları öyle rastgele oturmaz zira sevmediği birileri denk gelirse hoş olmayacağını düşünür. Bazıları dediğime bakmayın büyük çoğunluk böyle yapar. Herkesin birbiriyle takıştığı bir yer mutlaka vardır.
Masalarda herkes yerini aldı mı?
Hayır. Aralarda masa masa dolaşanlar vardır. Selamlaşma, tokalaşma hal hatır sorma, vb.
Masadaki herkes fevkalade kibardır. Arada bazıları çıkar ortalığı şenlendirecek ama yine de nezaket kuralları içinde kalır.
Ezan okundu mu?
Hayır.
Daha var. Gözler etrafta gezinir bir yandan da. Acaba protokolden gelmeyen var mı, kim kiminle nerede, kim neden gelmemiş, o niye oraya oturmuş, yemek dağıtımı nereden başlayacak? Herkes masada kendine ayrılmış çatal kaşık, tabak çanak ne varsa tekrar gözden geçirir.
Bütün masalar doldu mu?
Hemen hemen.
Ooo, kendince önemli yahut masadaki birisi için önemli biri mi geldi, hemen bir sandalye daha atın buraya. Diğer masada boş yer olsun önemli değil, servis de açılsın hemen.
Ezana çok az kaldı.
Herkes huşu içinde iftarı bekliyor. Bazıları ülkeyi yeni baştan imar ediyor gerçi ama olsun ezanla birlikte susacaklar.
Sahnede birileri olur bazen. Sazendeler hazırdır. Bazen ezanı da onlardan birisi okur. Hafiften bir müzik de olur eşliğinde. Bazı zaman Kur'an okunur. Pek duyan olmaz ama önemlidir, manevi hava, atmosfer, ambiyans...
Ya hu şu ezan okunsun!
Tamam, okundu.
Çok olmaz ama birisi iftar duası yapar. Çoğu başlamıştır bile. Amin.
Amin, amin. Afiyet olsun.
Çorba güzelmiş.
Biraz tuzu eksik galiba.
Tuzu uzatsana kardeşim.
Birader şu gazozu bir açsana. Bazı çakmakla açanlar da olur. Al, al bunu da aç. "Pamp!" Araya bira esprileri girer masa uygunsa ve tanıdık çevre fazlaysa. (Bu kadar detay da fazla canım.)
Bazıları çorbalarını bitirir bitirmez yanındakine ana yemeği rezerve edip hava (!) almaya çıkar.
Masadaki onlarca şey (şey işte, yani yenilebilir bir sürü malzeme) yavaşça tüketilir ana yemek gelene kadar.
Dağıtım çok yavaş canım.
Bu safhada kibarlık biraz elden bırakılır.
Usta, bu tarafı da görün.
Kaşık gürültüsünden çok da fark edilmez zaten bu sesler. Bu yüzden nezakete bir şey olmaz.
Ana yemek de geldi. Zaten çoğunluk doydu ama bunun da tadına bakılsa iyi olur.
500 bazen 1000 kişilik salon...
Her masa kendi arasında yemeğini yiyor. Birlik ve beraberlik az sonra sağlanacak. Yemeğin amacı zaten genelde bu olur.
Çay yok mu birader?
Çay da gelir az sonra ama kolay değil biraz sabredeceksin.
Kimisi daha çorbasından ayrılmışken "Amin!" diye bir ses yükselir. Dua edilecek. Şükür lazım.
Bu arada canlı yahut cansız müzik gırtlağımızla kulağımız arasında ritimli ritimsiz salınır durur.
Sunucu sahneye çıkar, etrafa bakınır. İşaret gelir.
Böyle feyizli, bereketli bir ayda manevi bir atmosferde bir arada olmaktan, kaynaşıp tanışmaktan, orucumuzu birlikte açmaktan... Sonra, ev sahibi kurumun başı çıkar ve günün anlam ve önemine dair genellikle kısa çok zaman uzun aman işte kişiye göre değişiyor... Bir konuşma yapar. Masaların yarısı dışarıda hava (!) almaktadır. Bazı masalara çay bile gelmiştir ama bazı masalar ana yemeği, konuşana ayıp olmasın diye çekinerek yemeğe çalışmaktadır. Tatlı kısmına geçilse kolay aslında. Konuşanın gözüne bakarak çatala takılı tatlıyı ağza alıp avurtları yavaş yavaş şişirerek dinlemek pek keyif vericidir.
Birisi masadakilerle vedalaşır, aman evde misafirim var...
Diğeri, başka bir toplantıya yetişecektir, o da vedalaşır.
Konuşmalar sürer bu arada. Ne güzel bir günde anlamlı bir şekilde onlarca defa bir araya gelmekten ve aynı yemekleri yemekten hasıl olan memnuniyet dile getirilir. Yemek bahanedir aslında, bu manevi ayın atmosferinden birlik içinde bir görüntü alınmıştır, öyle değil mi sevgili basın?
O, şahane kareler yakalandı bile.
Konuşmalar sürerken bazıları akşam namazından dem vurur. Bazıları teravihten...
Garsonlar masaları çoktan toplamaya başlamıştır. Bazıları daha tatlısını yiyecek gerçi, olsun. Gülümseyerek savuşturulur.
Konuşmalar biter. Fotoğraflar çekilir. Zaten giden gitmiştir. Kaynaşan kaynaşmış, birlik olacak olan birliğini kurmuştur.
Dağılma vaktidir.
Tokalaşılır, kapı önünde vedalaşılır. Ayrılınır.
Ertesi günü aynı ekibe yine başka bir kurumdan davetiye gelir.
LCV.
Gitmesen olmaz, değil mi ama?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)