yemek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yemek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mayıs 2017

RESMİ İFTAR (KISA HİKAYE)

RESMİ İFTARLAR
M.Uysal
Kısa hikayedir... Uzatmadan okuyunuz.
Kurumumuzun düzenlediği iftara davetlisiniz. LCV.
Bir düğün salonu...
Kapıda davetliler tek tek karşılanır. Çok zaman karşılanmaz. Önemli olanları karşılanır. Her neyse işte.
Ezan yaklaşmıştır.
Masalar donatılmıştır.
Herkes bir yerlere oturur. Protokol yerini alır. (Bu tür zamanlarda protokol ne hikmetse hiç geç kalmaz.) Kendini protokol hissedenler biraz kıvranırlar, acaba bize de yer ayrıldı mı yoksa herkes gibi biz de bir yer bulup oturacak mıyız?
Ezana çok az kalmıştır.
Yanınıza kim düşerse onunla havadan sudan bir şeyler konuşursunuz. Tanışma faslı falan olmaz. Zaten herkes birbirini tanıyordur. Onlarca kez aynı şekilde karşılaşmışsınızdır zaten. Bazıları öyle rastgele oturmaz zira sevmediği birileri denk gelirse hoş olmayacağını düşünür. Bazıları dediğime bakmayın büyük çoğunluk böyle yapar. Herkesin birbiriyle takıştığı bir yer mutlaka vardır.
Masalarda herkes yerini aldı mı?
Hayır. Aralarda masa masa dolaşanlar vardır. Selamlaşma, tokalaşma hal hatır sorma, vb.
Masadaki herkes fevkalade kibardır. Arada bazıları çıkar ortalığı şenlendirecek ama yine de nezaket kuralları içinde kalır.
Ezan okundu mu?
Hayır.
Daha var. Gözler etrafta gezinir bir yandan da. Acaba protokolden gelmeyen var mı, kim kiminle nerede, kim neden gelmemiş, o niye oraya oturmuş, yemek dağıtımı nereden başlayacak? Herkes masada kendine ayrılmış çatal kaşık, tabak çanak ne varsa tekrar gözden geçirir.
Bütün masalar doldu mu?
Hemen hemen.
Ooo, kendince önemli yahut masadaki birisi için önemli biri mi geldi, hemen bir sandalye daha atın buraya. Diğer masada boş yer olsun önemli değil, servis de açılsın hemen.
Ezana çok az kaldı.
Herkes huşu içinde iftarı bekliyor. Bazıları ülkeyi yeni baştan imar ediyor gerçi ama olsun ezanla birlikte susacaklar.
Sahnede birileri olur bazen. Sazendeler hazırdır. Bazen ezanı da onlardan birisi okur. Hafiften bir müzik de olur eşliğinde. Bazı zaman Kur'an okunur. Pek duyan olmaz ama önemlidir, manevi hava, atmosfer, ambiyans...
Ya hu şu ezan okunsun!
Tamam, okundu.
Çok olmaz ama birisi iftar duası yapar. Çoğu başlamıştır bile. Amin.
Amin, amin. Afiyet olsun.
Çorba güzelmiş.
Biraz tuzu eksik galiba.
Tuzu uzatsana kardeşim.
Birader şu gazozu bir açsana. Bazı çakmakla açanlar da olur. Al, al bunu da aç. "Pamp!" Araya bira esprileri girer masa uygunsa ve tanıdık çevre fazlaysa. (Bu kadar detay da fazla canım.)
Bazıları çorbalarını bitirir bitirmez yanındakine ana yemeği rezerve edip hava (!) almaya çıkar.
Masadaki onlarca şey (şey işte, yani yenilebilir bir sürü malzeme) yavaşça tüketilir ana yemek gelene kadar.
Dağıtım çok yavaş canım.
Bu safhada kibarlık biraz elden bırakılır.
Usta, bu tarafı da görün.
Kaşık gürültüsünden çok da fark edilmez zaten bu sesler. Bu yüzden nezakete bir şey olmaz.
Ana yemek de geldi. Zaten çoğunluk doydu ama bunun da tadına bakılsa iyi olur.
500 bazen 1000 kişilik salon...
Her masa kendi arasında yemeğini yiyor. Birlik ve beraberlik az sonra sağlanacak. Yemeğin amacı zaten genelde bu olur.
Çay yok mu birader?
Çay da gelir az sonra ama kolay değil biraz sabredeceksin.
Kimisi daha çorbasından ayrılmışken "Amin!" diye bir ses yükselir. Dua edilecek. Şükür lazım.
Bu arada canlı yahut cansız müzik gırtlağımızla kulağımız arasında ritimli ritimsiz salınır durur.
Sunucu sahneye çıkar, etrafa bakınır. İşaret gelir.
Böyle feyizli, bereketli bir ayda manevi bir atmosferde bir arada olmaktan, kaynaşıp tanışmaktan, orucumuzu birlikte açmaktan... Sonra, ev sahibi kurumun başı çıkar ve günün anlam ve önemine dair genellikle kısa çok zaman uzun aman işte kişiye göre değişiyor... Bir konuşma yapar. Masaların yarısı dışarıda hava (!) almaktadır. Bazı masalara çay bile gelmiştir ama bazı masalar ana yemeği, konuşana ayıp olmasın diye çekinerek yemeğe çalışmaktadır. Tatlı kısmına geçilse kolay aslında. Konuşanın gözüne bakarak çatala takılı tatlıyı ağza alıp avurtları yavaş yavaş şişirerek dinlemek pek keyif vericidir.
Birisi masadakilerle vedalaşır, aman evde misafirim var...
Diğeri, başka bir toplantıya yetişecektir, o da vedalaşır.
Konuşmalar sürer bu arada. Ne güzel bir günde anlamlı bir şekilde onlarca defa bir araya gelmekten ve aynı yemekleri yemekten hasıl olan memnuniyet dile getirilir. Yemek bahanedir aslında, bu manevi ayın atmosferinden birlik içinde bir görüntü alınmıştır, öyle değil mi sevgili basın?
O, şahane kareler yakalandı bile.
Konuşmalar sürerken bazıları akşam namazından dem vurur. Bazıları teravihten...
Garsonlar masaları çoktan toplamaya başlamıştır. Bazıları daha tatlısını yiyecek gerçi, olsun. Gülümseyerek savuşturulur.
Konuşmalar biter. Fotoğraflar çekilir. Zaten giden gitmiştir. Kaynaşan kaynaşmış, birlik olacak olan birliğini kurmuştur.
Dağılma vaktidir.
Tokalaşılır, kapı önünde vedalaşılır. Ayrılınır.
Ertesi günü aynı ekibe yine başka bir kurumdan davetiye gelir.
LCV.
Gitmesen olmaz, değil mi ama?


11 Ekim 2016

Aşura ve Milyon Sevaplar

 
















Aşura ve Milyon Sevaplar
Mustafa Uysal

Etraflıca değil basitçe bir araştırma ile dahi görülebilecek bir gerçek var ki, aşura ile ilgili bildiklerimizin pek çoğu yalan yanlış şeylerden ibaret. Hatta ismi bile. Aşure değil aşura. Sonradan dilimizde yerleşerek incelmiş ve aşure ismiyle bir yemek çeşidi olmuştur.

Bugünle ilgili bahsi geçen rivayetler epey var. Bu rivayetlerin en büyük bölümü 6 sahih hadis kitabında yer almıyor. Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda ise bu tür rivayetlerin israiliyat olduğunun altı çizilmiş. (İsrailiyat: Eski Yahudi/Hristiyan kaynaklarından sorgulanmadan alınmış ve İslama dahil edilmiş her şey.) O gün tutulan oruçla ilgili senenin tamamını oruçlu geçirmekle eş tutulması gibi şeylerin de dayanağı yine 6 kitabın dışında kalıyor. Şu rivayeti dikkatle okuyalım: ‘Âşûrâ Allah’ın günlerinden bir gündür, dileyen bu günde oruç tutsun, dileyen tutmasın’ buyurmuştur Allah Rasulü.” (Müsned, II, 57, 143) Ramazan orucu emredilince Rasulullah böyle söylemiş. Yani o gün normal bir gün.

Diyanet İslam Ansiklopedisinin “Aşura” maddesini Yusuf Şevki Yavuz hazırlamış ve epey bilgilendirici. Orada örneğin Nuh Peygamberle bu tuhaf yemeğin herhangi bir ilişkilendirilmesine rastlamıyoruz. Hadislerde de bu tuhaf yemeğe rastlamıyoruz. Çok eskilerden beri bir gelenek ve Osmanlı zamanında zirve yapmış.

Alıntılarla devam edelim…

“Âşûrânın menşeiyle ilgili bu iki yorum dışında bazı tarih, hadis ve fıkıh kitaplarında yer alan haberler, bu günü Hz. Âdem’in tövbesinin kabul edildiği, Hz. Yûnus’un balığın karnından çıkarıldığı, Hz. Mûsâ ve Îsâ’nın doğduğu, Hz. Süleyman’a mülkün verildiği, Hz. Dâvûd’un tövbesinin kabul edildiği, Hz. Peygamber’in geçmiş ve gelecek bütün günahlarının affedileceğine dair kendisine Allah tarafından teminat verildiği ve Mekke’den Medineye hicret ettiği gün olarak tavsif ederler (Diyarbekrî, I, 360). Ne var ki bunları ilmen doğrulama imkânı olmadığı gibi bir kısmının yanlışlığı da ortadadır. Meselâ Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti 10 Muharrem’de değil 12 Rebîülevvel’de gerçekleşmiştir. Bunun dışındaki rivayetlerin ise İsrâiliyat*a dayandığı kabul edilmektedir.” (A.G.E) Bugünle ilgili bu söylemler, hocalar ve bilen bilmeyen herkes tarafından her yerde anlatılıyor ve yazılıyor. Anlaşılan o ki, insanlar böyle hikayeleri seviyorlar gerçeğin peşinden gitmek pek de zevkli değil.

Yine aynı yerden alıntı…
“Âşûrâda oruç tutmanın fazileti konusunda sahih hadislerin bulunmasına karşılık o gün yıkanmak, gözlere sürme çekmek, süslenmek, kına yakmak, bayramlaşmak, hububat karışımı aş (aşure) pişirmek, sadaka vermek, mescidleri ziyaret etmek, kurban kesmek gibi fiiller hakkında sahih bir rivayete rastlanmamıştır. Hadis olduğu öne sürülen metinlerin birçoğunun gerçekte hadis olmayıp Câhiliye âdetlerine ve yahudi geleneklerine dayanması kuvvetle muhtemeldir. Zira bu âdetleri Resûlullah’ın ve ashabının yaptığına dair herhangi bir kayıt yoktur. Meselâ, “Âşûrâ günü sürme çeken helâk olmaz”, “Âşûrâ günü gusleden o yıl hasta olmaz” tarzındaki rivayetler son devir kitaplarında yer almış ve İbn Teymiyye’nin ifadesine göre bu gibi hususlar Ehl-i beyt’e buğzeden Nâsibîler tarafından uydurulmuştur (MecmûǾu Fetâvâ, II, 302).” Hakkında hiç kayıt olmayan şeyleri bile varmış gibi kabul etmek hatta bunları dindarlık adına yapmak herhalde hastalıklı bir aklın ürünü olsa gerek. Yusuf Kahraman’ın şöyle bir tespiti var: “Kur'an’ın mücadele ettiği iki tip vardı, hatırlatmakta fayda var; 1- Aklını kullanmayanlar. 2- Aklını kullanmayanları kullananlar.” Bu tespit bu örnekle sanırım daha iyi anlaşılır.

Aşure yemek istiyorsanız bunu anlarım lakin Nuh Aleyhisselam ile ilişki kurarsanız bu büyük bir zulüm olur, bugün yaptığınız o tuhaf karışımla. 950 sene büyük bir azimle tebliğ yapıp karşılığını alamamış büyük bir peygamberin hatırası herhalde bir tatlı ile olmamalıdır. Tamam, gelenektir, yaşatalım ama asla Nuh Aleyhisselam ile hele onun yaşamı ile anılmasın. Onun yaşamı Kur’an’da özetlenmiştir ve hiç de aşureye benzememektedir. Onu anmak isteyen Kur’an’a baksın ve görsün. Görsün ki, Nuh nasıl bir örnektir.

Dahası bugünlerin siyasi yönü var…

O yönüne hiç girmek istemiyorum zira hiçbirimizin sorumlu olmadığı o şahadet günü vesilesiyle türlü düşmanlıklar yaşatılmaya çalışılıyor ve olmadık kan revan görüntüler yayılıyor etrafa. Buna hiç girmek istemiyorum.

Sanırım bir gazete köşesi ile ilim elde etmeyi düşünmüyorsunuz. O yüzden gidip daha detaylı öğrenmek için bu sadece bir giriş olabilir ancak.