EKMEK BIÇAĞI (HEM DE HİÇBİR TEDAİ OLMAKSIZIN)
Gecenin ortasında altını ıslatan bir çocuk gibi kalkıp, karanlığa baktım. Sonra, sevindim. Hangi şey beni sevindirdi bilemedim. Biraz düşününce hatırlarım sandım; düşünürken uyumuşum. Hangi rüyanın tesiri bilinmez, ekmek bıçağını özlediğim aklıma geldi. Hem de çeşit çeşit bıçaklardı özlediklerim. Yatağımdan hafif doğrulup ışıklı saate baktım. (Saatin kaç olduğu sahiden bana kalsın istiyorum.) Ne kadar çok ekmek bıçağı girmişti hayatıma. Onları tek tek hatırlayıp, özlem gidermeye uğraştım. Sabah kalktığımda eşimin, kahvaltı sofrasına biçimsiz, yüzleri tırtıklı
bıçaklardan getirmemesini diledim.
Sol elimde çeşitli izler bırakan bıçaklarla başlar ekmek bıçağına meylim.
Mutfaktan kaptığım gibi (dış kapı zaten çok yakındı mutfağa) dışarı fırlardım. Kalın çam kabuklarından yonttuğum nice arabalar, hayvanlar, adlarını ve şekillerini unuttuğum nesneler vardı. Sol elimin baş ve işaret parmaklarındaki kesik izleri o bıçakları unutmama asla izin vermez. Baş ucumda duran küçük el fenerini yakıp yine baktım o yara izlerine. Gururlu (!) bir şövalyenin yeri geldiğinde övünç vesilesi yaptığı harp izleri gibi baktım onlara. Feneri söndürüp, parmaklarımla dokundum. Hissetmeye çalıştım; oradaydılar.
Dedemlerin evinde kaldığım bir yaz gününü hatırlarım... kocaman bir ekmek bıçakları vardı onların. Tahta saplı, geniş yüzlü, sivri uçlu bir şeydi. Yıkanmaktan sapı kararmış, yer yer oyuklar meydana gelmişti. Bahçede ufak tefek işlerle uğraşan dedem beni evden bir şey almak için göndermişti. Koşarak girdim. Odaya adımımı attığım zaman yerde serili sofra bezi hala duruyordu. Sofra bezi elbette heyecanlı bir çocuk tarafından da görülebilir şeydir. Ekmek bıçağını görmemiştim ama. Keskin yüzü yukarıda, ölü bir balık gibi duruyordu. Onu fark ettiğim zaman ayak tabanım hızla onun üzerine basmak üzereydi. Şimdi bile onun güzel duruşunu hafızamda saklı buluyorum, hem de bütün detaylarıyla. Sonrası malum işte. Her yer kan oldu. Bıçağa hiç öfke duymadım bu güne kadar, bıçağı orada unutanlara da. O bıçak ve o olayla ilgili bir tek şeye hayıflanırım: Sol el parmaklarımda ufak tefek sıyrık izleri bile belliyken o gün aldığım kocaman kesik yarasından ayak tabanımda bir tek iz olsun kalmadı.
İlk çocukluğumdan bu güne, pek çok ekmek bıçağı eskitmiş olduğumuzu söyleyebilirim. Her kurban bayramında bir bıçak satın almazdık da eskiden. Kurbanlarımızı dedem keserdi bir ara. Sapı ikiye ayrılmış ve tellerle tutturulmuş bıçaklarımızı özlerim en çok. Çünkü, onlar ailemizle en çok kalmış olanlardır. Dolayısıyla soframızda konuşulanlara, yediklerimize en çok onlar şahit olmuşlardı.
Sofrayla beraber gelip sofrayla beraber yine yerine dönen bu tehlikeli ama munis varlıklar hayatımızın ne vazgeçilmez parçalarıdır. Yeni tip sofralarda, yerlerini muhafaza edemeseler de bizim soframızdan epey zaman ayrılmayacaklarını garanti edebilirim. Kız istemeye giden erkeklerin kaynana tarafından ekmek kesmekle imtihan edildiği, evdeki ölüye son kez bekçilik ettiği, başı sıkışanın her türlü derdine deva olduğu düşünüldüğünde ekmek bıçağı, sadece ekmek bıçağı değildir. Plastikten yapılma, kara saplı, incecik yüzlü o, uyduruk bıçakları bir kenara bırakırsak, bilenmekten aşınmış ve artık her ailenin zevkine ve el yapısına uygun hale gelmiş çeşit çeşit ekmek bıçaklarını nasıl gözlerim yaşarmadan anabilirim?
Her evin kendine göre bir bıçağı vardı. Yahut ben onlara sahiplerine göre kişilikler izafe etmiştim. Kalabalık ve zengin bir ailenin mesela, kalın, uzun yüzlü ve keskin birkaç bıçağı olurdu. Bizim bıçaklarımız, hep bir yetişkinin karışı kadar uzunlukta ve başparmaktan da biraz enlice olurdu. Bazılarınınki kısacık ve ince yüzlüydü. Hatta bazılarının ekmek bıçakları, kemik saplıydı ve hançer edasıyla dururdu sofrada. Evin erkeği sofraya her oturuşunda eline önce onu alır ve kocaman ekmekleri düzgün dilimler halinde önünüze sererdi. Kalabalık düğün sofralarının misafirleri gibi tuhaf kılıklı bıçaklar da takılırdı gözüme. Sorumluluk sahibi delikanlı, bıçaklardan birisini kaptığı gibi bütün ekmeği pay ederdi sofrada oturanlara. Ekmek kesen delikanlılara daha bir özenle bakardı yaşlı kadınlar. “Aferin, oğluma.” Derlerdi gururla. Onların ekmek bıçağı tutan ellerinde, ekmeğini sırtlanabilecek bir erkeğin görünmeye başladığını düşünürlerdi belki de, kim bilir? Hafif kurumuş ekmeği kesemeyen ihtiyarlar, hemen suçu bıçağa yükler ve “Şu gözden eğeyi verin bana” derlerdi, kızmış görünerek. Hatta ortalarda bir de çocuk varsa, “Taşa mı vuruyorsunuz bunu?” diye, hafif yollu azarlanırdı.
İtiraf etmeliyim ki, usta işi, süslü, kakmalı, işlemeli ekmek bıçaklarımız olmadı hiç. Tahta saplı şeylerdi hepsi. Bazen, eski evimize gittiğimde kıyıda köşede rastladığım oluyor onlardan birine. Hiç kimse böyle bir sofra dostumuza kıyamamış olacak ki, küflü ve testere gibi yüzüyle gülümseyiverir, gördüğüm zaman. Kabarmış küflerini temizlemeye çalışırım boş yere. Olduğu yere bırakmaktan başka çarem olmadığını bilerek.
Onlar, hamur kıyarlar, ekmek keserler, ıspanak doğrarlar, et bölerler, börek, baklava dilimlerler, domates, patates, soğan soyarlar, ellere yapışmış hamuru kazırlar, yağ tenekesinin ağzını açarlar, kavun, karpuz, elma, portakal, ayva dilimlerler... her işi onlar yaparlar. Asmaları budadıkları, çoban değneği yonttukları, oyuncak kerttikleri, kağıt yırttıkları, boya kazıdıkları da çok olur. Velhasıl, ekmek bıçağıdır onlar, ne zaman ihtiyaç duysak mutfakta bizi beklerler.
Ey bütün bıçaklar! Ekmek kesen bir el kadar kim kutsamıştır sizleri? Gelin ve dünyayı kana bulayan insana ram olmayın başka bir iş için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder