4 Haziran 2010
Tavşanlı’da bugüne kadar birçok çok ortaklı şirket kuruldu ve çoğunluğu başarısızlıkla sonuçlandı. Halen sürenler var, bunların da durumları çok net değil başarı açısından bakıldığında. İlçemiz insanları birlikte iş yapmayı iyiliğe ortak olmayı seviyor. Dolayısıyla bu tür girişimlerde hep yer alıyorlar ve sanırım bundan sonra da yer almaya devam edecekler. Bu tür çok ortaklı şirketler ilçemizde bir türlü başarıya ulaşamadı. Sonunda gördük ki hep yıkım ve güvensizlik ortamı doğurdu. Herkes birbirini suçladı. Ortalık toz duman oldu ve zaten bu tür bir bunalımın ortasında kimse gerçek suçlunun kim yahut ne olduğunu sorgulayamadı. Kişisel suçlamalar olarak kaldı hepsi. Aslında acaba neler oldu? Yanlış olan neydi yahut hatalı olan kimdi? Bunları konuşurken kişilere takılmadan, suçlayıcı, yargılayıcı davranmadan sadece anlamaya çalışarak kişi ve kurum isimleri vermekten kaçındık. Maksadımız birilerini incitmek, sorgulamak değil vakaları sorgulamak, anlamaya çalışmak ve nihayetinde günümüze ışık tutacak sonuçlar elde etmek. Bu ilkeler ışığında, aynı zamanda çok ortaklı bir şirketin yöneticiliğini de yapan Mustafa Göktekin ile konuştuk. Umarım ileride atılacak adımlarda da aynı hatalara düşülmez ve ortaklığın, beraber iş yapmanın bereketine kavuşuruz. Röportaj için Tıklayınız.
Mustafa Uysal: Geçmişimizde birçok ortaklık tecrübesi olan bir ilçeyiz. İlk olarak şunu sormak istiyorum belki bu sorunun cevabı bu konuşmanın akışını etkileyecek. Bu ortaklıkların tamamı için soruyorum: Kurulan ortaklıklar kurucuları tarafından samimi olarak mı kuruldular yoksa bazı işgüzarların denemeleri miydi?
Mustafa Göktekin: Elbette samimiyete dayanıyordu. “Allah buyurdu ki; ‘İki ortaktan biri diğerine hıyanet etmediği sürece onların üçüncüsü benim. Şayet biri diğerine hıyanet ederse ben aralarından çıkarım.” Samimiydiler çünkü bu ülkenin istihdama ihtiyacı var, bu ülkenin insanlarının işe ihtiyacı var. Dolayısıyla kendisinde bu konuda vicdanen sorumluluk hisseden insanlar bu tür teşebbüslerde bulundular. Bu hadis uyarınca da ortaklık bizim inancımızda övülmüş bir durumdur. Maalesef bizde ortaklıklar arzu edilen manada çalışmadı, işlemedi.
M.U.: Anlaşılan kurulan bütün şirketler samimi bir niyetle kurulmuş. Bu tür ortaklıkların temel amaçları nelerdi?
M.G.: Çoğu zaman özel gruplarla kuruldu bu şirketler. Birinci ana amacı istihdam yani iş temini, ikinci ana amaç ise kendi çalışmalarına kaynak temin etmekti. Sonra bir amaç daha oluştu. İnsanlar verdikleri paraların kâr etmesini ve kısa zamanda da kendilerine dönmesini istediler.
M.U.: Aslında temel amaçların arasında kâr da olmalı değil miydi?
İnsanlar samimi olarak istihdam istiyorlardı, geleceklerini düşünüyorlardı, fakirin fukaranın evine ekmek gitmesini istiyorlardı.
M.G.: Tavşanlı’da kurulanlar için bu böyleydi kârı birinci plana koymamıştı insanlar. Pek çoğu kâr amaçlı değildi. İnsanlar samimi olarak istihdam istiyorlardı, geleceklerini düşünüyorlardı, fakirin fukaranın evine ekmek gitmesini istiyorlardı. Aslında şirketten öte vakıf gibi kuruldu bunların pek çoğu. Bu şekilde kurulunca da bunların başına gelen insanlar ekonomiden anlayan insanlardan ziyade o grupların başında bulunan veya onların görevlendirmiş olduğu, yakınlarında bulunan yahut söz sahibi olan güvenilir insanlardı.
M.U.: Hemen burada araya girmek istiyorum, bundan sonraki sorum zaten bu yönde. Bu ortaklıkların başında bulunan insanlar güvenilir mi diye soracaktım ki, siz öyle olduklarını söylediniz. Peki, bu adamların güvenilir olmaktan başka ortaklığı idare etmek üzere ne gibi özellikleri vardı?
M.G.: Öncelikle güvenilir olduklarını bir kez daha söylemek istiyorum. Niye? Uzunca süredir tanınıyorlardı, denenmişlerdi, fedakârlıklarını, samimiyetlerini, emeklerini, paralarını daha önceki zamanlarda ve işlerde ortaya koymuşlardı. Yani iyi bilinen emin kişilerdi.
M.U.: Yani bundan şüphe etmemeliyiz ortaklıkların başarısızlıklarını sorgularken?
M.G.: Hayır, asla. Fakat bu insanları sorgulamalıyız, ekonomiden anlıyor muydu, ticaretten anlıyor muydu, insan idare etmekten anlıyor muydu, üretimden anlıyor muydu, yatırımı biliyor muydu? Bunları sormak gerekiyordu ama kimse bunları sormadı.
M.U.: Aslında bu ortaklıkları samimi, hedefleri olan ama acemice diye tanımlamak mümkün mü?
M.G.: Yüzde doksan sekiz yüzde doksan dokuz böyle tarif edilebilir.
M.U.: Bu ortaklıkların şirket olarak kurulma zamanları var bir de. Anlaşılan herhangi bir zaman gözetilmedi. Örneğin: Dünya ekonomik dengeleri şu yönde, biz bu yatırımı şimdi yapmalıyız gibi bir zamanlama, değerlendirme yaptılar mı?
M.G.: Hayır, kendi ihtiyaçlarına göre belirlediler şirketlerin kurulmasını ve faaliyet alanlarını. Ülkemizin genel konumunu, dünya ekonomik konjonktürünü, Tavşanlı’nın genel durumunu, fırsatları falan pek dikkate almadılar. Düşündükleri şey şuydu: Biz şu kadar adamız, bu kadar adama da bir market lazım örneğin veya bir mobilya mağazası lazım veya bir ortak şirket lazım. Sadece kendimiz ekonomik faaliyette bulunsak yine de bu şirket yürür, sadece biz alışveriş etsek işler rayında gider mantığı vardı.
M.U.: Aslında fırsatlar ön plana alınmalı değil miydi? Örneğin bor şu an revaçta, haydi ortaklık kuralım ve bu fırsatı değerlendirelim denir, ortaklar bulunur borla ilgili bir şirket kurulur ve yatırımın zamanlaması amaçlaması doğruca belirlenir. Bu türden değerlendirmeler olmadan tabir yerindeyse kara düzen bir başlangıç oldu. Şöyle devam edelim: Kurulan şirketlerin belirlenen faaliyet alanları doğru muydu?
Burası bizim nasıl olsa beni idare ediversinler, dedik. Bunu herkes demeye başlayınca sorun oldu.
M.G.: Elbette faaliyet alanları kendilerine uygundu, ihtiyaçlarına da cevap veriyordu. Fakat problem uygunlukta ve ihtiyaca cevap verip vermediğinde değildi. Arz edilen şeylerde değildi. Taleplerde sıkıntı vardı. Aslında talep eden kişilerde sıkıntı vardı. Ekonomi arz ve talep üzerine kuruludur. Kurulan ortaklıklar ihtiyaç kadar arza sundular fakat bizde ters bir mantık çalıştı. Ortaklığımız olan yere “Bizim.” Dedik ve sahiplendik. İlk anda baktığınızda çok hoş bir şey. Buralar bizim, dedik sahiplendik buralardan alışveriş de ettik cirolarını da yükselttik gerçek anlamda ama kasalarına giren parayı düşürdük. Burası bizim nasıl olsa beni idare ediversinler, dedik. Bunu herkes demeye başlayınca sorun oldu. Karşılığını ya hiç ödemedik, ya vaktinde ödemedik, ya yeterince ödemedik…
M.U.: Bizden biri denildiği için de ekonomik anlamda bir sıkıştırma olmadı sanırım üyelere?
M.G.: Pek çok şey yüzünden sıkıştıramadık netice itibariyle. Ticaretin çoğu gerekleri uygulanamadı, uygulansaydı belki de fitne fesat meydana gelecekti, gelirdi.
M.U.: Neden fitne fesat çıksın ki hukuki düzlemde yürütülen, ticari bağlamda yürütülen işlemler olacaktı sonuçta?
M.G.: Konuşmamızın ta başında dikkat ederseniz söyledik. Profesyonel bir iş yapmıyordu bu şirketler. Şirketlerin başlarındaki insanlar güvenilir insanlardı ama aynı zamanda aynı grubun insanlarıydı. Birbirleri ile geçmiş hakkı, hukuku, hatırı vardı. Ortaya yazılı kurallar da koymadık çünkü her şey güven üzerine kurulmuştu. Hâlbuki Allah Kuran’da “Yazın!” diyor. (BAKARA 2/282. “Ey İnananlar! Birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. İçinizden bir kâtip doğru olarak yazsın; kâtip onu Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın. Borçlu olan da yazdırsın, Rabbi olan Allah'tan sakınsın, ondan bir şey eksiltmesin. Eğer borçlu, aptal veya aciz, ya da yazdıramayacak durumda ise, velisi, doğru olarak yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahid tutun; eğer iki erkek bulunmazsa, şahidlerden razı olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir. Şahidler çağırıldıklarında çekinmesinler. Borç büyük veya küçük olsun, onu süresiyle beraber yazmaya üşenmeyin; bu, Allah katında en doğru, şahidlik için en sağlam ve şüphelenmenizden en uzak olandır. Ancak aranızdaki alışveriş peşin olursa, onu yazmamanızda size bir sorumluluk yoktur. Alışveriş yaptığınızda şahid tutun. Kâtibe de şahide de zarar verilmesin; eğer zarar verirseniz, o zaman doğru yoldan çıkmış olursunuz. Allah'tan sakının, Allah size öğretiyor; Allah her şeyi bilir.”) İki kişi arasında bile olsa yazın diyor. Kaldı ki biz çok ortaklı bir şirketten bahsediyoruz.
Dahası da var örneğin faize bulaşmayacağız, dedik ama şirketlerimizi bulaştırdık. Niye, şirket borçlarını ödeyemez hale geldiği için.
M.U.: Bunları ilerleyen bölümlerde yine ayrıntılarıyla konuşalım. Şunu sormak istiyorum: Çoklu ortaklıklar yeni yeni kurulmaya başladığında tamam, anlaşılabilir ki bir güven sorunu yok ama sonraları birçok başarısız örnek ortaya çıktı. Büyük suçlamalar oldu. Birçoğu battı. Tekrar kurulan şirketler nasıl ikna etti insanları? Neyi vaat ettiler? Halkın güveni tekrar nasıl kazanıldı?
M.G.: Şu var ki, şirketleri kuran insanlar farklı insanlardı, farklı zamanlardaydı, farklı yapılardaydı onun için bu tür sorunlar özelde yaşanmadı. Onlar yapamadı ama biz yapabiliriz. Daha önceki olmadı ama bunu sürdürebiliriz, düşünceleri var oldu her zaman. Aynı kişiler tekrar tekrar şirketler kurmadılar. Zaten olmazdı da. Örneğin, GLİ işçileri bir şirket kurdu, esnaflar bir şirket kurdu, siyasi parti üyeleri bir şirket kurdu, özel gruplardan birisi bir şirket kurdu yani belli ekiplerde olan, belli görüşlerde olan insanlar şirketleşme yoluna gittiler.
M.U.: Bu yüzden de güven sağlamak zor olmadı.
Bu insanların büyük çoğunluğu kasanızı ve kesenizi emanet edebileceğiniz insanlar.
M.G.: Yarın da güven sağlamanın sorun olacağını zannetmiyorum. Profesyonelce bu işi tekrar yapacaklarsa bu insanlara tekrar güvenmenin bence hiçbir mahzuru yok. Bu insanların büyük çoğunluğu kasanızı ve kesenizi emanet edebileceğiniz insanlar.
M.U.: Burada hemen araya girmek istiyorum, tamam o konularda hiçbir kaygımız yok, onlardan eminiz… Bu işletmelerin kötü yönetilmesinde, çoğunluğunun kötü şekilde sonuçlanmasında bir ihmal mi, kasıt mı, kara düzen işletme mantığı mı yoksa başka bir şey mi aramalıyız? Daha da açarak konuşabiliriz şimdi.
M.G.: Şirketlerin batmasının, ortaklıkların bitmesinin ana sebebi cehalet.
M.U.: (Gülümseyerek.) Aslında hepsi de tahsilli adamlar.
M.G.: Mustafa Bey siz yazarsınız peki kasaplıktan anlar mısınız? Size bir kasap dükkânı emanet edilse çalıştırabilir misiniz? Okuduğunuz kitapların bu işte size bir faydası olur mu?
M.U.: Hayır, pek zannetmiyorum.
M.G.: Her mesleğin kendine özel gerekleri var. Bir tek doktor bütün vücudu ele almıyor. Birçok branş alanı var. Kimse kimsenin alanına müdahale etmiyor. Ortaklıkları yönetenler üniversite mezunu olabilirler, hatta ekonomi eğitimi de görmüş olabilirler. Asıl olarak, bu konulardaki genel kurallara uyup uymadıklarına bakmak lazım. İnsan bir konunun ustası olabilir ama başka bir konunun cahilidir. Bunlara riayet edilmediği zaman başarılı olma ihtimaliniz yok.
M.U.: Peki bu ortaklıklarda, şirketlerde yapılan ilk hata ne oluyordu genelde sizin gözlemlerinize göre?
M.G.: Kayıt altına almak çok önemliydi. İnsanlar bu müesseseleri ortaklık gibi değil kendi malları gibi idare etmeye kalktılar.
M.U.: Sadece idare edenlerin değil ortakların da bu tür sorunlar çıkardıklarını biliyoruz.
M.G.: Evet, maalesef. Geliyor birisi, ben bunu götürüyorum, diyor. Yahu neyi, nasıl, nereye götürüyorsun? Benim malım, diye düşünüyor. Hâlbuki bir ortaklık söz konusu. O mal ona ait değil yönetilen bir ortaklığa ait. Sadece mal hususunda değil bütün konularda böyle düşünebiliriz. Yöneticiler de bu nasıl olsa bizden, unutulmaz, kalmaz diye düşündü. Bu tür sıkıntılar çok oldu.
M.U.: İnsanlar bu tür ortaklıklara katılırken birkaç hedefi gözetiyorlar, dediniz. En sonuncusunda kârı saydınız. Bu tür ortaklıklarda insanlar neye niçin ortak olduklarının bilincinde miydiler yoksa işte birileri para istiyor verelim de ortak olalım mı, dediler?
M.G.: Yok, yok… Bilincinde olan insanlar çoğunluktaydı ama tabi bunun bilincinde olmayanlar da vardı. İnsanları ortaklığa çağırırken hamasi şeylerle çağırdık.
M.U.: Bunu biraz açalım isterseniz, dini duygular mı ön plana çıkarıldı, vatan, millet aşkına mı davet edildi?
M.G.: Biraz önce de bahsetmiştik, aslında bazılarının hedefi cemaat, dernek, parti ve benzerlerinin faaliyetlerini kolaylaştırmak, finanse etmek şeklideydi. Faaliyet alanlarını genişletmekti amaçları. Ne oldu, insanlara denildi ki: Allah’ın rızası burada. Hiçbir şey kazanmamış olsak bile burada yapacağımız hayırlı işler ile amel defterinize güzel şeyler yazılacak…
M.U.: Sonra şöyle bir değişim olduğunu gördük: Biz buraya para koyduk, haydi kâr da getirsin. Getirmiyorsa geri alalım paramızı, demeye başladı insanlar.
M.G.: Aslında demin söylediklerim gerçekten yapıldı. Hayırlı işler gerçekleşti. Tabi birazcık da abartıldı. İnsanların elinin cebine gitmesi çok zor bir şeydir.
M.U.: Araya para girince işler zorlaşıyor demek ki…
Çok zor bir olay. Belki insanlar ellerindeki kefen paralarını aldılar getirdiler. Belki saklamış olduğu “Yok parasını” getirdi. Belki bazıları çocuğunun okul parasını getirdi koydu Allah rızası denilince. Böyle olmasına rağmen yöneticiler parayı kullanırken rahat kullandılar. Bunların hesabı bir şekilde sorulmadı, sorulamadı veya sorulmak istenmedi. Soracak insan çıkmadı.
M.G.: Çok zor bir olay. Belki insanlar ellerindeki kefen paralarını aldılar getirdiler. Belki saklamış olduğu “Yok parasını” getirdi. Belki bazıları çocuğunun okul parasını getirdi koydu Allah rızası denilince. Böyle olmasına rağmen yöneticiler parayı kullanırken rahat kullandılar. Bunların hesabı bir şekilde sorulmadı, sorulamadı veya sorulmak istenmedi. Soracak insan çıkmadı.
M.U.: Tam burada tekrar araya girmek istiyorum, önemli bir nokta var çünkü. Bu tür ortaklıklarda hesap sorma yöntemi var mıydı, hesap sorulabildi mi, hesap veren oldu mu, hesap verilebildi mi? Bunun yöntemi neydi?
M.G.: Aslında çok da hesap verilebildiği söylenemez. Şirketlerin iki türlü muhasebesi vardır: Resmi muhasebe ve gerçek muhasebe. Resmi muhasebeyi muhasebeciler yaptı, bilançoları yapıp kongrelerde önümüze getirdiler. Ama gerçek muhasebeden çoğunlukla kimsenin haberi olmadı. Dolayısıyla hesap sorma durumu da olmadı. Zaten ortaklardan çoğunluğu hesap sorabilecek ve o hesabın içinden çıkabilecek durumda da değillerdi. Hesap soracak konumda da değillerdi. Ayıp olur, dedik mesela.
M.U.: Neden ayıp olsun?
M.G.: Olmaz tabi, niye ayıp olsun. Ama dedik bunu. Yahu kocaman adama hesap mı sorulur, diye düşündük. Şimdi de aynı şeyleri düşünmüyor muyuz? Yahu milletvekiline bir şey sorulur mu, ayıp değil mi? Yahu o benim vekilim. Ben bu adama bir şeyler sormalıyım. Yaptığının, yapmadığının hesabını sorabilmeliyim.
M.U.: Sanırım hesap sorulmaya sorulmaya yöneticiler yanlışlarını anlayamadılar.
M.G.: Anlayamadılar. Art niyetten de kaynaklanmıyor yani.
M.U.: Hayır, en başında da söyledik birilerini suçlamak için bu konuşmayı yapmıyoruz. Anlamaya çalışıyoruz.
M.G.: Rahat davrandıkları için de kârlarını ve zararlarını çok iyi bilemediler.
M.U.: Aslında doğru yaptıklarını düşünüyorlardı belki de.
M.G.: İbadet yaptıklarını bile düşünüyorlardı bütün bunlar olurken. Beraber çalıştıkları kişiler de aynı gruptan veya çevreden olunca ikili ilişkiler olması gerektiği gibi olmadı. Düşünün bir marketi varsa ortaklığın her gün kasa alınır mı, diye düşündük. Sonra, yapalım dedik, denetim yapmaya çalıştığımız zaman kırgınlıklar oldu. Aslında yapılması gereken buydu. Biz bunları sorun ettik. Normal ticaret bu tür kurallar ve denetimlerle işler. Biz bu kurallara uyamadık. Diğer şirketlere bakın denetim mekanizması her an işliyor. İnsanlar profesyonel yapmadılar, yapamadılar işlerini.
M.U.: Bu tür ortaklıklar kurulurken toplumun her kesiminden insanlar mı olmalı yoksa faaliyet alanlarının benzerliği ya da yapılacak işin gerekliliğini sağlayabilecek yapıda olanlar mı olmalı? Örneğin et entegre tesisi kurulacaksa kasaplar bir ortaklık kurmalı mantığı gibi.
M.G.: Kuracağınız şirket veya iş belirleyici rol oynar tabi burada. Bilgi, deneyim gerektiren işler yahut buna benzer işlerde rastgele ortaklıklar iyi olmayacaktır.
M.U.: Yani illa dışarıdan biri de katılacaksa o konuyu takip edebilecek bir de uzmanı görevlendirmeli değil mi?
M.G.: Elbette, bu tür ortaklıklarda yapılacak olan şey budur, işi en iyi bilenlerin işin başında olması lazım. Zarar ettiklerini, kar ettiklerini, kaybettiklerini, kazandıklarını daha iyi bilirler ve takip edebilirler. Yapılan yanlışları bu insanlar görebilirler. Kaldı ki, bu insanlar yaptıkları işi iyi bilmeli bir ticaretin kurallarını da iyi bilmeli.
M.U.: Kendi işi gibi sıkı tutabilecek yani.
M.G.: “Part time” Yarı zamanlı çalışmakla bu işler olmaz.
M.U.: Şöyle bir gözlemden söz edebiliriz: Bu tür ortaklıklarda zaten ortakların her birinin geçimini sağladığı bir işleri var ve o işleriyle kendilerini zaten garantiye almışlar belli bir zenginlik elde etmişler sonrasında kalan zamanlarında bu tür ortaklıkları yürütüyorlar. Hani yapmış olmak için, Allah rızası için, memleketin geleceği için vs. Böyle olunca da ortaklıklar başarılı olamıyor.
M.G.: Yarı zamanlı çalışarak kendi işinden artan zamanla idare etmek profesyonellik değildir. Diyelim ki bir yönetici atadınız o artık o işi yapmalı. Siz de onun işini yapmaya çalışmamalısınız. Bizde olan şu: Diyelim ki on beş ortaklı bir şirketimiz var. On beş ortak da işlerden aynı derecede sorumlu oluyor. Aynı oranda ödemelerden sorumlu, aynı oranda üretimden sorumlu… İş bölümü falan yok. O zaman bu sen yapmayacak mıydın, ben yapmayacak mıydım, derken herkes birbirinin üstüne yıkabiliyor. Ortada tam bir sorumlu olmuyor böylece.
M.U.: Şimdiye kadar kurulan bu tür çok ortaklı şirketlerden büyük başarılar elde edenler oldu mu?
Hâlbuki ortaklıklarda asıl olan nedir, küçükleri büyütmektir. Büyükleri küçültmek değildir gaye. Ortaklıklar büyümek yahut büyük işler yapabilmek için kurulur.
M.G.: Dünyadaki aile şirketlerinin ortalama ömrü yirmi dört sene biliyor musunuz? Tavşanlı’daki aile şirketlerine bakın mesela. Şirket bir müddet büyüyor, belirli bir hacme ulaşıyor, kısa bir zaman sonra şirket bölünüyor ve küçülüyor. Hâlbuki ortaklıklarda asıl olan nedir, küçükleri büyütmektir. Büyükleri küçültmek değildir gaye. Ortaklıklar büyümek yahut büyük işler yapabilmek için kurulur. Hani şeyhin biri diğer şehirdeki şeyhe mektup yazar, bizim burada mürit olacak vasıfta kişiler yok varsa gönderiver, der. Mektubu alan diğer şehirdeki şeyh de, bizim burada da durum aynı ama isterseniz istediğiniz kadar çok miktarda şeyh gönderebilirim.
Şimdi bir şirket düşünün, yönetim kurulu başkanı var.
Ne olmuş varsa?
Ben olmalıyım canım!
Sivil toplum kuruluşlarımızın yönetimlerinde de aynı şeyleri yaşıyoruz. Liyakat değil bencillik ön plana çıkıyor. İnsanlar başka birinin bir işi kendilerinden daha mükemmel yapabileceğini asla düşünemiyorlar. Bizim insanımızda böyle bir hastalık var.
M.U.: Yani liyakat ile ilgili büyük bir sorunumuz var bizim.
M.G.: Evet, yani çevirseniz birini, gel seni başbakan yapalım, deseniz hiç tereddüt etmeyecek, itiraz etmeyecek. O derece. Kendine dürüstçe soracak ve layık olup olmadığını etrafına danışacak ve gerekirse itiraf etmekten çekinmeyecek, hayır buna layık değilim, diyebilecek. Birini yönetime getireceksiniz, nedir, adam kasılacak, ne cevherler varmış bende de, diyecek. Mesele bu. Yapabileceğimiz işlere talip olmalıyız. Hangi kabı doldurabileceğimizi bilmeliyiz. En büyük handikabımız bu. Biz bize lazım olanı değil bizden bu görevi talep edeni oraya koyuyoruz. Hâlbuki o işe lazım olan, layık olan geçmeli başa. Başarısızlığımızın ana sebeplerinden biri de bu.
M.U.: En önemli sorulardan birisi var şimdi. İnsanlar bu tip ortaklıklarda hem başa geçmek için can atıyorlar hem de zora düşüldüğü zaman büyük zararlar görüyorlar. Zararlardan sonra da birbirlerini suçluyorlar. O böyle yaptı, bu şöyle yaptı, o bunu yapmadı… Ortada bir suçlu var mı varsa kim?
M.G.: Buralardaki en büyük suçlular bırakmasını bilmeyenler. En büyük suçlu onlar. Misal ben de bir şirketin yönetim kurulu başkanıyım vakt-i zamanında bırakayım dedim. Bıraktırmadı arkadaşlar. En büyük suçlu benim. O gün gerçekten bırakıp gitmem gerekirdi, bırakıp gitmedim. Bugün ne kadar başarısızlık varsa birinci derecede sorumlusu benim.
Genel anlamda düşünürseniz ekonominin kurallarını şirket hayatına tatbik etmeyen yönetici bu işte sorumlu ve suçlu. Burada istihdam edilip bihakkın ve profesyonelce çalışmayanlar suçlu. Aldığını vaktinde ödemeyen, sallayan, burası benimdir deyip gününden önce ödemeye gayret edeceği yerde asan ve şirketlerin ödeme sıkıntısına girmesini sağlayan hem müşterisi hem ortağı suçlu.
M.U.: Böyle bakıldığında suç herkesin üstünde…
M.G.: Ortaklar borçlarını ödemezse şirket de borçlarını ödeyemez. Yöneticiler ne yapacak bu durumda, şirketin geleceğini tehlikeye atabilecek krediler alacaklar. Yahut cebinde varsa kapatacak, borç bulacak kapatacak.
M.U.: Ortaklara sert çıkma, yasal takip yapma yolu yok mu?
M.G.: Hayır, bence yok. Hukuken var fiilen yok.
M.U.: Olmalı değil mi şirketlerin devamlılığı açısından?
M.G.: Profesyonel şirketler hukuki anlamda mutlaka hesabını sorar. Yazık ki Tavşanlı’da bu yapılamadı. En büyük handikaplardan birisi de bu.
M.U.: Bir otaklık kurulurken dinen de hukuken de yapılması gereken birçok şey vardır. Tavşanlı’da ortaklıkla ilgili, ortaklık kültürüyle ilgili, ortaklık hukukuyla ilgili araştırmalar yapılıp da kuruldu bu şirketler yoksa rastgele mi oldu?
Kesinlikle rastgele, ortaklık hukuku kültürü falan yoktu. İşin hamaset kısmında o tür ifadeler kullandık belki, ortaklığın faziletlerinden bahsettik. İlkelerinden bahsetmedik.
M.G.: Hayır, hayır… Rastgele oldu. Kesinlikle rastgele, ortaklık hukuku kültürü falan yoktu. İşin hamaset kısmında o tür ifadeler kullandık belki, ortaklığın faziletlerinden bahsettik. İlkelerinden bahsetmedik. Örneğin ortak olmak isteyen geldi yönetim kuruluna, şu parayı al beni de ortak yaz, dedi. Adama bir belge verilmedi.
M.U.: Sadece deftere yazıldı.
M.G.: Belki oraya da yazılmadı alındı cebe konuldu.Yani şirketin parasını cebimizde sakladık gerektiğinde harcamak için! Hiç kimsede kötü niyet yoktu ama biz bunu kasaya koymalıydık yahut banka hesabına geçirmeliydik. Resmi bir kayıt, bir hisse olmalıydı. Bu en basit olanı yani ilkesiz yapıldı çoğu şey.
M.U.: Tamam buraya kadar anlaşıldı, bundan sonrası için ortaklık hukuku, ilkeleri, kültürü nereden bulunacak, kim bulacak, nasıl araştırılacak?
M.G.: Günümüzde Tavşanlı için, 50-100-500-1.000 ortaklı şirketlerin yürüyeceğini düşünmüyorum.
M.U.: Neden peki?
M.G.: Önceki şirketlerde olan hastalıklar yeni kurulacak çok ortaklı şirketlerde de aynen vaki olacaktır.
M.U.: (Gülümseyerek.) İlaçlarız.
Tavşanlı’da böyle büyük çaplı ortaklıklara ihtiyaç da yok. En fazla 5-6-10 hatta 10 bile çok… Bu sayıları geçmeyen anonim şirketler kurulmalı. Buna çok ihtiyacımız var.
M.G.: Hayır, mümkün değil. Ne kadar ilaçlarsanız ilaçlayın adamlık yine öne çıkacak. İnsanlar ismi ön planda olanları yine öne sürecekler. Adamlık sevdası yine hortlayacak. Bir şeyleri kullanmak isteyen, şan şöhret peşinde olan insanlar bu tür işlere atılacaklar. Yine olmayacak yani. Dolayısıyla vatandaşların yine bunlara hesap sorma imkânı olmayacak.
Tavşanlı’da böyle büyük çaplı ortaklıklara ihtiyaç da yok. En fazla 5-6-10 hatta 10 bile çok… Bu sayıları geçmeyen anonim şirketler kurulmalı. Buna çok ihtiyacımız var.
M.U.: Bunların gerekli olduğuna ve başarılı olacağına inanıyorsunuz?
M.G.: Hiç şüphesiz. Şunun için, belli işleri yapan insanlar bir araya gelecektir ve şu da var, 10 kişilik ortaklığın iletişimi daha kolaydır. Birbirleriyle konuşmaları ve hesap sormaları daha kolaydır. Böyle olunca problemlerini daha kolay çözebilirler. Sık sık bir araya gelebilirler. Daha hızlı davranabilirler ki bugün ekonomi hız istiyor. Bu tür ortaklıklarda zaten bütün ortaklar bütün problemleri tam bilir.
M.U.: Aslında Mustafa Bey yani biz ortaklık kurup ortaklığa bir iş kurarken kendi işimizi bırakıp bu ortaklığın üzerindeki işle devam etmiyoruz. Sıkıntı buradan ortaya çıkıyor. Yani biz kendimizi daha önceki işimizle garantiye almışız, bu ortaklık da macera gibi, ya olursa. Kendi işimizi de bırakıp tamamıyla ortaklığa yoğunlaşmadan olmayacak galiba?
M.G.: Kastettiğim o zaten. 10 kişi ortak olacaksa o 10 kişiyi doyuracak bir iş olmalı. O 10 kişinin ailesini de geçindirecek bir müessese olmalı. Yine söylüyorum bu işlerden en ehil olanı bulmak ve işin başına koymak çok önemli. Emirlerine uymak, gerektiğinde de sorgulamak çok önemli. Hani çalışanlar için, asgari ücretten çalıştıralım, en az masraf nasıl olacaksa öyle yapalım, nasıl daha çok kâr ederiz mantığından sıyrılmalıyız. Yaptığımız işteki insanları doğru seçtikten sonra hak ettiğini de verelim ki o da bize yarar getirsin, müessesemizi yaşatsın. Basit hesaplarla baştan kaybetmeyelim.
M.U.: Hiç kimse zarar etmek için bir iş kurmaz. Bu tür ortaklıkların amacı kâr etmek olmalıdır, öyle değil mi?
M.G.: Bakın büyük şirketlere bakın ceo’ları var. Şirketleri kâr ettirmek için profesyonelce çalışıyorlar. Patron gibi hareket ediyorlar ama patron değiller. Hesap verecekleri yerler var. Gerekirse bu adamların performansları da değerlendiriliyor ve işlerine son verilebiliyor. Biz bu mantıkla gitmiyoruz. Kârlılığı gözetemiyoruz. Ayıp olur, mantığı ile bir yere varamayız.
M.U.: Son olarak, bu tür ortaklıklara veya yeni kurulacak olanlara tavsiyeleriniz neler?
Devlet de bu tür ortaklıkları özendirmelidir, ortaklıklar teşvik edilmelidir.
M.G.: Bizim ülke olarak bölge olarak, üretim yapacak, istihdam yapacak müesseselere ihtiyacımız var. Bunları insanların tek başlarına yapmaları çoğu zaman mümkün değil. Küçük olsun, benim olsun mantığını bırakmamız gerekiyor. Çevremizdeki mümkün olan insanlarla ortaklıklar kurmamız gerekiyor. 5 liramızla bir işletme kurarız belki ama ortaklıkla bu 25 lira olur ve orta ölçekli bir işletme kurabiliriz. Büyümemiz, kuvvetli olmamız gerekiyor. Ülkemiz ve şehrimiz ancak bu tür ortaklıklarla büyüyecektir. Yönetimi de yaşa, başa, diplomaya bakmadan layık olanlara bırakabilmemiz gerekiyor. Kaliteli, profesyonel insanlarla çalışmamız gerekiyor. Bu müesseseleri mutlaka kurmamız gerekiyor aksi halde birileri gelir kurar biz hep, tabir yerindeyse, amele oluruz. Birileri büyük paralar kazanır memleketimizden biz Avrupa’da serbest dolaşım ararız. Başka şehirlerde iş aramaya gideriz. Köklerimizden koparız. Köksüz yaşanmaz, aileler dağılır. Aile bir arada durmalı, güçlerini bir araya getirebilmeli, sıkıntılarını paylaşabilmeliler. Devlet de bu tür ortaklıkları özendirmelidir, ortaklıklar teşvik edilmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder