GÜÇLÜ DEĞİLSENİZ YAVŞAKSINIZ!
150606
Gücün yavşatıcı özelliğine vurgu yaptığınızda asil (!) bir savunma alırsınız: Kıskanıyorsun!
Güç yavşatır. Karşısında bulunan objelere basınç uygular ve objeler yamulur. Kimi köpek şekline girer, kimi dil, kimi yağ... Kimi şaşkınlığını atamaz ve en iyi seçeneğin itaat ya da taklit olduğunu düşünür. Daha başkaları ise o güçten pay alabilmek adına gücün altına girerler. O güce sahip çıkarlar. Sahiplikten kastım, gücün sahipliğine sığınmak elbette. “O benim.” demek “Ben onunum.” demek gibidir. Güç buna izin verir.
Gücü tanımlamayacağım yine de siz onu tanıyacaksınız. Zira vereceğim örnekler o kadar canlı ve aramızda o kadar yavşakça yaşıyorlar ki tanımlaya ihtiyaç olmayacak.
Gücün yavşatıcılığına örnekler:
Eski yıllar...
Almanya’dan bir otomobille köylüler gelmiştir. Herkes eve çekilir, çocuklar bu yeni nesneyi tanımaya çalışır. Cama yapışıp içine
bakarlar, çeşitli yorumlar yaparlar. Sümüklü bir yüze sahip olduğu için öpülmeyen, anası da kapı önünde bekletilen yeğen, “Dokunmayın len amcamın arabasına!” diye haykırır. Geleceğin bıçkın delikanlı adayları bu, güce yaslanmış komik öfkeye dudak bükerler ve tanımlanamayan deşikliğin karşısında geri çekilirler. Dişlerinin arasında tuhaf bir gıcırtı...
Ortaokul yılları, İngilizce dersi...
Kravat modelleri ile tanınan bay öğretmen sabah haşlama seansına başlar. Haşladığı üç öğrenciden sonra birini daha haşlar. Ardından fazla haşlamış olduğunu düşünür ve vicdanını rahatlatmak için sorar, “Senin baban ne iş yapıyor?” Çocuk mahcup cevap verir, “İlçe Milli Eğitim Müdürü, hocam.” Öğretmenin çok sevdiği kravatları sıkmaya başlar artık kendisini. Açıkça ağzından kaçırır, “Eyvah, baltayı taşa vurduk.” Ardından eklemeye çalışır, yalnız şivesi bozulmuştur, “Sen şöyle ön sıraya geç bakalım, sana neden diğerlerinden fazla vurdum? Sende yetenek var ama arkada kalıyorsun. Çocuklar, arkadaşınızı örnek alın bakın gayretini sergiliyor, eminim burada daha iyi anlayıp daha iyi kavrayacak öğrettiklerimi.” Kravatı ve dayağı meşhur öğretmenimiz, yavşıyor ve bizim sınıf gücün kontrolüne giriyor. En şanslı İngilizce sınıfıyız artık. Zaten öğretemiyor en azından dayak atmayacak artık. Hem de hiç kimseye. Bilmiyorum ama bir işi düştüğünde, “Müdürüm oğlunuz maşallah yabancı dile kabiliyetli daha iyi okullarda daha farklı olabilirdi.” diyecek.
Yakın zamanlar...
El değiştiren güç ve ardından gelen yalama operasyonu. Hayatım boyunca örneğine az rastladım. Üstelik yazılı kayıtlara geçti bu yalakalık işlemi. Yazarak yapılmış bir yalakalık elbette kayda geçecekti. Kocaman bir adamın yazılı dönüşümünü okuduk birlikte. Gücün yavşatıcı etkisi.
Her zaman...
Her güç sahiplidir. Hiçbir güç sahipsiz kalmaz. Çeşitli adları ve sıfatları vardır güçlerin ama sonuna gelen takılar hiç değişmez. Her gücün sonuna “im, üm, ım, um...” gibi ekler getirilir. Sayın milletvekilim, sayın müdürüm, sayın fabrikatörüm, sayın patronum, sayın ağabeycim… Bu sahiplenmenin ardından mutlaka izin gelir. İzin almadan iş yapamaz bu eki güce ekleyenler. “Sayın müdürüm s..maya gidebilir miyim?” Müdür bey gülümser ve lütfen izin verir, “Tabi, elbette.” İzin güce tabidir ve bu işlem gayet tabiidir onlara göre. “Sayın valim, bu oğlum. Gelmekte ısrar edince kıramadım, af edersiniz dayanamayıp saçını okşayacağım. Pek sevimli kerata.” Vali bey gülümser ama bu densiz ve izinsiz harekete yine de bozulduğunu belli etmek için babacan bir kaş gerilimi oluşturur. Gazeteci, vekiliyle aynı odaya girebilmek için çaba sarf eder. Girer, diz çöker ibretle ve dikkatle dinler... Süzgeçten geçirdiğini belli etmek için başını sallayıp dudaklarını kıpırdatır, gözlerini kısar açar, kafasında ölçüp tarttığı anlaşılsın diye boynunu oynatır sağa sola. Güç susunca ellerini dizlerinden çekmeden edeplice sorar, “Sayın vekilim, bu dediğiniz proje çok önemli, çalışmalarınızı takdirle izliyorum. İzin verirseniz bunları yazacağım.” Milletvekili, kontrolsüz gücün ancak tekerlek reklamında malzeme olduğunu bildiğinden, “Tamam, yaz!” der.
Gücün kıramadığı nesne yok. “Karşı durulmaz bir gücün karşısına yerinden kıpırdatılamaz bir nesne çıkarsa ne olur?” gibi saçma bir soru vardı bir zamanlar. Mantıken sakat olduğu için manen sakat insanlarda etki gösterebiliyordu. Şimdi soralım, bütün insanlar güce maruz kaldıklarına göre, nasıl direnecekler ya da neyle?
Azıcık şeref ve vakar...
Peki, en güçlü kim, gidip ona yaranmaya çalışalım? Ne gereği var, en güçlü dediğiniz dünya işlerine bakmıyor değil mi aradaki putlardan istiyoruz biz ekmeğimizi suyumuzu. En güçlüyü göklere hapsedince dünyadakiler de bu büyük hapishanede sıkışıp kalıyorlar demek. Demek kendi hapishanesini imar edip duran benmişim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder