14 Şubat 2011

BU İNSANLAR GERÇEK HAYATTAN ALINMIŞTIR

BU İNSANLAR GERÇEK HAYATTAN ALINMIŞTIR
ŞEYMA YILMAZ
Tam ortasındayız iki dünyanın. Doğuyla batının ortasında ülkemiz. Güneşin doğduğu topraklarda Batı özlemiyle yanıp tutuşan biçareleriz. Amerikan filmleri izliyoruz, Batılılar nasıl konuşur, ne yer, ne içer, oturması kalkması nasıldır hepsini gözlemliyoruz. Bütün ayrıntıları beynimize nakşedip onlar gibi olmaya adıyoruz ömrümüzü.

Yıllardır milletçe en büyük hayalimiz Avrupa Birliğine girebilmek. Sadece kimliğimizde dini İslam yazdığı için bile almayacaklar bizi Avrupa Birliğine… Ama bunu görmezden gelmeyi tercih ediyoruz. Peki, bu bize ne kazandıracak? Sahip olduklarımızla karşılaştırırsak istediklerimizi yani kar zarar hesabı yaparsak sonuç ne olur? Avrupalı olmanın bize kazandıracakları kaybedeceklerimizin yanında devede kulak! Herkesin dilinde bir serbest dolaşım hikâyesi. Kendi kimliğimle, inancımla, hür olarak yaşayamayacaksam, dünyada vizesiz dolaşmışım neye yarar? Gözümüzü öyle boyamışlar ki; bizi vatanımıza, dinimize bağlayan ne kadar değer varsa içimizde boşaltıyoruz hiç düşünmeden hafifleyip Avrupalı olabilmek için. Gür sesli imiş neslimiz. Biz den de yüksek sesler çıkıyor. Ama bizimkisi içimizin boşluğundan birkaç hassasiyet kalmış içimizde işte onları devirirken çıkarıyoruz o gürültüleri de. Yankılanıyor en ufak sesler bile içimizde boş odalardaki gibi.

Düşündüğümde böylesine karanlık geliyor yaşadığımız zamanlar bana. Sanki artık kurtulamazmışız gibi. Amansız bir hastalığın pençesindeymişiz gibi. Sözde biliyorum Allahın emirlerini, İHL mezunuyum, kafa yoruyorum hayatımdaki olaylara… Yinede büyük bir yanlışlık var! Bütün bunları bile batılı yaklaşımı ile yani maddeci ve yüzeysel olarak değerlendiriyor, yaşıyorum.

Bitti artık. Kurtulma ümidi yok bizim için derken, bazı insanlar görüyorum çevremde çok fazla değiller tek tük kalmışlar bile diyebiliriz, ama varlar! Dikkatli bakınca göreceksiniz. Yolda yürürken fark ediyorum bazılarını dudakları kıpır kıpır dualarla. Geçenlerde birini kırmızı ışıkta gördüm mesela yandaki arabaya başımı çevirip baktığımda dudakları kıpırdayan bir beyefendi. O dua ettikçe benim yüreğim genişledi sanki. Bir diğerini vapurda denizi seyrederken gördüm kıpır kıpır onunda dudakları dua ediyor, şükrediyor Rabbine. Bu insanlar öylesine etkiledi ki beni beynimde en önemlisi kalbimde bir sürü yeni pencere açıldı içim genişledi, umudum alevlendi. Çevremdekilere de anlatıyorum onları her fırsatta. Yaşı daha genç olanlar; abla ‘şarkı söylüyor olmasınlar’ diye soruyor gayri ihtiyari. Mutaassıp bir çevrede yetişenler için bile tereddüt sebebi hayatın rutini içinde dua edenler. Gerçekten var mı böyleleri diye düşünmeden edemiyor onlar bile. Bizler bile ibadetin hayatın ayrı bir bölümünde yapılması gerektiği yalanına inandırılmışız. Hayat ayrı, ibadet ayrı yerlerde zihnimizde.

  Rabbimizin yardımıyla bundan da kurtulacağız eminim. Bize ne öğretilirse öğretilsin İslam fıtrat dinidir ve bu dini samimi müminleri az da olsalar aramızdalar. Bir Müslümannın konuşması gerektiği gibi konuşuyorlar, yaşaması gerektiği gibi yaşıyorlar. Çevrelerindekilere tebliğlerini lisanı hal ile yapıyorlar. Onların samimiyeti sayesinde bir gün bizlerde farkına varacağız sahip olduğumuz nimetlerin. İnşallah çok geç olmadan farkına varırız.  
ŞEYMA YILMAZ 13/02/11

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder