BİR SERSERİ, BİR KURŞUN, BİR ÇOCUK
Mesut Sütçü
Yazının başlığı eski Western filmlerinin adını anımsatıyor olmalı yaşı benimle veya benden büyük olanlara. Zaten yazıya sebep olan olay da o filmlerdeki manzaraları andırıyor. Tozlu topraklı bir cadde, hafiften esen rüzgar, havalanan bir bitki yumağı…Sağda ve solda ahşap evler…Kirli yüzlü adamlar ve bellerinde silahlar…Sonra hiç de mühim olmayan bir sebepten silahlar ateşlenir birileri yere yığılır ve ölür. Bunlar günün beklendik olaylarıdır ki orası zaten “Vahşi Batı”dır.
İzmir’de parkta oynayan bir çocuk ya da evinin terasında duran bir çocuk…O an oralarda bulunan ve elinde silahla tatmin edilmemiş egosunun esiri, kendini hiçbir yerde ifade edememiş-edemeyecek olan, bir şehir magandası şehrin göbeğindedir. Belki hiç bilemeyeceğimiz bir sebeple o silahı ateşler, kurşun Umut’a, Arif’e isabet eder. İki küçük beden yere yığılır. İki aile evlat acısına düşer. İki katil kentin kuytularına kaçar kaybolur ve hatta aramızdadır.
Anlatılası, izah edilesi bir durum değil. Anlamak o kadar zor ki! Herkes istediği gibi silah bulabiliyor mu, belinde taşıyabiliyor mu, o şekilde gezebiliyor mu?
Bu insanlar hangi psikolojik evrede ki bunlara sebep oluyorlar? Arif ve Umut bu şekilde kaybetti yaşamını. Ailelerinin durumunu ise anlatacak bir kelime yok. Arif’in babası hastanede mikrofona sadece şu cümleleri söylüyor. “Katil kimse bulunsun, başka aileler yanmasın.” Tabi ki bu duaya katılıyoruz. Beline silah takıp kentlerde dolaşan o kimselere ne diyeceğimizi gerçekten bilemiyoruz. Biz nerde hata yapıyoruz? Neyi eksik yapıyoruz? En çok da bu soruların cevaplarını aramalıyız belki.
Mesut Sütçü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder