Bir bardak çay aldım kendime; şöyle demlisinden, ince bellisinden… Masamda eskiden yazdığımız, yazmaya çalıştığımız daktilonun yerini çoktan almış hatta yeni nesile daktiloyu bile unutturmuş ekrana bağlı klavye denen tuşlar takımı… Tik tak tak… Kağıt sanal bir sayfadan ibaret… Kalem? Kalem mi? O da ne? Kalemi de unutur olduk sanki…
Bugünlerde kalemi unutur olsak da aslında hepimiz kurşun kalem gibiyiz;
Kurşunkalem gibiyiz, yazdıklarımız silinebilse da, hatalarımız düzeltilebilirse de izlerini tümüyle yok edemiyoruz. Hayatta yaptıklarımız da sanki kurşun kalemle yazmak gibi; silinebilir ama tamamen değil, mutlaka bir iz bırakır arkasında… Silmek için yazdıklarımızı, özür dilemesini bilmek gerekir. Yanlış anlaşılmalar, ufak tefek hatalar düzeltilir. Kurşun kalem her ne kadar silinebilir olsa da, bastırmadan –yani hatada ısrar etmeden- yazıldıysa ve iyi silgi –olumlu insani ilişkiler- varsa tabii… Geçmişi değiştiremeyiz çoğu zaman ama
düzeltme yoluna gidebiliriz. Üzdüklerimizden, kırdıklarımızdan af dileyebiliriz, hatalarımızdan, günahlarımızdan tövbe edebiliriz, yanlış yaptıklarımızı düzeltip, yeniden deneyebiliriz. Böylece em hatada ısrar etmemiş hem de Af dilemek gibi iyi bir silgi kullanmış oluruz.
düzeltme yoluna gidebiliriz. Üzdüklerimizden, kırdıklarımızdan af dileyebiliriz, hatalarımızdan, günahlarımızdan tövbe edebiliriz, yanlış yaptıklarımızı düzeltip, yeniden deneyebiliriz. Böylece em hatada ısrar etmemiş hem de Af dilemek gibi iyi bir silgi kullanmış oluruz.
Kurşunkalem gibiyiz, acılarımızsa bizim kalem açacağımız... Santim santim eritir bazı olaylar insanı… Sanarız ki yazmak eziyet olunca daha iyi yazayım diye başımız derde girer, yani kalemtraşla traşlanırız adeta. Yontar acılar, alır götürür bizden bir şeyleri… Ama unutmamak gerekir ki; her ne kadar dert, tasa ile kalem açacağımız ile buluşmamızda açıldıkça kısalsak da, her açılış bir yeni başlangıç olacak; daha güzel daha zarif yazabilmemiz için… Yaşadığımız zorluklar kişiliğimizin biçimlenmesine yardımcı olacak, bizi olgunlaştıracak, bize biz katacak. Bu nedenle kalem açmak ne kadar lüzumluysa daha güzel yazmak için, acılara tahammül edebilmek de o kadar mühimdir hayatta ayakta kalmak için…
Kurşunkalem gibiyiz, birisinin elimizden tutmasına izin verirsek çok şey yapabiliriz. Kurşun kalemler masa üstünde durarak, kendi başlarında bir roman, bir şiir, bir hikaye ya da bir hüsnü hat yazamaz. İlla biri onların elinden tutmalı bir tarafa sürüklemeli onları… Sürükleyen, elinden tutan el maharetliyse eğer, kalem de işler sanatını kağıda… Hayatta da elimizden tutanlar bize değer katacak kişilerse eğer, çok şey katar yaşantımıza… Bize biz katar. Bizdeki mahareti kendi maharetleriyle harmanlarsa bu eller, hayatımıza renk katar bizi başarıya sürükler, bir hayat sanatı çıkar ortaya. Kalem ne kadar maharetli olursa olsun, tutan el maharetli değilse, karalama oluverir her şey, adeta kağıt işkence çeker. Hayatta da elimizden tutanlar bize bir şey katmazsa eğer, hayatımız bir karalamaya döner, ızdırap olur…
Kurşunkalem gibiyiz, her fırsatta izimizi bırakabiliriz. Bazen bir nokta, bazen bir çizgi, bazen bir harf, bazen bir hece, bazen bir kelime hatta bir cümle… Ne yaptığımızdan, ne yapmaya çalıştığımızdan çok bıraktığımız izlerle hatırlanırız. Bazen oluruz bir kıta şiir, bazen bir paragraf, bazense sadece kağıtta bir leke… Yaşamda var oluş nedenimiz budur, iz bırakmak. Kalemsen eğer, yazmalısın! Belki küçük bir yolda, belki birlikte olduğumuz insanlarda, belki yetiştirdiğimiz insanlarda, ama kesinlikle arkamızda iyi iz bırakabilmek için yaşamalıyız. Bazen vasfımızın dışında karalarız bir şeyleri, bazense yanlışlıkla dokunuruz kağıda;lekeleriz onu… Hayatta kimseyi karalamamak, lekelememek olmalı amacımız, kurşun kaleme karalamak yakışmaz! Yazalım hüsnühatla harfimizi, sırrımız saklayalım bir vav’da, dosdoğru bir çizgimiz olsun, bir duruşumuz olsun elifce ve en önemlisi de noktayı doğru zamanda koyalım, İnşallah!
Osman Said DEMİRILMAZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder