16 Eylül 2013

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ CİHANI DEĞER

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ CİHANI DEĞER
 Talip Kazgı 
Yıllar yıllar önceydi. Dışarıda alabildiğince rüzgar savrulurken,yapraklar avlularımızın üzerindeki çinkolara tapır tapır dökülürken bizler içeride soba başında elektrikler ne zaman kesilecek diye kuşkuyla beklerdik.Ağaçların elektrik tellerine çarpması sonucu sık sık kesilirdi elektrikler.Arada yağmurun çinkoları döğen sesleri gecenin sessizliğinde rüzgarla karışınca korku filmleri sahnesini yaşardık sanki.Birdenbire karanlıkta kalınca en ufaklarımız,aklı yetmeyenlerimiz başlardı ağlamaya.Hemen sobanın ağzını açar ilk etapta oradan sızan ışıkla karanlık odamızı aydınlık etmeye çalışırdık.

Annem her zaman duvarda asılı duran lambası hafif isli gaz lambasını indirir bir gazete parçası ile sobadan aldığımız ateşle gaz lambasının fitilini tutuştururdu.Işıklar gelene kadar gaz lambasını yakar, oradan çıkan gaz kokusu ile farklı bir nostalji yaşardık.Gece yatarken de lambayı iyice kısardık fazla gaz yakmasın diye.Işıklar bazan sabahlara kadar gelmezdi.Sonbaharı kışa bağlayan günlerde bulut dolu göklerin karardığı yetmezmiş gibi,bir de üstüne karanlık gecelerimiz ışıkların kesilmesiyle daha da bir karanlığa gömülürdü.

Köyü bırak şehrimizde dahi kalorifer pek bilinmezdi.Çoğu zaman dedemlerin toprak damlı evlerinde bir iki ihtiyarın başından geçen maziye dair anlattıkları bizlere masal gibi gelirdi.Onları dinleyebilmek için ve bir iki bardak çay içebilmek için dedemlere koşardık çoğu kış gecelerinde.Soba etrafında yerlere atılmış minderlerin üzerinde bize laf düşmeyeceğini bildiğimiz için sukut içerisinde anlatılanları dinler,onların yaşadıklarını hayallerimizde canlandırma gayreti içerisine düşerdik.Dedemler bizim kendilerine yetişemediğimiz rahmetlilerin hikayelerinden de bahsederlerdi.İsimlerini sıkça duyduğumuz o rahmetlileri birer hayal kahramanı gibi kafamızda şekillendirirdik.Bizim masal kahramanlarımız o anlatılan kişiler olurdu hep.Batı klasikleri nedir bilmezdik biz.

Hele evin o zaman genç kızı olan halam çayın yanında birde bisküvi koyarsa değmeyin keyfimize derdik.Nerde eline bir kaç kuruş alıp ta bir paket bisküvi alabilmek!Bisküvileri alsak bile misafir gelirse diye onlara ikram etmek için özenle saklardık.Poğaça,börek,fırın mırın nerdeydi o zamanlar.Şimdi öyle mi ya?

Toprak damlı evlerde otururduk o zamanlar.Biraz yağmur yağınca hemen damlara koşturur eve fazla su sızmasın diye taş loğlar ile damlarda bir aşağı yukarı loğ çeker dururduk.Toprak biraz sıkışsında aşağı yağmur sızdırmasın derdik.Yazın hemen sonrasında Eylül gibi dağlara kök çıkarmaya giderdik.Pırnal denilen maki bitkisinin kökü ile,kesme bitkisinin kökü revaçta idi.Hele bir de hartlap bitkisi bulduk mu,sevinirdik.Çünkü onun odunu da kökü de zahmetsizce yapılırdı.Adamı pek zorlamazdı yani.Yanımızda getirdiğimiz at veya eşeğe bu kökleri, odunları yükler ormandan geri köyün yoluna düşerdik.Çoğu zaman analarımız ellerinde tahra çamların iri kollarını odun yapmaya giderlerdi.Şelek şelek mola vere vere dere tepe eve odun taşırlardı.Eve döndüklerinde pratik olsun diye ocağa karakılçık buğdayından yapılmış esmer bulgur pilavı koyarlardı.Yanında gümbürde yayık edilmiş ayran ve soğan da olursa değmeyindi keyfimizde.Günün açlığını ve yorgunluğunu ancak yemeklerin şahı bulgur pilavı ve kuru fasulye giderirdi.Yemekli ağır misafirlerimize de esmer bulgur pilavı,kuru fasulye bir de etli kömbe yaptık mı,işlem tamam dı.Sanki kral ağırlıyoruz derdik kendimizce.Sabahları ise çoğu zaman anamız sütlü çorba kordu ateş ocağına.Tüpten ziyade odun ateşinde yapardık çoğu yemeklerimizi.Çünkü tüpe pek gücümüz yetmezdi.

Köyümüzde okul yoktu o zamanlar.Yaklaşık beş kilometre ötedeki komşu köyün okuluna giderdik.Hadi bahar güzeldi de,ya kış gelince ! ufacık bedenlerimizle koştura koştura yağmur altında okula yetişmeye çalışırdık.Vesait falan pek yoktu o vakitler.Bir elimizde sınıfta yakacağımız odun,diğer elimizde çantamız hergün beş kilometre gider gelirdik o çamurlu yolları.Bir de hava iyice bozulup gök gürlemeye başladığı zaman küçük yüreklerimiz korku dolardı.Okuldan eve yetişir yetişmez anam üzerimdeki ıslak siyah önlüğümü çıkartır,ertesi gün için kurutmaya çalışırdı.Yeni ve kuru elbiseler verir sobanın başına oturturdu.Ayaklarımızı, ellerimizi ısıtınca kendimize gelirdik biraz.

Nadiren harçlığımız olurdu bizim.Onunla da gider yol üzerindeki köyün bakkalından somun ekmek alırdık.Ekşimsi,mayamsı tadı ile hala damaklarımdadır o günkü yediğim somunların lezzeti.Soframızda anamın kendi elleriyle yaptığı yufka ekmekten yerdik.Somun ekmeği pek görmezdik soframızda.Çünkü lüks sayılırdı somun ekmek yemek.Arada bisküvi ve lokum alırdık.Lokumları bisküvinin arasında ezer zevkle yerdik.Alma imkanı olmayan arkadaşlar denk gelirse hemen zevkle o lokumlu bisküviyi ikiye böler paylaşırdık çocuksu yüzlerimizle zevk ile.

İneklerimiz vardı.Onları gütmeye giderdik otu bol olan yerlere.Bağ bozumu gibi pamuk tarlalarının da bozumu olurdu.eylül sonlarına doğru bozulan pamuk tarlalarına ineklerimizi sürer yayardık.Taş armudu dediğimiz yabani armut ve alıçlar yerdik.Yemişen yerdik çerez niyetine dağlarda.Bozulmuş pamuk tarlalarında sahiplerinden dökülen ufak tefek pamukları toplardık.Henüz açamamış pamuk kozalarını şalvarlarımızın cebine koyar eve getirir damlarda güneşin altına sererdik.O kozaklarda açılıp pamuk olunca hepsini bir poşete koyar doğruca köyün bakkalına koşardık.Bakkal amca pamuğu tartar ve bize karşılığında şeker sucuğu verirdi.Ne kadar lezzet alırdık o üzeri nişastalı şeker sucuğundan hey!

Bir defasında yine bakkala pamuk satmaya gitmiştim.Bakkal amca kulağını radyoya dayamış ajansları dinliyordu."Susun" diye işaret etti.Sabırla bekledik.Az sonra Türkiye de darbe olmuş çocuklar dedi..Biz ne bilelim darbeyi.Daha gözü açılmamış sığırcık yavruları gibiydik."darbe ne demek amca?" dedik.Anladı bizim bilemediğimizi."Evladım Demirel’i hapise atmışlar,işte buna darbe denir" dedi.Şaşkınlığımız daha da arttı."amca Demirel!i nasıl hapse atabilirler o ülkenin en başı değil mi?" dedik."Büyüyünce öğrenirsiniz yavrum" dedi.Buda bize tatlı bir hatıra olarak kaldı çocukluğumuzdan.

Velhasılı çocukluğumuz tüm zorluklara rağmen yaşanası günlerdi.Şimdilerde yaşadıklarımızı evlatlarıma anlatmak istiyorum “Baba onlar sizin zamanındaymış,şimdi devir değişti” deyip kestirip atıveriyorlar.Oysa biz: büyüklerimiz geçmişten daha eskilerden,daha yoksul durumlardan bahsederken ağzımızı açmadan pür dikkat dinlerdik.Sanırım zaman değiştiği gibi,nesillerimiz de değişiyor.Şu üç günlük uğradığımız dünyada yaşanmışlığımızı anımsayarak yarın bir gün çekip gideceğiz.Ama o günleri,o samimiyetleri,o hazları mumla aradığım günler yok değil.Ne dersiniz? Sizin de geçmişte yaşadıklarınız özlenesi günler mutlaka vardır sanırım.Her şey varlık değildir,yokluk da bazen sürur sebebidir diye düşünüyorum. Selametle kalınız.

15 EYLÜL 2013 Pazar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder