Sevgili dostum, 22.10.2013
Dost için yazmak beni ne kadar mesud ediyor anlatamam. Mektup ne kadar
nostaljik olsa da hala sakladığı bir gizem var sanki. Ben bu gizemin peşindeyim
aslında… Teknolojik imkanlar arttıkça insani değerlerimiz gibi
alışkanlıklarımız da çok değişiyor. Şimdilerde kimse mektup yazmıyor.
Postacılar sadece resmi belgeleri taşır oldu, tebligatlar, faturalar vs. Ama
mektup götürürken duyguları, aşkları, özlemleri, umutları, güzel haberleri,
yoklukları, kayıpları, fısıldamaları, gizli işleri, kokuları, dokunuşları
taşıyorlardı adeta…
Ben ne zaman yazmaya başlasam eskisi gibi rahat yazamadığımı fark
ediyorum. Eskiden otururdum kaleme eşlik ederdim, yazardım. Şimdi sorumluluklar
var. Yazmam gerekenlerden, yazmak istediklerime pek de fırsat bulamıyorum. Bir
de çocuklar var tabi. Onların uyumalarını beklemek gerekiyor. Yoksa yoğunlaşmak
imkansız. Küçük canavarların muhatabı belirsiz sorularından, sıra dosta yazmaya
gelmiyor bir türlü. Ancak herkes yattıktan sonra “yirmiüç ile üç arası” dosta
yazma vakti oldu benim için… Kendi kendime konuşmalarım arasında yazıyorum sana
da. Kendini keşfetme arasında da diyebiliriz buna. Çünkü kendini anlayamayan,
başkalarını da anlayamaz!
Gece saatim yine 23 ile 3 arasını gösterdiğinde kaleme sarıldım yine…
Karşı cins ile iletişimimi sormuşsun nedense, bana karşı cinsten bahsetmek
biraz acı geliyor. Tadını hala anımsadığım, unutulmayacak kekremsi bir tat! Bak
anlatayım, bundan yıllar önce bir kızı sevdim, ya da sevdiğimi zannettim. Artık
sen karar ver! Platonik olarak başladı her şey ve öylede devam etti. Onun için
kavga bile ettim ama ona sevdiğimi hiç söyleyemedim. Başka bir okulu kazandım
sonra, o ise aynı okula bir üst sınıftan devam etti. Bir saat sonra
çıkıyorlardı okuldan, ben de onların zili çalmadan alırdım okul bahçesinin
çıkış noktasında yerimi… Onun okuldan çıkışını izledim her gün. Onunla
ilgilenen erkeklerle özel konuşma fasıllarım oldu (anladıkları dilden) ama
onunla hiç konuşmadık. O benim her gün orada olduğumu hiç bilmedi, onun için
kavga ettiğimi de, ona şiirler yazdığımı da… Ben onun gözünde okuduğu sınıfa
sonradan nakille gelen ve altı ay sonra başka bir okulu kazanıp giden, belki de
ismi bile hatırlanmayan, sadece sınıf fotoğrafında mavi önlüklerin arasında tek
siyah önlüğüyle belirginleşen, küçük bir çocuk siması olarak kaldım. Ama o ilk
aşk olarak anılara yerleşti. Bir çiğdem çiçeği gibi… Sonraları kalpte iz
bırakan küçük aşklar yaşandıysa da Kays’ın Leyla’yı ararken Mevla’yı bulması
gibi davamıza adadım kendimi… Aşkın aslını fark edince, gölgelerinde ne diye
eyleşmişim diye hayıflanırım hep hatırladıkça. Anlamı kalmasa da yer ediyor
insanın kalbinde, şöyle bakıyorum da uzun süredir şiir yazmayınca fark ediyorum
aşktan uzak kaldığımı. Senin de olur bilmem ama ben Aşka yelken açınca
duygulara ilham yağıyor. Kelimeler aşk ile dans ediyor. Şimdilerde bambaşka bir
aşka dönse de yüreğim yine fani aşklar gibi hayat prensiplerimi, düşüncelerimi,
giyinişimi, saç şeklimi, hatta hayat tercihimi ona göre yapıyorum. Kalbimde
gizlenen fani aşklara inat ezeli ve ebedi aşka kürek çekiyorum. Bundan böyle 23
ile 3 arası ona koşuyorum. Bu kez platonik mi bilmem ama ilk aşkımdan fazla
titretiyor kalbimi…
Malum her başlangıcın bir bitişi vardır; Dostnameyi sonlandırmanın
vakti de geldi, tabi her zamanki gibi nokta koymadan. Başlamak kadar bitirmesi
de zor! Ama bitmeyenin değerini anlamak da zor oluyor. Kelimeler arasında küçük
virgüller olmalı ki cümlenin tonlaması bozulmasın! Hatıraların gölgesinde,
hatıralardan daha güzel güneşlere kavuşmak dileğiyle, dostça kal ( )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder