SAVAŞIMI ÇALDIN BARIŞ İSTEME BENDEN!
Mustafa Uysal
Benden barış isteme artık…
Bende olmayanı sana veremem.
Bende barış yok, barış sende zira sensin beni vuran!
Benden artık asla barış isteme! Her barış istediğinde senin bana yaptığın gibi canına kastedeceğim. Benden her barış istediğinde seni tarihin bile değil çöplüğün kenarına gömmek için elimden geleni yapacağım.
Buraya kadarmış. Bana barış masallarını buraya kadar anlatacaksın. Barış diye diye beni soyup soğana çevirdiğin, ezip rezil ettiğin buraya kadar! Barış için yalvaracaksın ama ben veremeyeceği çünkü bu bende olmayan bir şey. O senin. Barış senin unuttun mu? O masal senin unuttun mu? Benim yurdum sadece burası değil, hem doğduğum yerde hem de bütün dünyada ölüm benim, barış senin. Sen artık benden barış falan isteme, benden ölüm iste. Beni yenebilirsen işte o zaman barışı da üzerime kusarsın ve çeker gidersin. Yenemezsen ama… Ama yenemezsen seni o barışınla birlikte gömerim.
Gözümün içine baka baka evladımı öldüreceksin, coğrafyamı kan gölüne çevireceksin, ekonomimi yerlerde süründüreceksin, etrafıma ateş çemberi çekeceksin ve benden barış isteyeceksin! Alçak, namussuz sen değil sahibin gelsin onun eline vereceğim barışı! Sırtımızda bir koca devlet yıkıp yine sırtımızda bir küçük devlet kuran İngiliz’in gelsin barış istemeye! Bu topraklar, şehit kanıyla sulanmadığı müddetçe pezevenklerin menileriyle ıslandı, sarhoşların kusmuklarıyla kirlendi. Bu vatan şehitsiz kaldıkça bedeni ve ruhu kahpelerle doldu. Sen benim savaşımı çaldın. Şimdi gelip barış istiyorsun öyle mi? Benden barış istiyorsun öyle mi? Yanlış! Açık söyle sen benim ahİret inancımı istiyorsun ve aldın da. Yok, artık Müslüman kalmaya karar verdim. Sana hak ettiğini vereceğim yani barışı. Öyle bir barış ki, ölmek için yalvaracaksın. Bir bak, ben şimdi ölmek için yalvarıyorum Allah’a. Neden biliyor musun? Biliyorsun. Her şeyim gitti. Dinim, imanım, vatanım, namusum, kardeşim, oğlum, kızım, servetim, ekmeğim, aşım, onurum… Hepsini bir barışa sattım.
Ey Müslüman, ahiret inancına ne oldu? Yoksa, Allah’a hem inanıp hem de güvenmiyor musun? Yoksa şimdi toprağa verdiğin oğluna yarın daha güzel bir yerde kavuşmayacağını mı sanıyorsun? Nedir seni bu alçakların barışına sulandıran? Barışı ancak zelil, hakir, alçak, yenilmiş olanlar ister bilmiyor musun? İstediğin an zaten bütün bunlara razı olmuşsundur. Sen, Allah’sız ve şerefsiz mi yaşayacaksın? Sen, şerefin Allah katından başka bir yerde olduğu mu sanıyorsun? Şeref ancak Allah katındadır. Benim bildiğim Müslüman, kanının son damlasına kadar savaşır ve ölür veya kazanır. Barış istemez. Kimden barış isteyeceksin bir bak? Kiminle barışacaksın bir bak! Bütün oğullarını öldüren ve kızlarını sağ bırakan bu namussuzlardan mı barış isteyeceksin? Görmedin mi son bir asırdır sana barış verenler nelerini aldı götürdü? Sen barış istersen şayet, git karşı cepheye yazıl derim. Buralarda durma zira ben barış falan istemiyorum, barış isteyen biri benim ancak gözümü perdeler. Böyle şerefsiz yaşamaktan bıktım. Bu barış ne şeref bıraktı ne namus ne ar. Oğlum kızım manen öldüler gözümün önünde. Modern dünyanın çukuruna gömdüm. Yetmedi, gömdüğüm yerden çıkarıp post modern dünyanın enerjisi için çıkarıp gübre yaptılar evlatlarımı.
Yeter, bu ülkeden barış beklemesin kimse artık.
Ahiret inancı olmayan toprağımıza gömülmesin, gitsin bir denize atsın kendini.
Etrafımızdaki dünya yanıyor, çocuklar denizlerde ölüyor, bombalar çocuk parçalamak için yarışır halde, yeni silahlar genç kızlarımızın odalarında deneniyor, topraklar daha önce görmedikleri şekilde çalkalanıyor ve sen bu alçakların yeniden bir afyon gibi uzattığı barışa gözünü dikiyorsun. Lanet olsun onların barışına! Çek gözlerini barıştan ve ölüme dön. Ölümü isteyen yaşar bu dünyada ancak. Onlar sağlam kaleler içinde, binlerce fitlik yükseklikte olmadan asla savaşamazlar bilmiyor musun? Ölümü iste ki, sana şerefli bir yaşam sunulsun hem de önünde eğilerek. Sen ölümü iste onlar sana barış sunsun. Ben kimseye barış sunmayacağım artık.
Ölümle korkutmasın sakın kimse sizi. Ey Müslüman zaten öleceksin, geberip gideceksin pis bir hastalık yatağında yahut bir kazada yahut bir cinayette yahut bir günaha batmışken… Bunu mu istiyorsun? Ölmeyeceğini mi sanıyorsun yoksa akıl yoksunu? Öleceksin! Bunu biliyorsun. Sakın bir barış çubuğunu bedenine sokmuşken ölme, sakın! Hesabını veremezsin.
Sen ölümün oğlusun! Barışın piçi değilsin.
Sen ancak şerefli bir hayat için ölmeyi göze alanlardan ol yoksa Allah senin canını yine alacak ve ödülün cennet olmayacak.
Kim; hangi devasa güç, hangi nükleer kuvvet, hangi süper güç benden barış istiyorsa gelip kendisi alsın! Ben onlara hak ettiklerini vereceğim. Bir Müslüman dünyaya bedel olacak kadar kudreti Allah’tan alır.
Yalnız mıyım? Değilim. Ahrete inanan ama reel politik ile değil Allah ile düşünen pek çok kardeşim olduğunu düşünüyorum. Şimdi, yerimden kalkıp savaşa falan girmeyeceğim. Elime silah alıp herhangi bir cepheye de gidecek değilim. Sizi bir saldırı için topluyor da değilim. Haydi, gidin ve savaşın da demiyorum. Açık ve net şunu diyorum: ARTIK ÖLÜMDEN KORKMAYIN VE BARIŞA İNANMAYIN! Artık maaşınızı düşündüğünüz kadar olsun bir kez tarihi ve ahreti düşünün. Tarihe bakın ve ahretinizi görün. Artık kim gibi olacaksanız karar verin. Ya dininizi değiştirin ya fikrinizi. Böyle iki arada bir derede müşrik münafık yaşayıp gidemeyiz. Safınız net olsun.
Latin gavuru böyle demiş: “Si vis pacem, para bellum.”
Dedem şöyle demiş: ”Eğer ister isen sulh-u salah hazır ol cenge!”
İkisi de aynı anlama geliyor. Benim barışım yok, onu sen bana ellerinde çiçeklerle sunacaksın. Ben de adalet denk olduysa ve öfkem dindiyse kabul edeceğim.
Bir ayda trafik kazasında kaybettiklerimiz bile bir yılda teröre şehit verdiklerimizden fazla. Savaşın korkusu savaşın kendisinden daha kötüdür. Ne diyorsun, var mısın geçici dünya keyfinden vazgeçmeye ve ölüm korkusundan kurtulmaya? Var mısın daha şerefli bir hayat için zihnindeki bu sülükleri sökmeye?
Haydi şimdi kalk, bizden barış isteyenlere dünyanın kaç bucak olduğunu gösterelim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder