CEZAEVİ HATIRASI
Ali Uslu / İlahiyatçı
(Sosyal medya hesabından, izni ile alıntı yapılmıştır.)
1991-93 yıları arası Tavşanlı cezaevine Din Kültürü Dersi vermek için, haftada bir kez giderdim (resmi görevli olarak). Mahkûmlara ders vermek için dershaneyi değil de, koğuşları tercih ederdim. Çünkü mahkûmlar, gardiyan gözetiminde dershaneye getirilseler belki beni mecburen dinlerlerdi, ama bu dersin onlara pek faydası olmazdı. Onun için, dersleri koğuşlarda işlemeyi tercih ederdim. Koğuşlara girer, masaya otururdum. Dışarıdan birinin geldiğini görünce koğuştakilerin çoğu masanın etrafına oturur, birisi çay yapar, çaylar içilirken sohbet başlar ve ben bir yolunu bulup mevzua girer dersi sohbet formatında işlemeye çalışırdım.
Günlerden bir gün, bir siyasi partinin mitinginde yankesicilik yaparken yakalanan bir kişi de cezaevine geldi. Meğer bu kişiler, mitinglerin devamlı müşterileri olduğundan mitingleri takip ederlermiş.
Bu yankesicilikten cezaevine düşen Gaziantepli Mehmet’ti. Mehmet derslerimi dikkatle dinleyenler arasındaydı. Koğuşa girdiğimde hemen yanıma gelir, hoşbeşten sonra, “ hocam ben bir çay koyayım” derdi. Gel zaman git zaman Mehmet’le samimiyetimiz arttı. Bir gün dedim ki:
“ Mehmet, sen bu işlere nasıl bulaştın.”
- Hocam dedi. Ben İstanbul’da seyyar halıcılık yapardım. Antep’ten halı alır onları satar, kazancımın bir kısmını memlekete, çoluk-çocuğa gönderir, bir kısmıyla da kendi geçimimi sağlardım. Ev kiraları pahalı olduğu için İstanbul'da hemşerilerimin kaldığı bekâr evinde kalıyordum. Bir gün arkadaşlar beni bir yere götürdüler. Gittiğim yer kumarhaneymiş. Seyrederken ilgimi çekti. Ben de paramın bir kısmını yatırdım ve kaybettim. Kaybettiğim parayı tekrar yerine koyabilmek için başka paralar koydum. Bazen kazandım ama paramı eski durumuna getirebilmek için, biraz daha, biraz daha darken bir de baktım benim o ayki kazancım gitmiş. Kendi harçlığım neyse de, çoluk çocuğa da para göndermemiştim. Öbür cebimde fabrikaya ödemem gereken, halıların anaparası vardı. Halıları satmıştım. Fabrikaya parayı verip tekrar halı alacaktım. Fabrika önceki borcu ödemeden ikinci kez veresiye vermiyordu. İçimden bir ses önceki paraları kurtarabilmem için bu paralardan koymamı söylüyordu. Öyle de yaptım. Neticede hiç param kalmayıncaya kadar bir ümitle oynadım. Sonunda ne fabrikaya göndereceğim para kaldı, ne de çoluk-çocuğa. Moralim bozuk. Dokunsalar ağlayacağım.
Ne yapacağımı kara kara düşünürken bir arkadaş beni birileriyle tanıştırdı. Tanıştığımız kişiler cepçilermiş(yankesici).”Sen bunlara biraz takıl. Paranı denkleştirince halıcılığa geri dönersin” dedi. Bu fikir cazip geldi. İşin inceliklerini öğrendim ve onlara takıldım. Hocam o başlayış, başlayış oldu ve bir daha da bırakamadık. Sonunda yakalanıp buraya geldik.
Mehmet! Dedim. Çocukların var mı?
- Ellerinden öperler hocam dört tane.
-Peki senin burada olduğunu biliyorlar mı?
-Hayır, hocam onlar beni İstanbul’da sanıyorlar…
Kuran’daki şu ayet geldi gözlerimin önüne “ŞÜPHESİZKİ İÇKİ, KUMAR, TAPILMAK İÇİN DİKİLMİŞ TAŞLAR VE FAL OKLARI ŞEYTAN İŞİ PİSLİKLERDİR. ONLARDAN UZAK DURUNUZ”
Ayetteki vurguya dikkat ettiniz mi? “UZAK DURUNUZ”
Demek bu şeylerin yakınında bulunmak tehlikeli bir uçurumun yanında bulunmak gibi bir şeymiş, ne zaman içine düşeceğin hiç belli olmazmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder