"HİZMET YOLUNDA CENNETİM FEDA OLSUN, CEHENNEME GÜLER GEÇERİM"
(Enes KANTER)
Ali Uslu / İlahiyatçı
(Sosyal medya hesabından, izni ile alıntı yapılmıştır.)
Yukarıdaki söz F.Gülen'in müritlerinden meşhur basketçiye ait.
Bu söz basit bir söz değil. "CENNETİ FEDA" ederek hizmet etmek!
Bu sözün alt yapısını anlamaya çalışalım:
F.Gülen birçok konuşmasında bu mevzuyu işliyor. Fedakarlık vurgusu yaparken şu mealde şeyler söylüyor:
"DAVASI UĞRUNDA DEĞİL DÜNYASINDAN, AHİRETİNDEN BİLE FEDAKARLIK YAPABİLECEK GENÇLER..."
Yıllarca fedakarlık mevzuunda bu sözlerle motive edildiler. Şimdi bu mevzuyu biraz irdeleyelim.
A-İslami yönden:
1- Her müttaki müminin amacı Allah'ın rızasını kazanmak, ahirette cehennemden uzak durmak ve cennet nimetlerine kavuşmaktır. Buna, bize
Kuran-ı Kerim teşvik eder, Peygamber efendimizin dualarında da bunu
görürüz. Hiç bir mümin cehennemi hafife alamaz. Bu itikadi yönden kişiyi
sıkıntıya sokar.
2- Bu sözlerden, "amaç" ile "araç"ın yer
değiştirdiği anlaşılıyor.Yanlış metotlarla doğru yola ulaşılmaz. Hangi
müminin davası ahireti kaybettirecek kadar önemli olabilir ki? Veya bir
mümin için ahireti kaybettirecek dava, dava olabilir mi?
3- Bu
sözlere inanan ve kendisini davaya(?) adayan kişilerin DHKP-C militanından
farkı kalmamış demektir. Aklını kiraya vermiştir, verilen emrin Kur'an'a
uygun olup olmadığını sorgulayamaz. Çünkü önemli olan davasıdır.
4- "Davası"na hizmet için gerekirse Allah'ın emirlerini terkedebilir, ve büyük günahları işleyebilir.yani davası için yalan söyleyebilir. Kumpas
kurabilir. İçki içebilir. Birilerinin hakkını gasbedebilir.Tesettürden
uzaklaşabilir. Zina yapabilir. İnsan öldürebilir. Darbe yapabilir. YALNIZ
BUNLARI KENDİ NEFSİ İÇİN DEĞİL DAVASI İÇİN YAPABİLİR(?)
B-Psikolojik yönden:
1- Bu sözleri benimsiyen kişilerin iki kimliği vardır:
a- Bireysel kimliği. Bu kişiler ikili ilişkilerinde çok iyi bireyler
olabilirler. İbadetlerine dikkatli Kur'an'a göre yaşayan ahlaklı, kul
hakkını gözeten birer kişi olabilirler. Genelde bizler de bu kişileri bu
kimlikleriyle tanırız
b- Cemaat (örgüt) kimliği: Davası uğruna her
türlü pisliği yapabilecek ikinci kimlik. Çünkü böyle yetiştirilmişler. Bu
kişiler davasına hizmet için aldığı emri sorgulamadan yapabilir ve
YAPACAĞI İSLAMA AYKIRI ŞEYLERİ (AHİRETTEN) FEDAKARLIK YAPMAK OLARAK
GÖREBİLİRLER.
c- Bu kişiler birinci kimliğiyle normal bir insan, ikinci kimliğiyle ise tam bir akıllı robot konumundadırlar.
d- İki kimlik arasında gidip gelen kişiler devamlı maske takmak zorunda
olduklarından (Çift kimliği aynı zamanda taşımak) kişide nasıl bir yapı
ortaya çıkarır? Psikologların incelemesi gereken önemli bir konudur.
ali uslu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ali uslu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
10 Ağustos 2016
27 Mayıs 2016
İDDİA EDİYORUM : "HAYATINIZ DEĞİŞECEK!"
Ali Uslu / İlahiyatçı
(Sosyal medya hesabından, izni ile alıntı yapılmıştır.)
(Sosyal medya hesabından, izni ile alıntı yapılmıştır.)
Bizi bilenler iddia ile alakamızın olmadığını,
tartışmalardan hoşlanmadığımızı bilirler. Fakat bu konuda ısrarcıyım. Çünkü
kaynağım Kuran-ı Kerim.
Hayatınızı değiştirecek olan iddiamın kaynağı şu ayet-i
kerimedir:
“KULLARIMA SÖYLE, EN GÜZEL ŞEKİLDE KONUŞSUNLAR. YOKSA
ŞEYTAN ARALARINI BOZAR…”(İSRA 53)
Konuşmaları dörde ayıralım
1-Kötü, kaba ve çirkin konuşmalar.
2-Normal konuşmalar.
3-Güzel konuşmalar.
4-En güzel biçimde konuşmalar.
Rabbimiz bizden ne istiyor? EN GÜZEL SÖZLERLE, EN GÜZEL
BİÇİMDE KONUŞMAMIZI.
Peki, kimlere karşı?
Muhatabımız kimse onunla…
Eşimizle, çocuğumuzla, arkadaşlarımızla, anne-babamızla, kardeşlerimizle,
öğrencilerimizle, öğretmenlerimizle, kayınvalidemizle, gelinlerimizle…
Siz bunu muhataplarınıza göre çoğaltabilirsiniz.
Fakat "En güzel şekilde konuşmak." için sözleri
seçerek konuşmak gerekir, düşünerek konuşmak gerekir. Ölçüp tartarak konuşmak
gerekir.
Böyle yaptığımız takdirde iddiam şudur:
*Eşiniz sizi daha çok sevecek ve varsa aranızdaki
problemler azalacaktır.
*Çocuklarınız siz daha çok sevecek, varsa problemleriniz
azalacaktır.
*Eşinizin ailesiyle problemleriniz azalacaktır.
*Amir iseniz memurlarınız, memur iseniz amirleriniz sizi
daha çok sevecek ve güvenecektir.
*Öğretmenseniz öğrencileriniz, öğrenci iseniz
öğretmenleriniz sizi daha çok sevecek. Ders anlama ve anlatmanız zevkli hale
gelecektir.
*Arkadaşlarınız ve akrabalarınız arasında çok sevilecek
ve itibar göreceksiniz.
Siz bu maddeleri çoğaltabilirsiniz.
Daha önemlisi RABBİMİZİN EMRİNİ YERİNE GETİRDİĞİMİZ İÇİN
O’NUN KATINDAKİ DEĞERİMİZ ARTACAKTIR.
Ne dersiniz iddiamda haksız mıyım acaba?
26 Mayıs 2016
ÇOK SORULAN BİR SORU VE CEVABI
Ali Uslu / İlahiyatçı-Eğitimci
(Sosyal medya hesabından, izni ile alıntı yapılmıştır.)
(Sosyal medya hesabından, izni ile alıntı yapılmıştır.)
Bize çeşitli ortamlarda en çok sorulan sorulardan birisi
şudur:
Allah Teâlâ, Kuran’ın değişik ayetlerinde, mealen “ALLAH
DİLEDİĞİNİ HİDAYETE ERDİRİR, DİLEDİĞİNİ SAPTIRIR” Buyuruyor. (Bakınız: İbrahim suresi
4, Müddessir 31) Bu durumda saptırdığı kişileri sorumlu tutmasını nasıl izah
ediyorsunuz?
EL-CEVAP: K.Kerimde bir konuda birden fazla ayet varsa
tek ayete göre karar verip yorum yapmak bizi yanlışa götürür. Çünkü konuyla
ilgili ayetlerin bazıları diğer ayetleri açıklıyor olabilir.
İşte yukarıdaki soruyla ilgili K.Kerimde değişik ayetler
vardır. Mesela İsra suresi 15. Ayette : ”KİM HİDAYET YOLUNU SEÇERSE, BUNU ANCAK
KENDİ İYİLİĞİ İÇİN SEÇMİŞ OLUR; KİM DE HİDAYETTEN SAPARSA KENDİ ZARARINA SAPMIŞ
OLUR…”
Ra’d suresi 27.ayette: “ … De ki şüphesiz Allah
dilediğini saptırır. KENDİSİNE YÖNELENLERİ DE HİDAYETE ULAŞTIRIR.”
Zümer suresi 3’te: “ŞÜPHESİZKİ ALLAH YALANCI VE İNKÂRCI
KİŞİYİ HİDAYETE ULAŞTIRMAZ”
Mü’min/28’de:”…MUHAKKAKKİ ALLAH HADDİ AŞAN YALANCI
KİMSEYİ HİDAYETE ULAŞTIRMAZ” buyrulur.
Ayrıca birçok ayette de, Allah Teâlâ, zalim ve fasık
toplulukları hidayete ulaştırmayacağı hatırlatılıyor.
Bilmemiz gereken en önemli şeylerden birisi Allah Teâlâ’nın
“el- Hakim” olmasıdır. Yani yaptığını bir hikmete binaen yapmasıdır. O’nun
hidayet dilemesi de saptırmayı dilemesi de bir sebebe ve hikmete göredir.
Yukarıdaki Ra’d 27’de (Ki aynı mevzu Şura 13’te de vardır.)
Allah Teâlâ’nın kimlere hidayet dilediğinin hikmeti açıklanıyor. Peki, neymiş
bu hikmet? “ALLAH’A YÖNELMEK” Yani kimseye torpil yok. Kişi özgür iradesiyle hidayet
yolunu tercih edecek (İsra 15) ve Allah’a yönelecek, Rabbimiz de hidayeti nasip
edecek. Yukarıdaki diğer ayetlerde de kimlerin hidayeti hak etmediği
anlatılıyor.
Peki, saptırması nasıl oluyor? Bu konuda Bakara suresi
26. ayetin son bölümü bize ışık tutar: “…onunla ALLAH ANCAK FASIKLARI SAPTIRIR.”
Fasık ne demek, yoldan çıkan demek. (Hem yoldan çıkanlar hem de dinden çıkanlar
için kullanılır.) Allah Teâlâ’nın bir kimseyi saptırmasının hikmeti neymiş? O
kişinin, dalalet yolunu tercih etmesi (İsra 15) ve özgür iradesiyle fasıklığı
tercih etmesidir. Yoldan çıkmasıdır.
Ayrıca:
İbrahim suresi 27’de: “ALLAH ZALİMLERİ (haksızlık
yapanları) SAPTIRIR.”
Mü’min suresi 34’de: “…İŞTE BÖYLECE ALLAH, MÜSRİF
(haddini aşan, sınır tanımayan) ŞÜPHECİYİ SAPTIRIR.”
Mü’min suresi 74’de: “İŞTE ALLAH KÂFİRLERİ BÖYLECE
SAPTIRIR.” buyuruyor.
Buradaki “SAPTIRIR” ifadesini sapıklıkları içinde bırakır
diye yorumlayan müfessirler de var.
Ahzap 36’daki : “KİM ALLAH’A VE RASULÜNE KARŞI GELİRSE APAÇIK
BİR ŞEKİLDE SAPIKLIĞA DÜŞMÜŞ OLUR.” Ayetiyle bazı davranışlarımızın bizim
sapmamızın nedeni olduğu açıklanır.
Teşbihte hata olmazsa bir örnekle izaha çalışayım:
Evlenme yaşına gelmiş bir genç düşünelim. Annesi, babası,
tanıdıkları güzel ahlaklı bir kızı çocuklarına tavsiye ediyorlar, (mecbur
etmiyorlar) diyorlar ki: ”Bu kızla mutlu olursun, huylarınız birbirine benziyor
vb.”
Çocuk bu teklifi değerlendiriyor. Kızı beğeniyor, gönlü
ona meylediyor ve özgür iradesiyle tamam diyor. Annesi-babası da çocuğu bu
kızla evlendiriyorlar.
Veya çocuk anne babasının tavsiyesine uymuyor. Kötü
ahlaklı birisini tercih ediyor, ailesinin ”Sonra çok pişman olursun ama sen
bilirsin.” sözlerini önemsemiyor. Anne baba da o kızla evlendiriyorlar. Şimdi
düşünelim:
Şu kızı veya bu kızı tercih eden kim? O genç.
O kıza yönelen kim? O genç.
Gencin tercihini onaylayan ve onları evlendiren kim?
Ailesi.
Teşbihte hata olmazsa demiştik başta. Bunun gibi biz
kullar hidayeti veya dalaleti tercih ediyoruz. Birisine kalbimiz ve
davranışlarımızla yöneliyoruz. Rabbimiz de bizim tercihimizi onaylıyor ve oraya
sevk ediyor ancak hidayet yolundan razı oluyor. Dalalet yolundan razı olmuyor.
CEZAEVİ HATIRASI
CEZAEVİ HATIRASI
Ali Uslu / İlahiyatçı
(Sosyal medya hesabından, izni ile alıntı yapılmıştır.)
1991-93 yıları arası Tavşanlı cezaevine Din Kültürü Dersi vermek için, haftada bir kez giderdim (resmi görevli olarak). Mahkûmlara ders vermek için dershaneyi değil de, koğuşları tercih ederdim. Çünkü mahkûmlar, gardiyan gözetiminde dershaneye getirilseler belki beni mecburen dinlerlerdi, ama bu dersin onlara pek faydası olmazdı. Onun için, dersleri koğuşlarda işlemeyi tercih ederdim. Koğuşlara girer, masaya otururdum. Dışarıdan birinin geldiğini görünce koğuştakilerin çoğu masanın etrafına oturur, birisi çay yapar, çaylar içilirken sohbet başlar ve ben bir yolunu bulup mevzua girer dersi sohbet formatında işlemeye çalışırdım.
Günlerden bir gün, bir siyasi partinin mitinginde yankesicilik yaparken yakalanan bir kişi de cezaevine geldi. Meğer bu kişiler, mitinglerin devamlı müşterileri olduğundan mitingleri takip ederlermiş.
Bu yankesicilikten cezaevine düşen Gaziantepli Mehmet’ti. Mehmet derslerimi dikkatle dinleyenler arasındaydı. Koğuşa girdiğimde hemen yanıma gelir, hoşbeşten sonra, “ hocam ben bir çay koyayım” derdi. Gel zaman git zaman Mehmet’le samimiyetimiz arttı. Bir gün dedim ki:
“ Mehmet, sen bu işlere nasıl bulaştın.”
- Hocam dedi. Ben İstanbul’da seyyar halıcılık yapardım. Antep’ten halı alır onları satar, kazancımın bir kısmını memlekete, çoluk-çocuğa gönderir, bir kısmıyla da kendi geçimimi sağlardım. Ev kiraları pahalı olduğu için İstanbul'da hemşerilerimin kaldığı bekâr evinde kalıyordum. Bir gün arkadaşlar beni bir yere götürdüler. Gittiğim yer kumarhaneymiş. Seyrederken ilgimi çekti. Ben de paramın bir kısmını yatırdım ve kaybettim. Kaybettiğim parayı tekrar yerine koyabilmek için başka paralar koydum. Bazen kazandım ama paramı eski durumuna getirebilmek için, biraz daha, biraz daha darken bir de baktım benim o ayki kazancım gitmiş. Kendi harçlığım neyse de, çoluk çocuğa da para göndermemiştim. Öbür cebimde fabrikaya ödemem gereken, halıların anaparası vardı. Halıları satmıştım. Fabrikaya parayı verip tekrar halı alacaktım. Fabrika önceki borcu ödemeden ikinci kez veresiye vermiyordu. İçimden bir ses önceki paraları kurtarabilmem için bu paralardan koymamı söylüyordu. Öyle de yaptım. Neticede hiç param kalmayıncaya kadar bir ümitle oynadım. Sonunda ne fabrikaya göndereceğim para kaldı, ne de çoluk-çocuğa. Moralim bozuk. Dokunsalar ağlayacağım.
Ne yapacağımı kara kara düşünürken bir arkadaş beni birileriyle tanıştırdı. Tanıştığımız kişiler cepçilermiş(yankesici).”Sen bunlara biraz takıl. Paranı denkleştirince halıcılığa geri dönersin” dedi. Bu fikir cazip geldi. İşin inceliklerini öğrendim ve onlara takıldım. Hocam o başlayış, başlayış oldu ve bir daha da bırakamadık. Sonunda yakalanıp buraya geldik.
Mehmet! Dedim. Çocukların var mı?
- Ellerinden öperler hocam dört tane.
-Peki senin burada olduğunu biliyorlar mı?
-Hayır, hocam onlar beni İstanbul’da sanıyorlar…
Kuran’daki şu ayet geldi gözlerimin önüne “ŞÜPHESİZKİ İÇKİ, KUMAR, TAPILMAK İÇİN DİKİLMİŞ TAŞLAR VE FAL OKLARI ŞEYTAN İŞİ PİSLİKLERDİR. ONLARDAN UZAK DURUNUZ”
Ayetteki vurguya dikkat ettiniz mi? “UZAK DURUNUZ”
Demek bu şeylerin yakınında bulunmak tehlikeli bir uçurumun yanında bulunmak gibi bir şeymiş, ne zaman içine düşeceğin hiç belli olmazmış.
25 Mayıs 2016
PRATİK YEMEK
Ali Uslu / İlahiyatçı
(Sosyal medya hesabından, izni ile alıntı yapılmıştır.)
(Sosyal medya hesabından, izni ile alıntı yapılmıştır.)
Bazen ailemizle birlikte bir yerlerden eve biraz geç
geliriz. Acilen yemek yememiz gerektiğinde ne yaparız? Veya yemek ihtiyacımız
olduğu ve zamanımızın kısıtlı olduğu durumlarda ne yaparız?
Tabii ki yapımı kolay, pişmesi tez olan pratik
yemeklerden yaparız değil mi? Mesela, menemen yaparız, omlet yaparız, makarna
haşlarız. Vb. Fakat vaktimiz varsa, imkânımız da varsa daha değişik yemekler de
yaparız değil mi?
Bunları şunun için, namazlarımızla irtibat kurmak için anlattım.
Malum, en önemli günlük ibadetlerimizden olan namazlarımızın erkânı(rükünleri) vardır.
Ayakta durmak, okumak, rükû, secde gibi.
Biz bunları öğretirken en kolayını öğretiriz öğrencilerimize.
Mesela Fatiha’dan sonra Fil suresini okuyun deriz, ikinci rekâtta Kurayş
suresini okuyun deriz. Rükûda üç kez “Sübhane Rabbiyel- Azim” okuyun. Secdede
üç kez “Sübhane Rabbiyel a’la” okuyun deriz. Fakat bunlar acele yaptığımız
yemekler gibidir. Vaktimiz dar olduğunda elbette namazlarımızı ihmal etmemek
için en kolayını okuyacağız. Fakat vaktimiz bol olduğunda, niçin en kolay olanı
seçelim?
Hatırlamamız gereken şeyler var bu konuda.
1-Namazlarda aldığımız sevaplar rekât sayısına göre değil,
Rabbimizin huzurunda bulunduğumuz süreye göredir.
2-Rükû ve secdelerde okuduğumuz tesbihatın sayısına
göredir.
3-Namazdaki ihlâsımıza, samimiyetimize, kendimizi namaza verişimize,
huşu durumumuza göredir.
O ZAMAN VAKTİMİZ BOL OLDUĞUNDA NAMAZ İBADETİMİZİ NASIL
YAPMALIYIZ?
1-Fatiha’dan sonra, devamlı Fil suresinden aşağı kısa
sureleri okumak bilinçli bir müslümana yakışıyor mu? En azından Duha suresinden
aşağısını ezberleyelim. Ve onları da okuyalım. Ezber yapabilenler daha başka
sureleri de ezberlemeli ve namazlarda okumalıdır. Şimdi teknolojinin imkânlarından
yararlanıp telefon veya bilgisayarımıza indirip kolaylıkla ve doğru olarak
ezberleyebiliriz.
Ayrıca her camimizde imamlarımız bu konuda görevlidirler.
Bayanlar için her mahallede K.Kursu bulunmaktadır.
2-Kuran-ı Kerimde birçok ayette namaz ibadeti neden
bahsedildiği halde, başka birçok ayette” rükû ve secde”ye özel dikkat çekilmektedir.
Bundan dolayı rükû ve secdelerimize daha çok önem vermeliyiz. Tesbihatlarımızı üçten
daha fazla, 5-7-9-11 kez ve okunuşunun hakkını vererek yapabiliriz.
3-Okuduğumuz sure ve duaların anlamını zaman içinde öğrenmeliyiz.
4-Namazlarımızı huşu içinde kılmaya gayret etmeliyiz.
Mü’minun suresinde Kurtuluşa erecek müminlerden
bahsederken ilk olarak “ONLAR Kİ NAMAZLARINDA HUŞU’ İÇİNDEDİRLER” diye haber verilirken,
Birkaç ayet sonra da “ONLAR Kİ NAMAZLARINI KORURLAR” buyrularak hem vakitlerine
dikkat etmemiz hem de rükunlarının hakkını vermemiz istenmektedir.
Mearic suresi/ 22 de ise “ONLAR Kİ NAMAZLARINDA
DEVAMLIDIRLAR” buyrularak namazların ihmale gelmeyeceği bize hatırlatılır.
Alak suresinin son ayetinde ise secdenin önemine vurgu yapılır.
Rabbimiz buyurur ki "SECDE ET VE YAKLAŞ" Her secde Rabbimize manen
yakınlaşmadır. Secdemiz ne kadar uzun olursa yaklaşmamız da o kadar fazla olur.
KUYUMCU
Ali Uslu / İlahiyatçı
(Sosyal medya hesabından, izni ile alıntı yapılmıştır.)
(Sosyal medya hesabından, izni ile alıntı yapılmıştır.)
Hiç sahte altın gördünüz mü?
Görmediyseniz bile ne olduğunu biliyorsunuzdur.
Aslında altın olmadığı altın süsü verilmiş görünüşüyle
rengiyle tıpkı altına benzeyen başka bir ucuz madendir.
Bir de altının ayarları vardır. Mesela 24 ayar, 22 ayar,
18 ayar, 14 ayar,8 ayar altın var. Bunlar da altının içindeki karışımı
bildiriyor.
Mesela 24 ayar saf altın, 22 ayarın içinde biraz bakır
karışımı var, 18 ayarın karışımı daha fazla,8 ayarda ise karışım oldukça fazla.
Altının ayarı düştükçe fiyatı da düşüyor tabii ki. Çünkü
içindeki ucuz madenler fazlalaşıyor.
Peki, ayarı düşük altına sahte altın diyebilir miyiz?
Diyemeyiz ama hakiki altın (saf altın) da diyemeyiz.
Ne diyebiliriz,
-Değeri düşük altın diyebiliriz.
Teşbihte hata olmazsa Müslümanları da altına benzetebiliriz.
Bir müslümanda bulunması gereken inanç ve davranışları altın elementine benzetelim,
müslümanda bulunmaması gereken davranışları da maddi açıdan değeri az madenlere
benzetelim. Bir kimse müslümanım dediği halde (görünüş, kılık-kıyafet olarak iyi
bir müslümana benzese bile) müslümanda bulunması gereken inanç ve davranışlar
yoksa bu kişi sahte altına benzer.
Bir Müslüman’ın tüm davranışları Kur'an'a uygunsa,
Peygamberimizin öğretilerine uygunsa o kişi Allah Teâlâ katında çok değerlidir.
Böyle Müslümanlar “muttaki” Müslümanlardandır. Bunlar Rabbimizin has kullarındandır.
Allah telalanın sevdiği kullardandır. Bunları saf (24 ayar)altına
benzetebiliriz.
Fakat bir Müslümanın davranışlarının bir kısmı dinimize uygun
bir kısmı değilse; o da içine bakır karıştırılarak ayarı düşürülmüş altın
gibidir. Bu kişiye Müslüman değildir diyemeyiz fakat bazı davranışları
Müslümanca değildir. Bunlar günahkâr Müslümanlardandır. Bunların Allah
katındaki değeri birinci gruptakiler kadar değildir.
Üçüncü grupta ise Müslüman olduğunu iddia etmelerine
rağmen inanç ve davranışları İslam’a uymayan kişiler vardır. Bunlar görüntü
olarak altına benzediği halde içerik olarak altın elementiyle alakası olmayan
madenler gibidir. Bu tür sahte altınların insanlar nezdinde değeri olmadığı gibi,
bu tür Müslümanların da Allah katında değeri yoktur. Bunlar görüntü olarak
Müslümanım dedikleri halde içerik olarak islamla alakası olmayan, insanları
kandırmak isteyen sahtekârlardır. Bunlara dinimizin literatüründe münafık
denir.
Sevgili Peygamberimiz münafıklar ile ilgili şöyle
buyurmuşlardır:
“MÜNAFIĞIN BELİRTİSİ ÜÇTÜR:
KONUŞTUĞUNDA YALAN SÖYLER, SÖZ VERİNCE SÖZÜNDEN DÖNER,
KENDİSİNE BİR ŞEY EMANET EDİLİNCE ONA HAİNLİK EDER.”
Başka bir hadislerinde ise:
“DÖRT HUY VARDIR Kİ, BU DÖRT HUYUN TAMAMI KİMDE BULUNURSA
O KİMSE KATKISIZ MÜNAFIKTIR, BUNLARDAN BİRİ VEYA BİRKAÇI BULUNURSA O KİŞİDE
MÜNAFIKLIK BELİRTİSİ VARDIR.
KONUŞUNCA YALAN SÖYLER,
SÖZ VERİNCE SÖZÜNDEN CAYAR
EMANET EDİLİNCE HAİNLİK EDER.
(BİRİLERİYLE ARASINDA HUSUMET MEYDANA
GELDİĞİNDE)HASIMLAŞTIĞI KİŞİYE KARŞI HAKTAN AYRILIR, FACRLİK EDER"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)