Ocak 2013
Kunduracı Abdullah Buruk Mini Belgeseli.
Kendisi Tavşanlı'nın en eski kunduracılarındadır.
Tam ekran yapara HD formatında izleyiniz. (03.02.2020 tarihinde vefat etti. Allah rahmet etsin.)
xxx
KUNDURACI ABDULLAH BURUK ANLATIYOR
(Mustafa Uysal tarafından, 2013 Ocak ayında hazırlanan
mini video belgeselden alınmıştır. Ses Çözüm: Enes Sadi)
Benim ismim Abdullah Buruk, Mustafa oğlu Abdullah Buruk.
Benim ismim Abdullah Buruk, Mustafa oğlu Abdullah Buruk.
1929 doğumlu Buruklar sülalesinin en küçük oğluyum.
Babamın adı Mustafa. Okuldan 1940 senesinde çıktım.
Çıraklığa vardım. Çıraklık da aşağı yukarı 3 sene kadar yaptım. Ondan sonra
oradan ayrıldım, dayımın yanında çıraklık yaptım, ayrıldım. Kendi başıma...
Tahsin Buruk derlerdi, bizim bir Amcazade'miz vardı, İstanbul'dan bana malzeme
getiriverdi. Kağıt getiriverdi, deri getiriverdi, sanata başladım. İlk ayakkabı
dikişimde -Allah kabrini cennet etsin- malzemeyi getirince, “Abdullah” dedi “Benim
ayağımın ölçüsünü al da bana bir ayakkabı dikiver.” dedi. İlk ayakkabıyı öyle
diktim. Sonra kendi başıma akrabaya, eşe, dosta dike dike ben kunduracı oldum.
Ondan sonra, (Tabi dayımın yanından pek rızayla ayrılmadım) dayımın oğlu askere
gitti. Tekrar dayım da hastalandı, ustam yani. Onun yerine bir buçuk sene kadar
ona çalışıverdim, ona bakıverdim. Oradan
askere gittim. 1949 senesinin 10. Ayında gittim. 2 sene askerlik yaptım. 1951
senesinin 10. ayında askerden geldim. Bu dükkanı açtım. Bu dükkan babamdan
kaldı. Burası büyük bir semerci dükkanıydı. Eniştem vardı, eniştemizle beraber
bu dükkanı böldük. O orada semercilik yaptı, babam semerciydi ondan tabi
semercilik öğrenmiş. Hem amcamın oğlu hem eniştemdi. O orada semercilik yaptı, ben burada 1952
senesinin 10. ayında sanata başladım. O zamandan bu zamana burada ayakkabıcılık
yapıyorum.
1980 senesine kadar ayakkabı imal ettim. Siparişçiydim.
Ayakkabı dikerdik sipariş olaraktan. E tabi, o eski işlerden iş kalmadı. Biz o
zaman için dikişle batmalı, kazımalı derlerdi, onları yapardık. Yapıştırma
çıktı, bu işe döndük. Az çok yapıştırma yaptık ondan sonra baktım olmadı, aha
böyle mesttir, cüzdandır, ne bileyim telefon kabıdır… Deri olduktan sonra ne
olursa olsun elimizden gelir. Allah razı olsun bu makineye. 1950 senesinde
aldım ben bu makineyi. O zamandan bu zamana hala yeni gibidir. Hiç yağsız
çalışmam ben bunda. Eskimedi mi eskimiyor yani. Onun sayesinde çok işler
yaptım, çok paralar kazandım. Sonra şurada kollu makineyi aldık. Onunla da
tamircilik yapıyoruz. İşte böyle geçinip gideriz.
Biz hep, hazır ayakkabı yoktu zaten, sipariş yapardık
yani büyüğe küçüğe sipariş yapardık. Ben siparişi alırdım bir aydan aşağı
veremezdik ayakkabıyı. Ölçüyü aldığımız zaman bir ay sonra gel derdik.
Bayramlarda ya da vesaire zamanlarda... Daha ayakkabı tamir ettiren var. Şimdi
yapıştırmayla oluyor o işler. Tabanını, kenarlarını, bir makine var, onunla
dikiliyor. İyi yapışırsa makineye de lüzum kalmıyor. Hepsi ilaçla yapıştırma
ayakkabılar. Suni, üzeri deri olsa bile, önü hep suni. Kösele kalktı, kösele
yapılmıyor, yapılsa da çok pahalı olur.
İyi bir ayakkabının özelliği, altı, tabanı kösele olacak bir kere suni olmayacak. Suni oldu mu ayak yine rahat etmez. Suni olduğu için hava almaz. Şimdi yapıştırma yapılıyor. Altı kösele taban... Kösele olduğu gibi aradaki yapışan ilaç yine suni oluyor. Yani tabii diye bir şey kalmadı. Onun için bu... Hepsi hazır işe döndü. Fabrikasyon oldu. Biz de vaktimizi geçirip gideriz. Bitmez, biz duyuyoruz Almanya'da bir ayakkabı tamiri için çok zormuş, çok güçmüş. Yani bir şey yaptırılmazmış yaptıramazmışsın(tamir). Hepsi fabrikasyon. Böyle ayakkabı tamircisi bulunmazmış Almanya'da biz gidip görmedik ama. Geçen biri geldi, saat kordonu yaptıracakmış bileğine göre, orada bulamamış yaptıramamış. Geldi biz iki tane yapıverdik. Aldılar götürdüler onlar.
Şurada gördüğün ne varsa, hepsi… Cüzdan, anahtar kabı, anahtarlık, ne bileyim kordon, bileklik, telefon kılıfı, tabanca kılıfı… Deri olduktan sonra hepsini yaparız. Deriyle olacak bir şey...
Benim, sekiz yaşında babam öldü. Çocuktum, babam hasta yatıyor, ninem de başucuna geldi-annemin annesi- ona az çok yaşları bir olduğundan ona Hatice diye hitap etti, 66 yaşıma girdim hiçbir sıkıntı görmedim. Kemal-i afiyetle vakit geçirdim, dedi. Ben de içeri girip çıkıyorum babamın yanındayım, başka kimse yok. Yalnız, dedi, şu ufak kaldı, şunu biraz daha palazlandırıverseydim Abdullah'ı dedi, hiç gam yemeyecektim, dedi. Bak, o (babası) 66 yaşında öldü, ben 8 yaşımda yetim kaldım. Ben 84 yaşıma girdim yani bir insana Allah nazar etmeli. Ben yetim kaldım ama bak bu hale geldik. Bize dükkan koydu gitti, tarla koydu gitti babamız, ev koydu gitti. Sonra ağabeyim biraz, 16 yaşında vardı o, babam öldüğü zaman, okulunu bitirdi, memurluğa girdi. Sonra anamın sayesinde - Anam çok akıllıydı.- hepimiz bak büyüdük bu hale geldik. Hiçbir sıkıntı görmedik hamdolsun.
İyi bir ayakkabının özelliği, altı, tabanı kösele olacak bir kere suni olmayacak. Suni oldu mu ayak yine rahat etmez. Suni olduğu için hava almaz. Şimdi yapıştırma yapılıyor. Altı kösele taban... Kösele olduğu gibi aradaki yapışan ilaç yine suni oluyor. Yani tabii diye bir şey kalmadı. Onun için bu... Hepsi hazır işe döndü. Fabrikasyon oldu. Biz de vaktimizi geçirip gideriz. Bitmez, biz duyuyoruz Almanya'da bir ayakkabı tamiri için çok zormuş, çok güçmüş. Yani bir şey yaptırılmazmış yaptıramazmışsın(tamir). Hepsi fabrikasyon. Böyle ayakkabı tamircisi bulunmazmış Almanya'da biz gidip görmedik ama. Geçen biri geldi, saat kordonu yaptıracakmış bileğine göre, orada bulamamış yaptıramamış. Geldi biz iki tane yapıverdik. Aldılar götürdüler onlar.
Şurada gördüğün ne varsa, hepsi… Cüzdan, anahtar kabı, anahtarlık, ne bileyim kordon, bileklik, telefon kılıfı, tabanca kılıfı… Deri olduktan sonra hepsini yaparız. Deriyle olacak bir şey...
Benim, sekiz yaşında babam öldü. Çocuktum, babam hasta yatıyor, ninem de başucuna geldi-annemin annesi- ona az çok yaşları bir olduğundan ona Hatice diye hitap etti, 66 yaşıma girdim hiçbir sıkıntı görmedim. Kemal-i afiyetle vakit geçirdim, dedi. Ben de içeri girip çıkıyorum babamın yanındayım, başka kimse yok. Yalnız, dedi, şu ufak kaldı, şunu biraz daha palazlandırıverseydim Abdullah'ı dedi, hiç gam yemeyecektim, dedi. Bak, o (babası) 66 yaşında öldü, ben 8 yaşımda yetim kaldım. Ben 84 yaşıma girdim yani bir insana Allah nazar etmeli. Ben yetim kaldım ama bak bu hale geldik. Bize dükkan koydu gitti, tarla koydu gitti babamız, ev koydu gitti. Sonra ağabeyim biraz, 16 yaşında vardı o, babam öldüğü zaman, okulunu bitirdi, memurluğa girdi. Sonra anamın sayesinde - Anam çok akıllıydı.- hepimiz bak büyüdük bu hale geldik. Hiçbir sıkıntı görmedik hamdolsun.
Şimdi yengen öleli 2 gün sonra 13 sene olacak. Tabi ben
bir şeyle meşgul olmam lazım, yalnızlık çok zor. Onun için kendimi sanata
veriyorum. Kafa oraya çalışıyor, yengenizin yokluğunu unutuyorum. Çok zor
yalnızlık, yalnızlık çok zor... Allah da bana sıhhat afiyet veriyor, bunlarla
meşgul oluyorum, hem çalışıyorum hem 3-5 kuruş para dökülüyor. Bol bol
harcanıyoruz, hayır ediyoruz, ne bileyim yiyoruz içiyoruz, bunun için
meşguliyet çok iyi bir şey, çalışmak çok iyi bir şey. Emekli olanlar kahvede
oturmasınlar. Bir şeyle meşgul olsunlar. Yani sıhhat bulmaları için bir şeyle
meşgul olsunlar. Çok görüyoruz böyle oturanları, oturup kalıyor. Hareket çok
iyi şey. Herkes bir olmuyor. Kimisi sanatkar oluyor, kimisi profesör oluyor,
kimisi reis-i cumhur oluyor, kimisi muhtar oluyor, kimisi katip oluyor, kimisi
kaymakam oluyor. Allah bize de bu ayakkabıcılığı vermiş. Ama ben hür yaşadım
şimdiye kadar. Emir altında durmadım. Kendi kafam nereye esti onu yaptım. Şükür
Allah'a...