10 Haziran 2008

İPEK DİLLER Mİ DEDİNİZ?


İPEK DİLLER Mİ DEDİNİZ?
“Yalvarmasana abla, ver, de verelim.”
Bu cümlenin bağlamını çoğunuz biliyorsunuz. Arkadaşlarım arasında bu yüzden epey alay konusu olmuşluğum vardır. Varlığımızı ifade ettiğimiz konuşma kabiliyetimizi hakikaten oduna bağlamak üzere şartlandırılıyoruz, galiba o yüzden bu sıkıntılar.
Geçen gün Esma Canıaz Hoca’mın yazısı dolayısı ile bir kez daha içimi burkan bu meseleyi kaleme almak zorunda hissettim kendimi. Gazetede bu konuyu detaylı ve ince bir üslupla ele almıştı kendisi. Zarifliğinden kaybetmeden bu konuyu ele alışını kıskanarak ve sizden, ilerleyen bölümlerde kabalaşacak üslubumdan dolayı af dileyerek, devam ediyorum.
Çay isterken bile bin bir türlü düşünmek zorunda kalıyorum. Zira kaba bir tavır alamam, nazikâne isteyemem… Kendisine nezaket gösterdiğiniz kişi bunu reddederse yapacak bir şey kalmıyor. Örneğin: Bir çay verir misiniz? Dediğinizde bakışlarını göreceksiniz. Sizi hemen diğer ahaliden ayırıyorlar. Nasıl bir ayrım olduğunu iyice tasvir etmeliyim. Bu, buralarda yeni... (İyi, olsun.) Bu herif kılın teki çıkacak. (Yok artık.) Pısırık herif, biraz beklese de olur. (Çok beklediğim oldu.) Yazık, ezilmiş çayı bile yalvararak istiyor. (Acıyarak bakarlar.) Daha birçok gözlemim var bu türden. Pek az müspet tavır gördüm. Onlar da ancak seçkin insanlardı.
Şimdi çocukluğunuza inelim… (Freud, aç ağzını yum gözünü!)
Hangi birimiz çocukluğunda ebeveynlerinden “Lütfen.” Ya da “Rica ediyorum.” Kelimelerini duydu? Hanginiz çocuklarından özür diledi bugüne kadar? Hanginiz (Hangimiz, diyelim ben de dâhil olayım.) çocuğundan kibarca istedi bir ihtiyacını? Geçelim, bu konu üzerinde sonra düşünürüz zira işin burası sadece konunun bir bölümünü oluşturuyor.
Etrafta öyle insanlar var ki (Hemen hemen toplumun yarısı.) sokakta yüksek sesle söverek muhabbet ediyor. Yanımda çocuklarım varken daha çok farkına varıyorum bunun. Diğer türlüsüne zaten alışmışım. Sövmeden cümle kuramayan birçok tanıdığım var. Nezaketten bahsedilince bile kesme işareti kullanmak zorunda kalıyorlar. (“Nezaket’ten” Tamam, özel isim. Daha fazla söyleyemem yahu!)
Hocam yazısında “… medya sakinlerinin sorumluluğu büyük.” Demişti. Benim de içinde bulunduğum bir camiadan bahsederken ne kadar adil davranacağım doğrusu şüpheli. O yüzden bu konuya girmeden geçeceğim. Bazen öyle yaparız, üzerimize alınmayız olur biter. Şu da var ki, vurdumduymaz bir tavır değil şu an yaptığım. Söylediklerimin etkisi ve söylediğim yerin yumuşak karnı sebebiyle dokunmadan geçiyorum.
Tamam, biraz bahsedeyim… Uğur Dündar, dün akşam haberlerde Japonlardan bahseden haberin bitiminde “Hem nazik hem dürüstler.” Diye bitirdi haberini. Gözümüzün içine bakarak bize “Siz, hem sahtekâr hem de kabasınız.” Demiş oldu. Öyle olmadı mı? Kendi marifetleriyle inşa ettikleri izleyicilerine bunu da söyledi ya, daha bir şey beklemiyorum. Hiç üzerime alınmadım. Alınamam da çünkü o, biz değil siz, tavrından nefretle söz etmem gerekiyor.
Hocam, yine yazısında, açık sözlülükten bahsetmişti…
Açıkçası birinin açık sözlü olduğunu baştan ilan etmesi beni kulaklarıma kadar kızartıyor. Onlar adına utanıyorum. Onların kastettiği, Mehmet Akif merhumun “Sözüm odun gibi olsun, doğru olsun tek.” Manasından başka bir yere düşüyor. Az sonra ne gibi potlar kıracaklarını çok iyi biliyorum. İnsanları hırpalayıp atacaklarını, onlara çöp muamelesi yapacaklarını, en iyisinin yine kendileri olduğunu ilan edeceklerini biliyorum. Suçu ya da yanlışı hedef alacaklarına doğrudan suçluyu ya da yanlış yapanı hedef alıyorlar. Davranışı değil kişiyi hedef alıyorlar. Kuran ahlakından nasibi az olanların yaptığı şey tam olarak bu. Bilselerdi Kuran tam olarak bunu yapıyordu: Günahkârı değil günahı eleştiriyordu.
Daha ilk tanışmamızda “Senli benli” olanları geçtim, bunu artık devlet memurları da yapıyorlar. İlk defa bir iş için görüştüğüm kişi bana “Sen ne istiyorsun?” diye soruyor. Ya da buna benzer şeyler. Bu ne anlama geliyor?
Bütün bunlar ne anlama geliyor?
Nezaketin temelinde saygı vardır. Saygının temelinde ise kabullenme… Biz beraber yaşadığımız insanları kabullenememişiz henüz. Bizden başkası hep hakir, adi, alelade, aşağı… Af edersiniz ama, günahımı vermem, sümüğümü bile atmam üzerine, diye sınıflara ayırmıyor muyuz insanları? Bazıları daha hafif kategoride kalıyor demek ki, onlara kaba davranarak ifade ediyoruz bencilliğimizi.
Ah hocam, nerede kaldı ipek diller?
Lütfen bu konuda daha çok konuşun, yazın. Yazın ki, bir nebze olsun ferahlasın dilimiz. Sizden öğreneceğimiz çok şey var bu konuda. Bunları söylerken bir densizliğim olduysa da lütfen bağışlayın, ızdırabımın ağırlığındandır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder