"Bana Arşimet'in manivelasından bahsetme. O, riyazi tasavvur kuvvetine sahip, unutkan bir kimse idi. Matematiğe hürmet ederim, fakat benim makinelerle hiç bir ilgim yok. Sen bana yerinde ve doğru bir kelimeyi ve hatasız vurguyu ver, ben dünyayı yerinden oynatayım." Joseph Conrad
"Yerinde bir kelime ile hemen hemen yerinde bir kelime arasındaki fark, şimşek ile ağustos böceği arasındaki fark kadardır." Mark Twain.
Çocukluğumun çizgi filmleri arasında haçlı simgesi ile bir Heman vardı. "Gölgelerin gücü adına!" diye bağırırdı. İşte, gerisini biliyorsunuz... Şimşekler, gürültüler falan bayağı bir değişim olur, güçlenirdi. Heyecanla izlerdik. Her seferinde İskeletor'u yener, bizi rahatlatırdı.
Şimdi ben çıkıp kalabalığın ortasına bağırsam, "Kelimelerin gücü adına, lütfen susun!" desem.
Kelimelerin gücünü anlatan bir kompozisyon yazmanızı isteyen bir sınavda olduğunuzu düşünün. (Garip bir tasavvur istiyorum ve bunun farkındayım.) Kağıda sadece tek bir harf yazmanız bile sınavı başarı ile geçmenize sebep olabilecek kadar güçlü bir sebeptir. Biz insanların en ayırıcı vasfı olan konuşmanın ve yazmanın aracıdır onlar. Harfler, kelimeler...
Leziz, kelimesini çok severim. Bana sevdiğim şeyleri hatırlatır hem de bütün koku, tat ve şekilleriyle. Amca oğlumun uzunca bir dönem her gördüğü güzel şey için bu kelimeyi kullanması beni bu kelimeden ve oluşturduğu etkiden soğuttu.
Ne anlatmaya çalıştığımın farkına varmış olmalısınız. Çocukların yeni öğrendikleri Nasrettin Hoca fıkralarını ilk defa duyuyormuş gibi dinlemek zordur. Daha da zor olanı her anlattıklarında aynı gülüşü ve etkiyi beklemeleridir.
Kelimeleriniz ne kadar güçlü olursa o kadar kolay ilişkiler kurabilirsiniz. İletişim kurmanın belki en temel kuralı budur. Doğru kelimeyi, doğru zamanda, doğru vurgu ile kullanmak.
Muhatabınızı afallatmadan konuşabilirseniz, güçlüsünüzdür. Kelimeler işte o an size güç verir. Aksi durumda kelimeler sizi çok çabuk rezil eder. Foyanız çok çabuk ortaya çıkar. Cilanız kararır. İroni kelimesini yeni öğrenen (Duyan) bir arkadaşımın, öykü konuşulan bir ortamda hiç de alakasız bir öykü üzerine aniden, "İronik bir durum." deyivermesi herkesi susturmuştu. Hafif yollu baş sallama ile sohpet bitti. Ya biri sorsaydı kullandığı kelimenin anlamını.
Bazen kendimi o kadar güçlü hissediyorum ki, bu gücümü kelimelerle ifade etmekte zorlanıyorum. Bu durumun yine kelimelerin tesiri olduğunu bildiğim halde susup kalıyorum. Kelimenin gücü biraz da dinginliktedir. O yüzden büyük bir susmanın sonunda çıkan kelimenin tesiri daha büyüktür.
dil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
08 Ağustos 2008
Kelimelerin Gücü
10 Haziran 2008
İPEK DİLLER Mİ DEDİNİZ?
İPEK DİLLER Mİ DEDİNİZ?
“Yalvarmasana abla, ver, de verelim.”
Bu cümlenin bağlamını çoğunuz biliyorsunuz. Arkadaşlarım arasında bu yüzden epey alay konusu olmuşluğum vardır. Varlığımızı ifade ettiğimiz konuşma kabiliyetimizi hakikaten oduna bağlamak üzere şartlandırılıyoruz, galiba o yüzden bu sıkıntılar.
Geçen gün Esma Canıaz Hoca’mın yazısı dolayısı ile bir kez daha içimi burkan bu meseleyi kaleme almak zorunda hissettim kendimi. Gazetede bu konuyu detaylı ve ince bir üslupla ele almıştı kendisi. Zarifliğinden kaybetmeden bu konuyu ele alışını kıskanarak ve sizden, ilerleyen bölümlerde kabalaşacak üslubumdan dolayı af dileyerek, devam ediyorum.
Çay isterken bile bin bir türlü düşünmek zorunda kalıyorum. Zira kaba bir tavır alamam, nazikâne isteyemem… Kendisine nezaket gösterdiğiniz kişi bunu reddederse yapacak bir şey kalmıyor. Örneğin: Bir çay verir misiniz? Dediğinizde bakışlarını göreceksiniz. Sizi hemen diğer ahaliden ayırıyorlar. Nasıl bir ayrım olduğunu iyice tasvir etmeliyim. Bu, buralarda yeni... (İyi, olsun.) Bu herif kılın teki çıkacak. (Yok artık.) Pısırık herif, biraz beklese de olur. (Çok beklediğim oldu.) Yazık, ezilmiş çayı bile yalvararak istiyor. (Acıyarak bakarlar.) Daha birçok gözlemim var bu türden. Pek az müspet tavır gördüm. Onlar da ancak seçkin insanlardı.
Şimdi çocukluğunuza inelim… (Freud, aç ağzını yum gözünü!)
Hangi birimiz çocukluğunda ebeveynlerinden “Lütfen.” Ya da “Rica ediyorum.” Kelimelerini duydu? Hanginiz çocuklarından özür diledi bugüne kadar? Hanginiz (Hangimiz, diyelim ben de dâhil olayım.) çocuğundan kibarca istedi bir ihtiyacını? Geçelim, bu konu üzerinde sonra düşünürüz zira işin burası sadece konunun bir bölümünü oluşturuyor.
Etrafta öyle insanlar var ki (Hemen hemen toplumun yarısı.) sokakta yüksek sesle söverek muhabbet ediyor. Yanımda çocuklarım varken daha çok farkına varıyorum bunun. Diğer türlüsüne zaten alışmışım. Sövmeden cümle kuramayan birçok tanıdığım var. Nezaketten bahsedilince bile kesme işareti kullanmak zorunda kalıyorlar. (“Nezaket’ten” Tamam, özel isim. Daha fazla söyleyemem yahu!)
Hocam yazısında “… medya sakinlerinin sorumluluğu büyük.” Demişti. Benim de içinde bulunduğum bir camiadan bahsederken ne kadar adil davranacağım doğrusu şüpheli. O yüzden bu konuya girmeden geçeceğim. Bazen öyle yaparız, üzerimize alınmayız olur biter. Şu da var ki, vurdumduymaz bir tavır değil şu an yaptığım. Söylediklerimin etkisi ve söylediğim yerin yumuşak karnı sebebiyle dokunmadan geçiyorum.
Tamam, biraz bahsedeyim… Uğur Dündar, dün akşam haberlerde Japonlardan bahseden haberin bitiminde “Hem nazik hem dürüstler.” Diye bitirdi haberini. Gözümüzün içine bakarak bize “Siz, hem sahtekâr hem de kabasınız.” Demiş oldu. Öyle olmadı mı? Kendi marifetleriyle inşa ettikleri izleyicilerine bunu da söyledi ya, daha bir şey beklemiyorum. Hiç üzerime alınmadım. Alınamam da çünkü o, biz değil siz, tavrından nefretle söz etmem gerekiyor.
Hocam, yine yazısında, açık sözlülükten bahsetmişti…
Açıkçası birinin açık sözlü olduğunu baştan ilan etmesi beni kulaklarıma kadar kızartıyor. Onlar adına utanıyorum. Onların kastettiği, Mehmet Akif merhumun “Sözüm odun gibi olsun, doğru olsun tek.” Manasından başka bir yere düşüyor. Az sonra ne gibi potlar kıracaklarını çok iyi biliyorum. İnsanları hırpalayıp atacaklarını, onlara çöp muamelesi yapacaklarını, en iyisinin yine kendileri olduğunu ilan edeceklerini biliyorum. Suçu ya da yanlışı hedef alacaklarına doğrudan suçluyu ya da yanlış yapanı hedef alıyorlar. Davranışı değil kişiyi hedef alıyorlar. Kuran ahlakından nasibi az olanların yaptığı şey tam olarak bu. Bilselerdi Kuran tam olarak bunu yapıyordu: Günahkârı değil günahı eleştiriyordu.
Daha ilk tanışmamızda “Senli benli” olanları geçtim, bunu artık devlet memurları da yapıyorlar. İlk defa bir iş için görüştüğüm kişi bana “Sen ne istiyorsun?” diye soruyor. Ya da buna benzer şeyler. Bu ne anlama geliyor?
Bütün bunlar ne anlama geliyor?
Nezaketin temelinde saygı vardır. Saygının temelinde ise kabullenme… Biz beraber yaşadığımız insanları kabullenememişiz henüz. Bizden başkası hep hakir, adi, alelade, aşağı… Af edersiniz ama, günahımı vermem, sümüğümü bile atmam üzerine, diye sınıflara ayırmıyor muyuz insanları? Bazıları daha hafif kategoride kalıyor demek ki, onlara kaba davranarak ifade ediyoruz bencilliğimizi.
Ah hocam, nerede kaldı ipek diller?
Lütfen bu konuda daha çok konuşun, yazın. Yazın ki, bir nebze olsun ferahlasın dilimiz. Sizden öğreneceğimiz çok şey var bu konuda. Bunları söylerken bir densizliğim olduysa da lütfen bağışlayın, ızdırabımın ağırlığındandır.
11 Ocak 2008
DİLİNİ EŞEK ARILARI YAZSIN!
“Kamus, namustur.” İmza: Cemil Meriç.
“Kamussuzluk, namussuzluktur.”
“Namussuzun kamusu yoktur.”
“Kamus, namussuzlara lazım değildir.”
“Kamusun lazım olduğu yerler çok değilse namussuzluk yaygındır.”
“Yabancı dil hayranlığı, kamussuzluktur.”
“Namussuzlar pek uzun konuşamazlar.”
Mantıkî çıkarım, imza: M.Uysal.
Namus: Edeb, haya, doğruluk ve güvenilirlik gibi faziletlerin sonucu olan ve yüksek değer taşıyan haslet; ahlakî ölçülere olan bağlılık. Edep, iffet, ırz, ismet. Doğruluk, dürüstlük. Haysiyet, itibar.
Kamus: sözlük, lügat, büyük sözlük. Bir dilin kelimeleri. Mantık dersini severdim ama pek yararlanma fırsatım olmadı. Hep geçici öğretmenlerle muhatap olmak zorunda kaldım. Geçen yıllarda Marmara Üniversitesinin yayımladığı "Mantık Yanlışları" kitabını aldım, ilgim devam etsin diye. Mantık ilmiyle olan bağım çok kuvvetli değildir yine de kullanmayı severim. Cemil Meriç’in, alıntıladığım cümlesinden ne kadar doğru çıkarımlar yaptığım tartışılır. Yanlış da olsa benim için bir düşünce silsilesi oluşturduğundan, bu çıkarımlar önemli.
Dil, önemli bir araçtır. Kimin dilini ne için kullandığımız da çok önemli. Farklı dil bilen insanlara ihtiyacımız var. Fakat toplumun tamamının başka bir dili öğrenmeye kalkışmasına ihtiyacımız yok. Karganın, kekliği taklit babında yaptığı, haysiyetsizlikten başka nedir? Yahut bülbülün çektiği, dili belası.
Şimdi hiç oraya buraya dolandırmadan şunu aktaralım: “Bursa’nın Nilüfer ilçe belediyesine “Dil” ödülü verildi. Bursa’nın merkez Nilüfer ilçe belediyesinin iş yerlerinde Türkçe isim kullanılması yönündeki meclis kararı sebebiyle Türk Dil Kurumu (TDK) tarafından ödüllendirilmesine karar verildi.” (23/04/2003) Gazetelerden bir haberdi bu aktardığım. Elbette başka dillerden gelen kelimeleri de kullanmak zorunluluğumuz var. Bunun bir sınırı olmalı değil mi? Kamussuzlara hatırlatılması gerekenleri kim hatırlatacak? Dil, bir toplumun en değerli hazinesidir. Onu kim yağmalamak isterse hırsızdır. Dili kim bozmak isterse, kim başka dillerle karma yaparsa uyarılmalıdır.
Bu çerçevede (haberle ilintili olarak) şehir olarak, biz de artık İDK’dan (İngiliz Dil Kurumu) bir ödül bekliyoruz. Ödül töreninde sizi de aramızda görmekten mutluluk duyacağız. Very interesting bir olay olacak, kaçırmayın!
“Kamussuzluk, namussuzluktur.”
“Namussuzun kamusu yoktur.”
“Kamus, namussuzlara lazım değildir.”
“Kamusun lazım olduğu yerler çok değilse namussuzluk yaygındır.”
“Yabancı dil hayranlığı, kamussuzluktur.”
“Namussuzlar pek uzun konuşamazlar.”
Mantıkî çıkarım, imza: M.Uysal.
Namus: Edeb, haya, doğruluk ve güvenilirlik gibi faziletlerin sonucu olan ve yüksek değer taşıyan haslet; ahlakî ölçülere olan bağlılık. Edep, iffet, ırz, ismet. Doğruluk, dürüstlük. Haysiyet, itibar.
Kamus: sözlük, lügat, büyük sözlük. Bir dilin kelimeleri. Mantık dersini severdim ama pek yararlanma fırsatım olmadı. Hep geçici öğretmenlerle muhatap olmak zorunda kaldım. Geçen yıllarda Marmara Üniversitesinin yayımladığı "Mantık Yanlışları" kitabını aldım, ilgim devam etsin diye. Mantık ilmiyle olan bağım çok kuvvetli değildir yine de kullanmayı severim. Cemil Meriç’in, alıntıladığım cümlesinden ne kadar doğru çıkarımlar yaptığım tartışılır. Yanlış da olsa benim için bir düşünce silsilesi oluşturduğundan, bu çıkarımlar önemli.
Dil, önemli bir araçtır. Kimin dilini ne için kullandığımız da çok önemli. Farklı dil bilen insanlara ihtiyacımız var. Fakat toplumun tamamının başka bir dili öğrenmeye kalkışmasına ihtiyacımız yok. Karganın, kekliği taklit babında yaptığı, haysiyetsizlikten başka nedir? Yahut bülbülün çektiği, dili belası.
Şimdi hiç oraya buraya dolandırmadan şunu aktaralım: “Bursa’nın Nilüfer ilçe belediyesine “Dil” ödülü verildi. Bursa’nın merkez Nilüfer ilçe belediyesinin iş yerlerinde Türkçe isim kullanılması yönündeki meclis kararı sebebiyle Türk Dil Kurumu (TDK) tarafından ödüllendirilmesine karar verildi.” (23/04/2003) Gazetelerden bir haberdi bu aktardığım. Elbette başka dillerden gelen kelimeleri de kullanmak zorunluluğumuz var. Bunun bir sınırı olmalı değil mi? Kamussuzlara hatırlatılması gerekenleri kim hatırlatacak? Dil, bir toplumun en değerli hazinesidir. Onu kim yağmalamak isterse hırsızdır. Dili kim bozmak isterse, kim başka dillerle karma yaparsa uyarılmalıdır.
Bu çerçevede (haberle ilintili olarak) şehir olarak, biz de artık İDK’dan (İngiliz Dil Kurumu) bir ödül bekliyoruz. Ödül töreninde sizi de aramızda görmekten mutluluk duyacağız. Very interesting bir olay olacak, kaçırmayın!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)