Her Kişi Niyetine
Mesut Sütçü
Gittikçe körleşiyor kalp gözlerimiz. Vicdanımızın sesi mi kısık yoksa biz mi ağır bir sağırlık yaşıyoruz? Ama vicdanı duymadığımız ve akıl baliğ olduğundan beri besleyip büyüttüğümüz hırsımızla doymadığımız kesin. Gözyaşları akıtmıyor muyuz? Elbette. Fakat tuzsuz gözyaşları yüreği gerçekten yakabilir mi? Yakmıyor. Yazık ki ateşin düştüğü yerden başka yere hükmü olmuyor. Vicdanlarımızı kaybettik sosyal kargaşaların birinde hükümsüzdür diyor ilan veriyoruz gazetelerin iç sayfalarına vicdanımız için. Ama ilgi görmüyor bir ailenin başına gelen “inanılmaz” olaylar kadar. Zaten bu aralar neye şaşırsak, neye kızsak, neyi beğensek, neye sevinsek ya da üzülsek “inanılmaz” diyoruz. İnanmıyoruz ve inanmalarını istemiyoruz duyguların keskin ve kesin yanlarını. “inanılmaz süperdi yaa… inanılmaz güzeldi. Sen var ya inanılmazsın oğlum.” Neden inanma(ma)kla başlıyoruz bu kelimeye yüklüyor ve inancımıza yükleniyoruz her defasında. Dağarcımızdaki kelime yoksulluğundan mı? “Zarif”e ne oldu. Ya harika, muhteşem, muazzam, enfes, zarif, ince… Kaybolup gittiler mi? Yoksa onlarda mı vicdanın içindeydi de fark etmeden yitirdik. İnanç bir kalbin bütün olağanüstülükleri görüp arkasındakini göremediği halde varlığına inanacak iradeyi gösterebilmesi olduğundan mı inanamıyoruz bazı şeylere. İnanmakla görmüyordu insan gözlerin ışığının zayıf kaldığı yerden sonrasını. “Ey Mekkeliler, size şu tepenin ardında düşman var desem bana inanır mısınız?” diye sorduğunda Kainatın Emin’i inanıyordu karşısındakiler. Gözleri gördüğünden değil, söyleyenin El Emin oluşundan. Sonrasında vicdanı kaybolan ay ikiye bölünse de, gözleri bunu görse de inanmayacaktı. Gözüyle görse inanmamak vardı çünkü. Artık her yerde insanları inandırmak için ekranlara çıkıyor birileri. Bir ürünü, insanları kandırıp satabilmek için gözlerimizin önüne getiriyorlar. En kolay yalanlar göz göre göre söyleniyor. Biz en çok o yalanlara inanıyoruz. İnanmamız için göstermeleri gerekiyor. Peki sevdiğimizi ispat etmek için kalpler mi çıkarılmalı o zaman. Kim bir başkasının rüyasını görebilir. Ama kimse rüyasını anlatan birine yalancı demez. Hangi gözle görülür rüya? “Gözsüz görüyorum rüyada nasıl?” diyor ya şair. Gözümüzün önündekilere bakmıyor da rüyalardan çıkarmaya çalışıyoruz hayat mesajlarını. Hayırdır inşallah?
Vicdanı gömdün. Oysa ölen sensin. Mühim olan insanlıktı ya, sen mühimsin. Öyle ya “duan olmasa ne ehemmiyetin vardı.” Sen ölünce ölümlere kimse aldırmıyor. Savaşlar ekranlardan bütün dünyaya izlettirilip cesetlerin üstünden “özgürlük” teraneleri söylenebiliyor. Sen olmayınca bütün bunlara inanılıyor. Sahi ne zaman okundu sala, ne zaman yıkadık da taşıdık omuzlarda. Ne zaman kıldık cenazeni. Sen öldünse, namazın kılındıysa imam nasıl niyet etti, “her kişi niyetine mi?”
09.12.2007
Manavgat/ANTALYA