ALEMLERİN EFENDİSİNE…
Ey en sevgiliye sevdalı dostum, 15.04.2014
(aslı 22.04.2005)
Bu haftaya özel olduğundan eski bir Dostnameyi paylaşmak istiyorum seninle… Sevgililer sevgilisine, bir gülistanda
güle nar olan gönüller gibi gülümsemek, onu kendimizde hissetmek dileğiyle…
Allah onun izinden bizi ayırmasın! İnşallah…
“Alemlerin
Efendisine Bir Mektup”
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM.
Esselatü
vesselamü aleyke ya RASULALLAH
Esselatü
vesselamü aleyke ya HABİBALLAH
Esselatü
vesselamü aleyke ya Seyyidel evveline vel'ahirin,
Veselamün alel mürselin.
Ey sevgililer
sevgilisi, HabibAllah, ResulAllah,
Rahman'ın
günahkar, aciz, gafil, gözü yaşlı kulundan sana sunulan bir aciz namedir bu
yazılan satırlar. Sana bir
mektup yazmak; bir kağıt parçasının üzerinde parçalanan yüreğimi sana sunarken
senin sohbetine dahil olma arzusuyla yanmak! Sana hasret çekmeyi unutmuş, sana
layıkıyla ümmet olamayan, günahlarıyla seni üzen, yaratılan her zerrenin senin
aşkınla yandığını idrak edemeyen benim şu küçük namemi kabul edersen eğer bir
salvat-ı şerifle sana sesleniyorum bu satırlardan... Affet YA RASULLALLAH(sav). Affet sultanım.
Cüretimi bağışla.
Ne
kadar sana layık bir ümmet olamasam da seninle yaşıyorum saatlerimi rabbimin
huzurunda… Bir gün seni özlemiş, sana olan hasretiyle yanmış tutuşmuş bir güzel
kul tanıdım. Yüzündeki o parlaklık ne güzeldi. Ama gözlerinin altındaki kızarıklık, alnındaki
kıvrımlar, sakalındaki bembeyaz kıllar, şakaklarına yağan karlar bir şeyler
haykırıyordu YA RASULLALLAH (s.a.v). Ümmetinden
bir kul, Rahman’ın güzel bir kulu. Gülüyordu, çehresi Nur saçıyordu. Benden bir
bardak su istedi. Koştum, bir bardak su getirdim ona… Suyu aldı. Rabbim’e hamd ederek üç yudumda suyu içmeye çalıştı. Dudaklarında
daima bir kıpırdanma vardı, suyu içerken zorlanıyor, zor yutkunuyordu,
dertliydi bu mütebessim kul. Yüzüne her bakışımda gözlerinin daima artan
ışıltısı dikkatimi çekiyordu... Ve birden ak düşmüş sakallarının iki damla
gözyaşıyla ıslandığını gördüm. Ağlıyordu o ihtiyar amca ve gözyaşlarını saklama
ihtiyacı hissediyordu. Ama gözleri coşmuştu bir kere, uzattığı bardağı bir kenara
bırakıp yanına yaklaştım. “Amca” dedim:
-“Rahatsız mısınız? Bir şeyiniz mi var?”
-“Hayır evladım iyiyim sağ ol!” dedi.
-“Peki amca, niye ağlıyorsun?” dedim.
-“Peygamberimiz
(sav) aklıma geldi birden. Onu düşündüm ve ağlayıverdim kusura bakma.” Gözünün yaşını sildi, “Elhamdülillah” dedikten
sonra… Kenarda bucakta bir yere oturdu, elinin tersiyle gözlerini siliyor ve
cebindeki mendilini arıyordu. Ben de mutfağa gidip yeni demlenmiş çaydan bir
bardak çay getirdim ihtiyar amcaya. Çayı karıştırırken elleri titriyor,
dudakları büzülüyordu. Mendiliyle tekrar sildi gözlerini. Çayını içti ve
Rabbim'in selamı ile müsaade isteyerek ayrıldı yanımızdan.
Düşünce
idrakini yitirmiş bir hal içinde düşünmeye çalışıyordum. Adamcağız su içerken,
çayını yudumlarken hep seni anıyor, seni arıyordu adeta. Sana olan hasretinden ağlıyordu
YA RASULLALLAH (s.a.v). Sana kalben de olsa yakın olmanın verdiği o eşi benzeri
olmayan coşkuydu beklide bu gözyaşları.
Senin ümmetinden bir kul, nasıl oluyor da seni görmeden, kokunu
almadan, mübarek ellerini öpmeden sanki yanı başındaymış gibi seninle yaşıyor. Ben
de anlamalıydım bu hakikati, düştüm bu sırrın peşine....
Seni YA
RASULLALLAH (s.a.v), evet seni daha iyi tanımanın yollarını arıyordum. Ashab-ı
Kiram’ın hayatından başladım işe. Onların hayatlarını okuyarak sana
ulaşmalıydım YA RASULLALLAH (sav)! Değil mi ya onlar seninle yaşamıştı, seni
örnek almışlardı. Okudum. Ebu Bekir
Sıddık, Ebu Talip, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Bilal, Sad bin
Ebi Vakkas, Hz. Hamza, Abdullah bin Revaha, Ebu Hureyre, Muaz bin Cebel... Hepsini
okudum YA RASULLALLAH (sav).
Şimdi seni okuyorum. Halîk'ı zül Celâl Rabbim'in sevgilisi,
alemlere Rahmet olan kulu. Senin nurunun hürmetine varolan ben, seni arıyorum
Ya RASULLALLAH (s.a.v). Ömrümün sonuna kadar her nerede ve ne zaman olursa
olsun seni hakkıyla tanıyamayacağımı keşfettim. Hayıtım senin hayatını idrak
etmeye kâfi değil, affet beni, seni ancak ebedi alemde temaşa ile teselli
buluyor gönlüm.
Onlar seninle
açlığa dayanmışlarıdı. Sen Hendekte karnına iki taş bağlamıştın! Sa’d bin Ebi
Vakkas bir deri parçasını kızartıp açlığını gidermeye çalışırken, Ebu Hureyye
kendisi açken bir hurma tanesini annesine saklarken, Sen bir avuç arpa ekmeği
ile yetinirken biz midemizin doluluğu ile sarhoş olup seni unuttuk çoğu zaman
ya ResulAllah (s.a.v)! Affet bizleri…
Sen günlerce aç kalarak açlıktan zayıf düşerken, biz açlığın ne olduğunu
unuttuk! Hz. Bilal, o kayaların altında yeri göğü EHAD diye inleten sahabe,
senin nurundan mahrumken “Muhammeden Resulullah” diyemezken, bizlere ne oluyor
ki senin ümmetine yakışmayan sözleri doluyoruz dilimize… Affet bizi ya ResulAllah
(s.a.v)!
Senin doğumun kainata bir işaretti, bir şerefti. Senin doğumun
Ashab-ı Kiram için yeniden doğuştu. Eski ve kokuşmuş adetlerini bırakıp sana
koşmuşlardı. Biz onlardan yıllar sonra geldik, ama biz de sana koşuyoruz,
kavuşmak dileğiyle…
Bu alemde aradım, ancak Nuruna rastlayabildim ey Nurlar
Şahı ResulAllah (s.a.v). Sen Hatemül Enbiya’sın diye akın akın insanlar sana koşarken
bazı yolcular var tahta gemilerle çıkmışlar yola sana ulaşmak üzereler,
kıskandım ya ResulAllah (s.a.v)! Rabbime ve sana giden bu yolun yolcusu olmak
bizlere de nasip olsun inşallah! O yolcuyu görünce titredi gönlüm. Kalbim haykırdı
o vakit: Ey dünya, Peygamber sana veda ederken çektiğin ızdırabı anlat, “Vağlemu
Enne Fikum RasulAllah” de!.. Sen ne haldeydin söyle ey dünya, her zerre onunla
vefat etmek isterken? Güneş
bile kıskanmıştı seni kainatın efendisi üzerinde geziyor diye… Denizlerin bir ayrı güzeldi O (s.a.v)
varken değil mi? Suların daha bir tatlıydı, daha berrak. Ağaçlar, dağlar, ovalar,
bitkiler, kuşlar ve sen ey dünya ne kadar bahtiyardınız!
Usame
seferden döndü, zafer müjdesiyle kavuşacaktı sana ya Resulallah (s.a.v). Hz.
Fatıma senin için önce ağlamış, sonra senin verdiğin mucizeyle sevinmişti ya
ResulAllah, bizleri de o müjde ile müjdele; sana kavuşalım ya Resulallah
(s.a.v). Ölüm, sana o kadar yakışmıştı ki, VUSLAT seninle güzel oldu. Kusva
gözyaşlarıyla inlemekteydi. Hz. Ebu Bekir (ra) geldi sana vefakarca son bir kez
baktı derinden, içinde bu hicretinde seninle olamamanın elemiyle....
Yokluğun
acısıyla yanan gönüller ve ümmetinin en son halkaları olarak seni çok özledik
Ya Rasullallah (s.a.v)… Ey Habib-i Zişan, sen de bu aciz kulu
bahtiyar et, yüzünü görmeyi nasip et! Rüyalarda
teselli bulan bu ümmetine şefaat eyle EY SEVGİLİ…
Günahlarımın
derdiyle, hasretinin yangınıyla, aşkının ateşiyle, sana ümmet olmanın
sevinciyle arz ediyorum halimi... Sana gelmek var ölmeden önce, senin şehrinde
narına yanıp kül olmak var. Sana geldikten sonra bir daha dönmemek var
(inşallah). Yanında kalmak var, ayak bastığın yerlerde olmak var, bastığın yer
olmak var! Kıyamete kadar yanında olmak var. Toprağın altından dahi olsa kokunu
almak var YA RASULLALLAH (s.a.v).
Bu aciz
kul sana halini böyle arz etti. Sen, senin ümmetine layık olmadığı halde bu
şekilde senden şefaat dileyen bu ResulAllah aşığının namesini geri çevirme. Bu
nağme mahşerde senden şefaat isterken dilimdeki Salavat-ı Şerif’in nişanı
olsun. Rabbim senin şefaatinle günahlarımı affederse seninle Cennette vuslata
ermek arzusuyla yanıyor şu yüreğim.
Esselatü
vesselamü aleyke ya RASULALLAH
Esselatü
vesselamü aleyke ya HABİBALLAH
Esselatü
vesselamü aleyke ya Seyyidel evveline vel'ahirin,
Veselamün
alel mürselin
Noktasız son…
Osman Said DEMİRYILMAZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder