15 Nisan 2014

DOSTNAME-XV (Alemlerin efendisine...)

Osman Said DEMİRYILMAZ

ALEMLERİN EFENDİSİNE…

Ey en sevgiliye sevdalı dostum,                15.04.2014
 (aslı 22.04.2005)

Bu haftaya özel olduğundan eski bir Dostnameyi paylaşmak istiyorum seninle… Sevgililer sevgilisine, bir gülistanda güle nar olan gönüller gibi gülümsemek, onu kendimizde hissetmek dileğiyle… Allah onun izinden bizi ayırmasın! İnşallah…

“Alemlerin Efendisine Bir Mektup”


BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM.
Esselatü vesselamü aleyke ya RASULALLAH
Esselatü vesselamü aleyke ya HABİBALLAH
Esselatü vesselamü aleyke ya Seyyidel evveline vel'ahirin,
      Veselamün alel mürselin.

Ey sevgililer sevgilisi, HabibAllah, ResulAllah,

Rahman'ın günahkar, aciz, gafil, gözü yaşlı kulundan sana sunulan bir aciz namedir bu yazılan satırlar. Sana bir mektup yazmak; bir kağıt parçasının üzerinde parçalanan yüreğimi sana sunarken senin sohbetine dahil olma arzusuyla yanmak! Sana hasret çekmeyi unutmuş, sana layıkıyla ümmet olamayan, günahlarıyla seni üzen, yaratılan her zerrenin senin aşkınla yandığını idrak edemeyen benim şu küçük namemi kabul edersen eğer bir salvat-ı şerifle sana sesleniyorum bu satırlardan... Affet YA RASULLALLAH(sav). Affet sultanım. Cüretimi bağışla.
Ne kadar sana layık bir ümmet olamasam da seninle yaşıyorum saatlerimi rabbimin huzurunda… Bir gün seni özlemiş, sana olan hasretiyle yanmış tutuşmuş bir güzel kul tanıdım. Yüzündeki o parlaklık ne güzeldi. Ama gözlerinin altındaki kızarıklık, alnındaki kıvrımlar, sakalındaki bembeyaz kıllar, şakaklarına yağan karlar bir şeyler haykırıyordu YA RASULLALLAH (s.a.v). Ümmetinden bir kul, Rahman’ın güzel bir kulu. Gülüyordu, çehresi Nur saçıyordu. Benden bir bardak su istedi. Koştum, bir bardak su getirdim ona…  Suyu aldı. Rabbim’e hamd ederek  üç yudumda suyu içmeye çalıştı. Dudaklarında daima bir kıpırdanma vardı, suyu içerken zorlanıyor, zor yutkunuyordu, dertliydi bu mütebessim kul. Yüzüne her bakışımda gözlerinin daima artan ışıltısı dikkatimi çekiyordu... Ve birden ak düşmüş sakallarının iki damla gözyaşıyla ıslandığını gördüm. Ağlıyordu o ihtiyar amca ve gözyaşlarını saklama ihtiyacı hissediyordu. Ama gözleri coşmuştu bir kere, uzattığı bardağı bir kenara bırakıp yanına yaklaştım.  “Amca” dedim:
 -“Rahatsız mısınız? Bir şeyiniz mi var?”
 -“Hayır evladım iyiyim sağ ol!” dedi.
 -“Peki amca, niye ağlıyorsun?” dedim.
-“Peygamberimiz (sav) aklıma geldi birden. Onu düşündüm ve ağlayıverdim kusura bakma.” Gözünün yaşını sildi, “Elhamdülillah” dedikten sonra… Kenarda bucakta bir yere oturdu, elinin tersiyle gözlerini siliyor ve cebindeki mendilini arıyordu. Ben de mutfağa gidip yeni demlenmiş çaydan bir bardak çay getirdim ihtiyar amcaya. Çayı karıştırırken elleri titriyor, dudakları büzülüyordu. Mendiliyle tekrar sildi gözlerini. Çayını içti ve Rabbim'in selamı ile müsaade isteyerek ayrıldı yanımızdan.
Düşünce idrakini yitirmiş bir hal içinde düşünmeye çalışıyordum. Adamcağız su içerken, çayını yudumlarken hep seni anıyor, seni arıyordu adeta. Sana olan hasretinden ağlıyordu YA RASULLALLAH (s.a.v). Sana kalben de olsa yakın olmanın verdiği o eşi benzeri olmayan coşkuydu beklide bu gözyaşları. Senin ümmetinden bir kul, nasıl oluyor da seni görmeden, kokunu almadan, mübarek ellerini öpmeden sanki yanı başındaymış gibi seninle yaşıyor. Ben de anlamalıydım bu hakikati, düştüm bu sırrın peşine....
Seni YA RASULLALLAH (s.a.v), evet seni daha iyi tanımanın yollarını arıyordum. Ashab-ı Kiram’ın hayatından başladım işe. Onların hayatlarını okuyarak sana ulaşmalıydım YA RASULLALLAH (sav)! Değil mi ya onlar seninle yaşamıştı, seni örnek almışlardı. Okudum.  Ebu Bekir Sıddık, Ebu Talip, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Bilal, Sad bin Ebi Vakkas, Hz. Hamza, Abdullah bin Revaha, Ebu Hureyre, Muaz bin Cebel... Hepsini okudum YA RASULLALLAH (sav). Şimdi seni okuyorum. Halîk'ı zül Celâl Rabbim'in sevgilisi, alemlere Rahmet olan kulu. Senin nurunun hürmetine varolan ben, seni arıyorum Ya RASULLALLAH (s.a.v). Ömrümün sonuna kadar her nerede ve ne zaman olursa olsun seni hakkıyla tanıyamayacağımı keşfettim. Hayıtım senin hayatını idrak etmeye kâfi değil, affet beni, seni ancak ebedi alemde temaşa ile teselli buluyor gönlüm.
Onlar seninle açlığa dayanmışlarıdı. Sen Hendekte karnına iki taş bağlamıştın! Sa’d bin Ebi Vakkas bir deri parçasını kızartıp açlığını gidermeye çalışırken, Ebu Hureyye kendisi açken bir hurma tanesini annesine saklarken, Sen bir avuç arpa ekmeği ile yetinirken biz midemizin doluluğu ile sarhoş olup seni unuttuk çoğu zaman ya ResulAllah (s.a.v)! Affet bizleri…  Sen günlerce aç kalarak açlıktan zayıf düşerken, biz açlığın ne olduğunu unuttuk! Hz. Bilal, o kayaların altında yeri göğü EHAD diye inleten sahabe, senin nurundan mahrumken “Muhammeden Resulullah” diyemezken, bizlere ne oluyor ki senin ümmetine yakışmayan sözleri doluyoruz dilimize… Affet bizi ya ResulAllah (s.a.v)!
Senin doğumun kainata bir işaretti, bir şerefti. Senin doğumun Ashab-ı Kiram için yeniden doğuştu. Eski ve kokuşmuş adetlerini bırakıp sana koşmuşlardı. Biz onlardan yıllar sonra geldik, ama biz de sana koşuyoruz, kavuşmak dileğiyle…
Bu alemde aradım, ancak Nuruna rastlayabildim ey Nurlar Şahı ResulAllah (s.a.v). Sen Hatemül Enbiya’sın diye akın akın insanlar sana koşarken bazı yolcular var tahta gemilerle çıkmışlar yola sana ulaşmak üzereler, kıskandım ya ResulAllah (s.a.v)! Rabbime ve sana giden bu yolun yolcusu olmak bizlere de nasip olsun inşallah! O yolcuyu görünce titredi gönlüm. Kalbim haykırdı o vakit: Ey dünya, Peygamber sana veda ederken çektiğin ızdırabı anlat, “Vağlemu Enne Fikum RasulAllah” de!.. Sen ne haldeydin söyle ey dünya, her zerre onunla vefat etmek isterken?  Güneş bile kıskanmıştı seni kainatın efendisi üzerinde geziyor diye… Denizlerin bir ayrı güzeldi O (s.a.v) varken değil mi? Suların daha bir tatlıydı, daha berrak. Ağaçlar, dağlar, ovalar, bitkiler, kuşlar ve sen ey dünya ne kadar bahtiyardınız!
Usame seferden döndü, zafer müjdesiyle kavuşacaktı sana ya Resulallah (s.a.v). Hz. Fatıma senin için önce ağlamış, sonra senin verdiğin mucizeyle sevinmişti ya ResulAllah, bizleri de o müjde ile müjdele; sana kavuşalım ya Resulallah (s.a.v). Ölüm, sana o kadar yakışmıştı ki, VUSLAT seninle güzel oldu. Kusva gözyaşlarıyla inlemekteydi. Hz. Ebu Bekir (ra) geldi sana vefakarca son bir kez baktı derinden, içinde bu hicretinde seninle olamamanın elemiyle....
Yokluğun acısıyla yanan gönüller ve ümmetinin en son halkaları olarak seni çok özledik Ya Rasullallah (s.a.v)… Ey Habib-i Zişan, sen de bu aciz kulu bahtiyar et, yüzünü görmeyi nasip et!  Rüyalarda teselli bulan bu ümmetine şefaat eyle EY SEVGİLİ
Günahlarımın derdiyle, hasretinin yangınıyla, aşkının ateşiyle, sana ümmet olmanın sevinciyle arz ediyorum halimi... Sana gelmek var ölmeden önce, senin şehrinde narına yanıp kül olmak var. Sana geldikten sonra bir daha dönmemek var (inşallah). Yanında kalmak var, ayak bastığın yerlerde olmak var, bastığın yer olmak var! Kıyamete kadar yanında olmak var. Toprağın altından dahi olsa kokunu almak var YA RASULLALLAH (s.a.v).
Bu aciz kul sana halini böyle arz etti. Sen, senin ümmetine layık olmadığı halde bu şekilde senden şefaat dileyen bu ResulAllah aşığının namesini geri çevirme. Bu nağme mahşerde senden şefaat isterken dilimdeki Salavat-ı Şerif’in nişanı olsun. Rabbim senin şefaatinle günahlarımı affederse seninle Cennette vuslata ermek arzusuyla yanıyor şu yüreğim.
Esselatü vesselamü aleyke ya RASULALLAH
Esselatü vesselamü aleyke ya HABİBALLAH
Esselatü vesselamü aleyke ya Seyyidel evveline vel'ahirin,
                                      Veselamün alel mürselin


Noktasız son…


Osman Said DEMİRYILMAZ
                                              

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder