Başkasının
Savaşı
Mustafa Uysal
Uzun
uzadıya analize girmeyeceğim savaş konusunda. Sadece birkaç hissimi aktarıp
konuyu kapatacağım.
Seksenli
yılların başlarında bir yaz sonu tarlada otururken haber geldi, Kıbrıs için
seferberlik görevi olan çağrılabilir, diye. Kim nereden duydu ve söyledi
bilmiyorum. Tarlanın ortasına ateş gibi düştü haber. Neredeyse sararmış otları
yakacak bir "Ah!" çıktı ninemin ağzından. O an yüreğimi kavurup geçen
bütün korkuların silindiğini, büyük çok daha büyük bir korkunun çocuk yüreğime
oturduğunu hissettim. Siyah beyaz televizyondan bildiğim kadarıyla savaş,
uçaklardan atılan ve yere doğru savrulup gelen sonra etrafı cehenneme çevirerek
patlayan bombalardı. İran ve Irak’ın uçak, tank ve asker sayılarıydı. Bunların hepsi
birleşti ve seferberlik emri olan babamı içine alıverdi haberle birlikte. Kimsenin
ağzını bıçak açmadı bir müddet. Herkes sustukça çocuklar daha
çok korkar, sanırım
çocuklarla konuşmak iyidir böyle zamanlarda.
O
sıra televizyonda hergün gün savaş haberleri izliyordum. İran ve Irak arasında
süren bir savaştı ve bizi bağlamıyordu. O savaşa dair çok fazla anı kabilinden
bilgim vardır. Ancak bir tek hissim olduğunu hatırlamıyorum. O savaşa dair
hissettiğim olumlu yahut olumsuz bir şey bulamadım yüreğimin derinliğinde. Demek
en uzak ihtimali bile bize dokunan bir savaş ancak dokunuyor kalbimize.
Bizden
önceki nesilleri düşünüyorum…
Savaşın
gölgesi düşmeyen bir tek ev kalmış mıdır acaba Anadolu’da? Kalmamıştır. En son
bize dokunan kısmı yokluk şeklindedir. Dedemden ve yaşıtlarından kalan savaş
izi ve hatırası yokluğa ve yetimliğe, öksüzlüğe dairdir. Seneler süren bir
etki. Sağaltılmadan bırakılan bir etki.
“Yanı
başımızda bir savaş var…” Bu cümleyi ne zaman duysam hemen kalbimi yokluyorum,
acaba bu savaş haber ve sorular düzeyinden ne kadar taşıp kalbime
dokunabiliyor? Kalbinize dokunuyor mu bu savaş?
Suriyeli,
Iraklı bir mülteci çocuk tasviri ile yüreğinizi yumuşatmaya falan çalışmayacağım.
“(Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş
gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar
kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da
Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan
gafil değildir.” Zira bizim cephede durum böyle. Ne çok “Bizim” var, değil mi?
Geniş anlamda, Türkiye denilen sıkıştırılmış haritayı kastediyorum. İnsanları
alınmış ve taşlarla doldurulmuş bir memleketi kastediyorum.
İhtimal…
İhtimal
o ki, savaşın ucu bize doğru dönüyor.
İhtimal
ki, çocuğunuzun üzerine bomba düşmese bile antibiyotik olmadığı için sokakta
dizi çizildiği için Ö-LE-CEK!
İhtimal
ki, lüks daireniz size mezar gibi gelecek kaygıdan ve yumuşak koltuklar haberlerin
getirdiği tedirginliği artıracak.
İhtimal
ki, oğlunuzun nerede olduğu sorulduğunda yutkunacak ve cevap veremeyeceksiniz, “Sınırda.”
bile diyemeyeceksiniz. Savaşın sınırı yok, bileceksiniz.
İhtimal
ki, savaş haberler toplamından daha fazla bir şey olacak.
İhtimal
ki, ölüm her gün kapınızın önünden geçecek ve arsızca parmaklıklarınıza tırnaklarını
sürtecek, gözlerinizin içine sırıtarak bakacak.
Bütün
ihtimalleri yaşayacaksınız. Hayır, hepsi başınıza gelmeyecek ama tek tek
yüreğinizde hissedeceksiniz.
Bütün
bunları boşverin ve ölümün bir ihtimal değil bir GARANTİ olduğunu hatırlayın. Hesaba
çekileceğiz hem de bütün savaşlardan ve sonuçlarından.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder