03 Temmuz 2015

Hayat İkiye Ayrılmaz

Mustafa Uysal


Hayat İkiye Ayrılmaz
Sanal ve gerçek diye ikiye ayrılmaz.
Evet, ikiye ayırabiliriz ama böyle değil.
Bir bu dünya, bir de hesap vereceğimiz ve devamlı kalacağımız ana yurt, diğer hayat, kısaca ahiret kelimesi ile ifade ettiğimiz yer var.
Hayatımızın bir kısmının sanal ortamlarda geçtiğini düşünüyor olabilirsiniz. Öyle zaten, geyik muhabbetlerinin ve kaygılanıyomuş numarasının bir numaralı konusu zira. Hayatımızın bir kısmının sanal ortamda bir kısmının gerçek ortamlarda nasıl geçtiğini pek hesaplamadan (Teknik bir ayrım değil.) öylesine söylüyoruz. Sanal ortamı tanımlamaya kalkarsak işin içinden çıkamayız burada. O yüzden kısaca ve burada işimi görecek bir tanım üzerinden gideceğim. Sanal ortamda hayat: Sosyal ağlar ve internet siteleri vasıtasıyla insanlarla gerçek kimlik yahut sahte kimlik üzerinden irtibat kurma, yorum yapma, fikir beyan etme, video, ses, fotoğraf ve yazılı şeyler paylaşma... Daha da ayrıntılı hale getirilebilir. Gerçek hayat: Fizik zeminde beş duyumuz ve kalbimizle algıladığımız evrende her tür faaliyet yahut faaliyetsizlik.
Sanal hayat ile gerçek hayatı ayırabilir miyiz peki?
Yani vaktimin şu kadarını sanal şu kadarını gerçek yaşarım, gibi bir bölümleme yapılabilir mi? Hayır.
Demeye çalıştığım şu ki, tek bir hayatı yaşıyoruz, eksiz, fasılasız, geri dönüşü olmayan. Ne yapıyorsak işte bu sınırlar içinde yapıyoruz. Sanal ortamda şerefsiz takılıp gerçek hayatta şerefli olamazsınız örneğin. Bizim için fark etmez, kendinizi ve Allah'ı ikna etmelisiniz. Sanal ortama takılırken fizik mekanları terk edemezsiniz, kıçınız dışarıda kalır örneğin. Her ne kadar kafanız, bütün dikkatiniz gömülüp gitmiş olsa bile o terli kıçınız bir süre sonra isyan eder, bütün yükü almaktan. Yani, buradasınız, bir yere gittiğiniz yok. Yine çaya kahveye ihtiyaç duyuyorsunuz. Ve biliyor musunuz, lazım olduğunda tam da olduğunuz yerden nokta atışı ile alınıp götürülebiliyorsunuz. İsterseniz gölgeler şahı olun. Ha, Fuat Avni diyorsunuz. O başka, o sizi alacak olan ile birini koruyacak olan aynı kişi olunca işler değişir. Aranan kesinlikle bulunur ama yeri ve işlevi kesinlikle bilinen aranmaz ki bulunsun.
Bu kadar giriş yeter.
Bakıyorsunuz, sosyal medya acayip bir mekan olma yolunda.
Moda orada çok daha hızlı yayılıyor. O gün herkes (Artık açık konuşulduğu için açık yazacağım, kusura bakmayın.) ibne olacaksa profil fotoğrafını gökkuşağına çeviriyor. Kopyala yapıştır bedava. O gün şehit varsa herkes bayrak koyuyor. O günlerde deprem varsa siyah yapıyor. Görsel aramadan bulunup kopyalanıp yapıştılması nereden baksanız 30 saniye civarında. Üstelik bedava, az önce de söylemiştim. Mesela, dışkı diyarı (İnsanlar sadece yemek için yaşıyor ve dışkılıyor.) Amerika'dan bir moda yayılsa herkes profil fotoğrafını dışkı ile değiştirse sosyal medya kahverengi olur. O kadar etkili. Dahası, o konuyla ilgili yalan yanlış ne varsa paylaşır.
Peki, neden oluyor bütün bunlar?
Gerçek bir insan değil. Acı hissetmiyor; kendi acısından başka. Kendisi ile alakalı olmadıktan sonra zihninin ve ayaklarının koordineli çalışmasını sağlayamıyor. Tuvalete gidecekse muhakkak gidiyor ama bir başka insanın pencereden çağırılması gerekiyorsa bile bunu mücbir bir sebeple yapıyor. Böyle.
Bu insan bazı sosyal gruplara takılıyor. Örneğin bir ülkücü, bir islamcı, bir solcu, bir devrimci, bir oyuncu, bir sanatçı, bir cemiyetçi, bir dava adamı (Bak bak dava adamı.), bir beşer yani.
Sonuçta o büyük kibrini ve büyük ihtiyacını nasıl saklayacak? Başka şeylerle de ilgiliymiş gibi görünerek elbette.
Şimdi, şöyle oluyor: Sizin sosyal grupla ilgili bir şey oluyor ve sizin taraftan birileri bir şeyler yapmaya başlıyorlar. (Yapmak: Sanal ağlar üzerinden tepki vermek mesela. Gerçek hayata etkileri var evet, hem de sağlam. Bunu parantez dışında az aşağıda bir paragraf ortamında konuşalım.) İnsan hemen uyum ilkesini hatırlıyor ve harekete geçiyor. Bu büyük duyarlılığını profil fotoğrafına, kapağına, bütün paylaşımlarına aksettiriyor gün boyunca. Arada ise, resim çizen fil, sümük yiyen kadın, ekran yalayan kurbağa videoları; çay qeyfi, et qeyfi, ayak parmaklarını rahatlatan dağında piknik qeyfi fotoğrafları; akla hayale gelmeyecek durum bildirimleri falan da devam eder.
Bilinç durumuna bakalım...
Günün önemli konusu ile ilgili paylaştıklarının çoğu ya yalandır yahut gerçeğin hemen dışında. Sahici olanları çok tepki aldığı için yanından geçmez. Yahut beğeni almadığı için mi? Araştırmayı bilmez i nsan. Hangi fotoğraf kime, nereye, ne zamana aittir bilinemez sanır. Milyon bilinmeyenli denklem bile çözülebilir ihtimali dahilindeyken. Bütün bunları aslında büyük bir dert için değil, yasak savmak için de yapar. Gruptan dışlanmak dahası bencil bir yavşak olarak anılmak çok kötü. O yüzden bu tür olaylara sosyalden sağlam dalmak lazımdır. Ne kadar samimidir bilinmez. Aslında bilirnir. Bu da bilinir. İki fakir için yola çıkalım dersin, gelmez. Meydana çıkıp, biz buradayız, diyelim dersin gelmez. Haksızlığa başkaldıralım, iki kuruş havale yap dersin, yapmaz. Bir şeyler yaptık, halt ettik, insanlar gelecek bari sandalye taşıyalım dersin, taşımaz. Her neyse, bırak gelmesin zaten. O kadarla bitmez ama. Hiç yapmadığı ve asla yapamayacağı şeyleri ölesiye eleştirir, akıl verir. Haydi eleştirsin belki işe yarar ama akıl da verir. Bu tipleri şöyle yapmak istiyorum: Elimde kocaman bir fare imleci ile kafasına tıklayıp defalarca o güzel aklını beğenmek.
Diğer konu...
Sosyal medya üzerinden seçim zaferleri kazanıldı, ülkeler yıkıldı, devrimler ateşlendi, ayaklanmalar başlatıldı, ülkeler karıştırıldı, şehirler yakıldı, aileler dağıldı, mahalle savaşları çıktı, 5.000.563.334 üncü ergen savaşları çıktı...  
Yani bu sosyal medya işe yarıyor. Medyanın algı operasyonlarına karşı hızlı bir bilgi ağı. Kendisi de algı operasyonu yapıyor o ayrı. Kullanalım, hem de iyi kullanalım. İşe yarıyor. Ekmek dilimlenecekse dilimleyelim, bağ budanacaksa budayalım, teneke açılacaksa açalım, değnek yontulacaksa yontalım, savaş varsa karın boşluğuna bırakalım... Bıçaktır, doğru kullanalım yeter.
Bakıyorsunuz yer gök mavi bayrak olmuş.
Herkes Doğu Türkistan ile dertlenmiş(!) Öyle zannediyor insan. Bir şeyler yapalım diyorlar ve toplanıyorlar. Gündem var ya... Zulüm var ve gerçek. İnsanların hislerinin de gerçek olabileceği tasavvuru. Sonra bakıyorsunuz 70 bin nüfuslu bir ilçede 70 kişi meydandasınız.
Gerçek hislerimi yazmak zorundayım, saklamanın bana faydası olmaz. Size de olmaz ki, pazar nesnesi değil.
Artık alıştım. Bu tür sosyal medya paylaşımları görünce kimin iş yaptığını kimin dostlar alışverişte görsünler kabilinden takıldığını biliyorum. Bakıp iğreniyorum, tiksiniyorum. Gördükçe samimiyetsizliğin dibini görüyorum. Zihniniz hemen yansıtma yapacaktır, ok bana dönecek burada... Aynen, kendimden de tiksiniyorum bütün bunları yaptığım  için.
Olayları boşverin...
Bir Müslüman olarak hayatın, herşeyi ile bir sınav, samimiyet (ihlas) sınavı olduğunu ve tercihlerimizden sorumlu tutulacağımızı biliyoruz. Sizi bilmiyorum ama ben galiba bu samimiyet testinden kalacağım. Çok çalışmam gerekiyor. Kendi başımıza gelmemiş bir acıyı da hissedebilecek bir yürek istiyorsak dikkatli olalım. Rahat uyuyamayız, qeyif falan kalmaz.
Tavsiyem, eskilerin yükü gibi ağır yük yüklememesi için, kaldıramayağımız yük yüklememesi için, unutursak, yanılırsak bağışlaması için ve dostumuz olarak düşmanlarımıza karşı yardım etmesi için bol bol dua edelim. Allah'sız yaşamak çok tehlikeli.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder