RÜŞVET VE ŞİRK BAĞLAMINDA BİR DENEME
Mustafa Uysal
Rüşvet için kabaca, ben seni göreyim sen de beni gör, diye bir tanım yapabiliriz.
Etrafınıza bir bakınız.
Farzların aleni terk edildiği bir toplum var etrafımızda. Üstelik bu terk edişten dolayı insanları uyaracak veya iyiliği emredip kötülüğü engelleyecek bir mekanizma da yok. Kurulması için en ufak bir gayret ve kaygı bile yok.
Herkes sünnetlidir. Gayet güzel. Herkes sünnetlere dikkat eder zira hayatın akışı içinde göze batar dikkat edilmezse.
Cenneti, cehennemi olan bir Allah vardır ve emirleri yasakları gayet rahat çiğnenir. Lakin, elinde sadece şefaati (!) olan bir peygamberin bütün sünnetleri dokunulmaz kabul edilir. Çiğneyeni en azından toplumdan dışlanır. Sosyal bir yaptırımı hala vardır.
Buraya kadar olan gözlem yanlışı var mı? Varsa itirazınızı buraya yapınız.
Mantık kurgusu şu: Koca devletin sizin olması önemli
değildir biz memurunuzu satın alabildikten sonra.
Mantık kurgusunda yanlış varsa itirazınızı buraya yapınız.
Değer algılarımızın bozulduğundan bahisle pekçok makale ve kitap yazılmıştır. Doğrudur. Bozuldular belki. Acaba bozulan şey komple bir algıysa ve siz sadece değere dair olanın üzerinde duruyorsanız acaba neyi düzelteceksiniz?
Komple bir algı bozukluğu var. Bütüncü bir bakış elimizden yitip gitti. Parçacı yaklaşımlarla düşünüp, algıladığımızı düşünüyoruz. Milyon sünnet ile bir farzın değil bütün farzların üstesinden gelebileceğimizi düşünüyoruz. Modernleşme ile gelen aşırı uzmanlaşma toplumda ve insan teki üzerinde muhteşem bir tahribat yaptı. Kalbin bütün arızalarını bilen adam artık musluğu tamir edemiyor. Zikrin her çeşidini gecesini gündüzüne katarak ikmal eden bir adam sözünde durmamayı pek umursamıyor.
Her şeyin sahibi olduğunu söyleyen Allah varken, din işleri ve dünya işleri kavramını üreten insan hala kul olabildiği üzerinden yürütebiliyor hayatını.
Kitabında ne olduğunu bilmiyor ama sünnetin bütün ayrıntılarını -bazılarını yapmasa da- biliyor.
Öyle tahmin ediyorum ki, bu iş zirve yapınca tamamen sünnetsiz bir topluma evrileceğiz. Bu kez farzlar önemsenip sünnetler tepelenecek. Gidiş varılacak yeri gösterir.
Galiba nereden başlayacağımızı bilmemek diyebiliriz buna. Belki de diyemeyiz. Zira şirkin bile temelinde insan çıkarları yatıyor. İnsan peşin olanı seviyor. Uzak ahiret bilinci ile yakın çıkarlarını gözetiyor. Allah ile arasındaki bağı da rüşvete ve adam kayırmaya bağlıyor. Oysa doğrudan bağlantı kurması için bütün yolların açık olduğunu söyleyen de Allah. Yine de kendi çıkarları için zor olan şeyleri atlamak için aracılar kullanıyor. Mantık şu: Biz bunlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar ve Allah katında nazlarıyla bazı işlerimizi görsünler diye tapıyoruz. Demek bazı işleri eksik bırakıyor insan ki, bunların tamamlanması için aracıya ihtiyaç duyuyor. Rüşvete ihtiyaç duyuyor. Bir devlet ki, kokuşmuştur artık düzelmez bir rüşvet çarkına girmiştir... Haydi anladık diyelim. Peki, Allah da mı aynı durumda? Değil. O zaman insan, sorumluluklarından kaçmanın yolu olarak şefaatçiler ve aracılar kurumsallaştırmasına gidiyor. Literatürde bunun adı şirk. Kimi taşlara, kimi büyük insanlara, kimi peygamberlere aynı muameleyi yapar. En önemli kısmı da bunu kurumsallaştıran yazarlara düşer. Bir şey bir kez olsun kitaba girmişse ve atalardan biri bunu uygulamışsa artık geri döndürmek için devrimden başka yol kalmamıştır. Zihinsel bir devrime ihtiyaç olduğunu söyleyeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Zihinsel devrim yoktur. Fiziksel devrim vardır. Aranızda tostunu bitiren varsa gelsin devrim yapsın!
En başa dönelim...
İnsan sorumluluklarını yerine getirmemenin ve kişisel çıkarlarını yürütmenin yollarını arıyor ve aradı geçmişten günümüze. İnsan değişmeyecek, bu böyle olmaya devam edecek. Zaten sorumluluklarının bilince olan ve kendi çıkarlarını Allah'ın rızasına değişen insan kurtuluşa erecek. Üzülmeye gerek yok ama mücadeleye gerek var. Kurtulanlardan olmak istiyorsanız mücadele edenlerden olacaksınız. Kitapsız yaşamaya alışmış bir toplumu sözel kültürün karizmatik otoritelerinden tam yazının zaptediciliği ile kurtarmışken modern çağdan postmodern çağa geçişte imgesel düşüncenin aynı tuzağa düşürmesiyle mücadele alanı daha da büyümüştür.
Ben seni göreyim sen de beni gör, iyilik yaptık kıymetini bilen yok, besle kargayı oysun gözünü... Türü söylemlerle tanıdığınız bu düşman alt edilmeli. Allah'ın rızası için yaşayan ve sorumluluklarını kişisel çıkarlarının altında tutan insanlar acele etmeli ve Allah'tan korkar gibi kınanmaktan, yerilmekten korkmamalı.
Maalesef inandığımız Allah ile Kur an daki Allah farklı Allah ne der diye dusunmeyip insanlar ne der diye düşünüyoruz maalesef cehennem İyÜ niyet taşları ile dolu..
YanıtlaSilMaalesef inandığımız Allah ile Kur an daki Allah farklı Allah ne der diye dusunmeyip insanlar ne der diye düşünüyoruz maalesef cehennem İyÜ niyet taşları ile dolu..
YanıtlaSil