Çok Sessiz Bir Ölüm (Vakıa Suresi)
M.Uysal
Hastane odasındayız... Galiba 1999 yılı. Acil dolu olduğu için bir odaya aldılar bizi. Serum tedavisi yapılıp gönderilecek yanımdaki kişiye. (İçimdeki kişi.)
M.Uysal
Hastane odasındayız... Galiba 1999 yılı. Acil dolu olduğu için bir odaya aldılar bizi. Serum tedavisi yapılıp gönderilecek yanımdaki kişiye. (İçimdeki kişi.)
Odada üç yatak var. Orta yatak boş. Pencere kenarında bir ihtiyar var. Belki 90 yaşlarında. Nefes... Galiba arada bir nefes alıyor, belki de nefes almaya çalışıyor. Dünyanın en meşakkatli işini yapıyor. Hayatla ilgili tek işi nefes alabilmek. Öyle derin bir nefes de değil. Göğsünün inip kalktığını zor görüyorum. Beni her an odadan sürüp çıkarabilirler azarlar eşliğinde. Tedirginim. Zira o yıl her an her yerde azarla karşılaşıyorum, bu normal.
İhtiyarla artık doktorlar ilgilenmiyorlar. Gelip gittiler ve yakınlarına söylediler. Son nefeslerini veriyor. Gözleri kapalı.
60'lı yaşlarında bir oğlu var. Diğer yakınları falan... İhtiyar yavaşça ölüyor. Ben bu kadar yavaşça ölen birini daha önce görmemiştim. Çok yavaş ölüyor. Bedeni ile ilgili bir şeyler değişiyor, bunu hissetmeye çalışıyorum. Beceremiyorum. Çünkü sadece nefes alma çabalarına şahit oluyorum. Bazen duruyor nefesi sonra tekrar küçük bir parça çekiyor içine. Çok küçük. Yüzünde acıya benzer izler arıyorum... Yok.
Öleceğini söylediler, dokunmayın dediler. Ölüme bıraktılar. Bilmiyorum daha ne olabilir. Gözümüzün önünde son nefes denemeleri yapıyor ihtiyar. Domaniç, kelimeleri geçiyor arada bir. Çıkmadık candan umut kesilmez, sözünün burada kıymeti yok. O can çıkacak, diye bekliyor herkes. Etrafı unutuyorum. Bir ölümü seyrediyorum. İnsan nasıl ölür, işte böyle. Yavaşça. İhtiyar sanırım bir yarım saat sonra nefes almak için artık gayret etmemeye başladı. Kendiliğinden ciğerine az bir şey gidiyorduysa o vardı. Her şey yavaşladı. En son sadece hafif bir soluk çıktı ağzından. Filmlerdeki gibi değil, başı yavaşça çok yavaş yana doğru döndü. Çenesi bir kale kapısı kadar ağır ve kademe kademe aşağı düştü.
Öldüğünü o zaman anladık...
Yarım saat süren bir ölüm gösterildi bana.
Sonra daha önce bilmediğim ve hiç görmediğim saçma ve suni bir ağıt doldurdu odayı. 60'lı yaşlardaki oğlu saçma sapan şeyleri arka arkaya dizip ağlamaklı şeyler söylüyordu. Sussaydı üzüldüğünü anlardım. Bir damla peydah olsaydı...
Vakıa suresini okuyorum...
Bu sahneler tekrar canlanıyor gözümde. Bir can gidiyor... Geri döndüremiyorsun. Vakıa suresi haykırıyor... Bu sure ah, bu sure Mekki olamaz, diyorum... Bu sure Tavşanlı'da indi.