Amak-ı Hayal Okuması
Mustafa Uysal
Amak-ı Hayal'i severek okumuşsanız ya anlamamışsınızdır yahut vahiyden uzaksınızdır.
Tasavvuf diye felsefe karışımı ile ortaya konulmuş bu eser bir asır boyunca övgü almış. Okuyanların yorumlarından ve yazılarından bunlar anlaşıyor.
Milliyetçisi okumuş ve sevmiş, tarikatçisi okumuş ve sevmiş, solcusu okumuş ve sevmiş, seküleri okumuş ve sevmiş, dincisi okumuş ve sevmiş, Hristiyan’ı okumuş ve sevmiş, Müslüman’ı okumuş ve sevmiş...
Bütün felsefi akımlardan bir tutam, Hint’ten ve Çin'den bit tutam, Binbir Gece Masallarından ödünç (!) alınmış hikayeler ve size muhteşem bir eser (!).
Başta söylediğini biraz sonra tekzip eden sonra tekrar savunan ama aslında vahdet-i vücudu dolaylı ve çaktırmadan anlatacağım diye olmadık saçma gazete tefrikasını şaşaalı bir roman diye okumuş olmak tuhaf bir duygu.
Kur'an'ı bilen bir insanın, bu kitabı ve içindeki düşünceleri nasıl sevebildiğinin izahı yok. (Elbette anlaşılmamış sadece masal olarak okunmuş olma ihtimali hariç.)
Arusi tarikatinin tuhaf bağlantıları ve geçmişi ise ayrı bir soru olarak kenarda duruyor.
Vahiy ile ters düşmeyen bir kaç nadir paragraf da olmasa sanırım tamamen bir bunalım dönemi Avrupa felsefesi örneği diye sunulabilir.
Aynalı Baba kendine rucü eden (aslına dönen) kişinin kahvesine ne koyuyor acaba?
Yazar burada bizimle kafa bulmadıysa apaçık İslam'ın ilkelerine tamamıyla zıt şeyler söylüyor kitap boyunca. Üstelik kitap diyorum düşünün. Bunu hak etmiyor aslında. Neyi, neden, nasıl, niçin hangi sebeple anlattığını yazarın kendisi de epey karıştırmış ama ana temaya uygun olsun için giriş bölümleri aynı tutulmuş. "Bir gün yine Aynalı ile içiyoruz..."
Bu, Mevlana'da da bulunan ve bir şey sanılan hiçlik mevzuu kadar bir sapkınlık daha görmedim. Biz Müslümanlar bu nihilist felsefeyi Bulgaryalı birinin Osmanî sıfat tamlamalarında görünce hemen kabulleniveriyoruz. Yazık. Bir de, yazarın İttihat ve Terakki karşıtı olması puan için yetiyor galiba.
Hele bu kitabın bir de tasavvufun seyr-ü suluk safhalarını anlattığı sanrısı... Tasavvufun geldiği noktada zaten, Allah'tan aldığı bilme, görme, duyma sıfatlarını birilerine yamamış olması ayrı bir dertken şimdi de Batınilerin, aklı, vahyi, hikmeti temelli aşağılayan görüşlerini de kitaba serpiştirince çok daha hoşunuza gitmiş olmalı. Öyle ama değil mi, aklı yerden yere vurup aşk, nefs-i emmare falan diyor ya, nasıl da mutlu oldunuz. Oysa Allah son kitabında neler söylüyor akla, vahye, hikmete dair? Peygamberlerine vahyi ve hikmeti verdiğini söylüyor ama yazar hikmeti zelil, bunak bir ihtiyara benzetiyor siz, yine de aşk tarafına geçiyorsunuz. Zerdüşt’ün iyilik ve kötülük tanrısı algısından hareketle hayır ve şer algınızla oynandığı halde siz bunu Holywood tarzı bir orta dünya filmi gibi alık alık izliyorsunuz, öyle mi?
Her şey şüpheli kitaba göre ve Raci, zor bir durumda. Sanki Kafka okumadık! Neyse, peki bu Raci'nin bütün bu şüpheleri gördüğü abuk subuk şeylerle silindi mi? Ruha dair bilgisi yerine oturdu mu? Yaz siz ruhu bildiniz mi? (Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.) Raci'nin kafasındaki sorular nasıl cevap buldu? Siz ne anladınız örneğin? Sizin kafanızda bu sorular zaten yoktu, niye yazar bu soruları kafanıza soktu dersiniz? Üstelik size cevap diye bir yığın felsefeden aptalca alıntılar ve doğu masalı yedirdi.
Mevlana'dan ikbitas ettiğine dair dipnotunu gördünüz mü kitapta? Yok. Önsöz, roman demiş, iyi bir iltifat tabi mazhar olabilmiş mi bilmiyoruz.
Bazıları iyi bir materyalizm eleştirisi olduğunu da iddia etmiş. Sanırım Aynalı'nın kahvesinden yudumlamışlar.
Avrupa felsefesinin şaşkına çevirdiği, inançlarını sarstığı, manevi yanı eksik eğitim kurbanı imiş Raci... Bu kurgu tamam, ya gerisi? Raci, sizce bütün bu kopuk, alakasız ve hakikatsiz serüvenler boyunca sorularına cevap mı buldu? Hayır. Yeni bir dinsizliğin içine atıldı ama farkında değil. (Okurları kastediyorum, siz de bir Raci olabilirsiniz, demişler ya.)
Hele şu saadetle ilgili yığınla kaynaksız, kayıtsız bir sürü ıvır zıvır söz sıraladığı bölüm... Hiçbirinin kaynağı yok. Kitabın sonundaki hikayede ise mutluluk, aile saadetini bulmuş basit marangoza indirgenmiştir. İyi de kitap boyunca bütün alayişe, nümayişe, saçmalığa neden gerek duydu yazar o zaman? Sırf vahdet-i vücut anlatayım ama kendim bile nasıl yapacağımı bilemeyeyim, diye bu kadar emek vermek hayrete değer.
İkinci günde örneğin İzd'in herkesi minik minik tanrılar olmak için yarattığı söylenir. Okuyucu olarak bizler gayet müthiş bir ders alırız. Şaka şaka, ne olduğunu anlamadan geçeriz zira savaşa odaklanmışızdır o ara.
Nefs-i emmare falan vardır bir de savaşçılar arasında. Kaynağını vahiyden aldığı düşünülür ama alakasız bir tasavvufi yorumla ancak Kur'an'a dahil edilebilir bir uzun hikayedir. Allah yoktur örneğin kitapta. Neden olsun ki, yazarın ne varsa hep tanrı zaten demeye getirdiğini anlamadınız mı? Herkes aşka secde eder aşk gider İzd'e secde eder. Neresinden tutsan cahiliye dökülen, şirk dökülen bu tuhaf kitap tasavvuf erbabı veya bildiğin safi Müslümanlar arasında nasıl böyle sevilmiş merak ediyorum.
(Dağınık yazdığımın farkındayım, kitap gibi yazayım ki, bunu da sevesiniz. İtiraf: Bunu yazmaya bile üşendim, ancak yine de yazmadan geçemedim.)
Kur’an, peygambere bile sen mezardakilere (ölülere, vahiyden uzak olanlara) duyuramazsın der, ancak bizim mutasavvıf ve felsefe takımı ölülerle konuşmayı pek sever. Onlar hakkında gıybet etmekten çekinmez. Hallerini anlatmaktan uzak durmaz, sanki kendilerine perde (bu da tasavvuf terimidir) açılmış gibi. Gaybdan haber veren bu adamlar hep Allah’la inatlaşırlar. Allah, gaybı bilemeyeceğimizi söyler hatta peygamberine de aynısını söyler ama bizimkiler illa Allah’ın onlara bildirirse bileceklerini söylerler ve bilirler de güya. Yine aynı Kur’an “Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!” der, kitaba delil sormuyorum, çelinmiş aklınıza hitap ediyorum.
Haydi, Batınilerin görüşlerinin kitapta olmasını anlıyorum ama bir adam nasıl olur da aynı anda hem Batıni hem Lafizi olur?
Kitapta hiç mi güzel şey yok? Elbette var ancak soru yanlış. Kapanda hiç mi peynir yok, diye sorsanız daha makul olurdu.
Güzel bir soru sormuş kitap: "Şimdiye kadar, kim bilir, kaç hayvan yükü kitap okudun? Ne anladın? Hiç değil mi? İnsanların bilgisi nedir?" İnsanoğluna asla vahyi okuyup okumadığını sormuyor yahut vahyi de bir yığın kitabın içine dahil ediyordur kim bilir.
Allah bu hayatı bir oyun ve eğlence olarak yaratmadığını söylerken kitap, hiçlik konusunu derinden işliyor ve yokluğun ve bir kaza ve tesadüften ibaret bu hayatı biraz deliler için eğlenceli sayıyor. Allah ise bu sahici ve geçici hayatın gerçekten çok sahici ve dehşetli bir hesabının olacağını söylüyor. Hangisini tercih edelim? Hele tesadüf lafını yazara yakıştıramayıp tekrar, kitabın ilgili bölümünü aramanız yok mu?
Size nihilizmi övsem, göklere çıkarsam kafir ilan edilirim ancak bunu Mevlana veya Bulgaryalı Ahmet Hilmi yaparsa laf yok, öyle mi?
Daha söyleyecek çok söz var kitaba ve yazara dair. Lakin, sözüm ona olmasın istiyorum zira ölüp gitmiş. Kitap aramızda okunup duruyor. Siz ey okur, bu kitabı anlayarak ve severek, benimseyerek okuduğunuz halde vahyi anladığınızı düşünüyor musunuz?
Kitabın amacı hakkında kendinize sorular sorun ve mümkünse cevaplarınızı bir kez daha kitapta arayınız.
_________________
Vikipedi: A'mâk-ı Hayâl ("Hayâlin Derinlikleri"), Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi tarafından 1908'de yazılmış bir eserdir. Tasavvuf edebiyatının önemli eserlerinden olan A'mâk-ı Hayâl, Vahdet-i Vücûd inancını anlatmaktadır. Eser birçok tasavvufi öğenin yanı sıra farklı dinlerin (Budizm veya Zerdüştlük gibi) önemli unsurlarını da barındırır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder