21 Şubat 2011

GÖNÜLLÜ AHMAK

GÖNÜLLÜ AHMAK
Mustafa Uysal
Ne kadar yorgun olsam yağmur dinlendirir. Ne kadar tarumar hissetsem kendimi yağmur dinginliğe erdirir. Yağmur yağar, yağar, yağar...

Yağmur yağarken sadece dinlemek gerek belki. Yorgunluğu, alt üst olmuşluğu yenebilmek zor. Hele şehirde, yağmurdan böyle bir şeyi beklemek tuhaf. Yağmur yağıyordu gök, çatlarcasına çalkalanıyordu. Tarlanın üst başındaki yol, alt yanındaki dere coşmuş sele kesmişti. Yoldan tarlaya su gelmesin diye, dedem eline bir kürek aldı yanında ben. Bir çulu başımızın üstüne atıp elde kürek çalıştık. Yağmur, çimenler üstüne yağdı; ağaçlar üstüne, toprağa, taşa, saçlarımıza...
Bir müddet bardaktan, bir müddet süzekten yağdı. Sonra ahmak ıslatan oldu; biz gönüllü ahmaklardık, yıkanmış tabiata atıldık, çekilen sele yetişmeye koştuk. Ardından güneş yüzünü gösterdi. Çalı yapraklarında, erik dallarında, asmaların cılız gövdelerinde gördüm kalan son damlaları. Güneş ışıdıkça, ısıttı. Renklerin seyran zamanı uykum geldi az biraz. Ninemin kucağında salınan başımı tutup gösterdi dedem, gökkuşağını. O ne muhteşem bir galeridir ki, kibirsiz sanatkarı ve coşkun seyircisi oldu dağda taşta. Çobanlar durup baktılar, çomar sahibinin yanında göğe çevirdi başını. Renkleri görmedi belki ama coşkuyu tattı şüphesiz, nasıl da kuyruk sallayıp katılıyordu bu sürura. Zamanına göre, kâh dalından, yeni yıkanmış bir dut koparıp eze eze damak tadı yaptık, kâh bir elmanın kızıllığına sinmiş saf suyu emdik önce içimize.

Dün gece yağmurun ilk damlaları düşünce düştü içime bunlar. Paçamda lekeler aradım hemen. Islanınca hasta olup olmayacağımı merak ettim. Sırtımda bir ürperme hissettim, üşüdüm mü ne? Yanımdan, faşt diye, geçen bir otomobile sövmeden kaç sokak daha yürüyebileceğimi hesapladım. Toprakla buluşamayıp, doğrudan kanalizasyona akan, yer yer biriken, bazen tıkalı mazgalların önünde gölcükler oluşturan yağmura acıdım. Kendime acıdım. Ahmak ıslatan olursa yağmur, şemsiyesiz yürürsem aptal gibi görünür müyüm, diye düşündüm.

Balkonuma kurulup bir bardak sıcak çaya sarılsam, ninemin kucağındaki gibi dalgalanır mı acep başım uykunun kollarında? Olmaz biliyorum, ne artık ben küçücüğüm ne de yağan yağmur, yağdığı yeri beğenir.

Yapraklar üstünde titreşen damlaları görmeyeli kaç nisan geçti? Kaç nisandır düşmez içime bu çise? Karanlık bir geceden süzülen damlaları dinliyorum şimdi, gürültüyle düşüyorlar pencerem önümdeki garajın çatısına. Gök gürlemiyor mu, ben mi sağırım yoksa bu şehir mi tıkadı kulaklarını? Açın kulaklarınızı, gökler bir sırrı faş ediyor gümbürtülerle: Hamile toprağın doğum zamanıdır.

[İLKBAHARDA USUL USUL YÜRÜ; TOPRAK ANA HAMİLEDİR. (Bir Kızılderili kabilesinden.)]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder