17 Temmuz 2013

Ender Ekiz Röportajı



Ender Ekiz Röportajı

Mayıs 2012
Mustafa Uysal: Ender Ekiz kimdir?
Ender Ekiz: 1975 yılında Tavşanlı’da doğmuşum. Ticaret Lisesi mezunuyum. Yaklaşık 20-21 seneden beri de ticaretle aktif olarak uğraşıyorum. Tavşanlı’nın  yerlisiyiz. İçimizde tabi aşklar var, hizmet aşkı. Dünyaya gelen herkesin bir vazifesi var. Biz de kendimizce vazifeli olduğumuza inanıyoruz. Bu anlamda da yapabildiğimiz her neyse elimizden geleni yapmaya gayret ediyoruz.
M.U.: Ekiz Et Ürünlerinin sahibisiniz, ortağısınız ya da… Ne iş yaparsınız, nasıl yaparsınız?
E.E.: Öncelikle sahibi değil emanetçisiyiz. Mümkün değil sahibi olamayız. Bu verilen emaneti de en güzel şekilde idare etmekle görevliyiz. Böyle olduğuna inanıyoruz. Dediğim gibi 20-21 yıldır ağabeyimle beraber bu işle iştigal ediyoruz. İkiye ayırmak gerekirse 10-11 yıllık bölümü yine bu sektörde bir başka ağabeyimizle beraber ortak olarak devam etti. 2001 yılına gelindiğinde ağabeyimle beraber Ekiz Et Ürünleri adı altında sıfırdan şirketleşerek şu an mevcut şirketimizi kurduk. Şimdi yaklaşık 30-35 arkadaşımızla beraber ekmeğimizi paylaşmaya çalışıyoruz, istihdam
sağlamaya çalışıyoruz.
M.U.: Et ürünleri olarak geçiyor isminiz, tam olarak tek bir türe mi yöneldiniz?
E.E.: Et ürünlerinin kapsamı geniş. Bu işe başlarken kafamızdan geçen çok daha farklı projeler vardı. O dönem belediye başkanı olan Hüsnü Ordu’dan biz Tahıl Pazarının tamamını istemiştik. Et ürünleri deyince, kırmızı eti var, beyaz eti var, balığı var, sakatatı var bunlarla ilgili kolay kolay büyük şehirlerde bile olmayan bir yer hayal ediyorduk. Malum Tahıl Pazarının bir tarihi yapısı söz konusu o yüzden tabi çeşitli engeller çıktı karşımıza. Biz de şirketimizi kurarken Et Ürünleri diye kurmuştuk o, öyle devam etti. Şu an faaliyet alanımız sadece tavukla alakalı. Bunda da biz işin kesinlikle kolayına kaçmadık çünkü çok büyük hazır entegre tesisler var, onların ürünlerini alıp onların markasıyla da satabilirdik. Biz biraz daha zoru seviyoruz, kolayı herkes yapar. Burada imalatta  sekiz-on arkadaşımıza daha iş imkanı çıksın diye firmalardan, kesilmiş bütün pilici alıp tekrardan  işliyoruz kendi markamızla kendi şubelerimizde perakende olarak satıyoruz.
M.U.: Kaç şubeniz var?
E.E.: Toplamda perakende satış şubesi beş tane var, bir tanesi Harmancık’ta , bir tane de merkez şubemizin karşısında fast food piliç evimiz var. Bu alanda da büyümeyi düşünüyoruz.
M.U.: Ana merkezdeki işiniz tam olarak parçalama işi mi?
E.E.: Biz pilici hammadde olarak görüyoruz, bize kesilmiş olarak geliyor, işte kanadıdır, bududur, pirzolasıdır, bonfilesidir a’dan z’ye ne yapılması gerekiyorsa, piliçten ne tür ürünler çıkıyorsa biz burada arkadaşlarımızla beraber yapıyoruz.
M.U.: Okuyucuların kafasında canlanması için şöyle tarif edeyim o zaman: Bir tane tezgah koyduk, bıçağı aldık, pilici parçaladık… Bu mudur?
E.E.: Basite indirgerseniz belki o şekilde olabilir ama biz boyutu biraz daha farklı yerlere taşıdık.
M.U.:  Aslında ben de onu duymak istiyorum.
E.E.: Bununla alakalı olarak yaklaşık 2009 senesinin sonlarına doğru 2010’nun da başlarında 2. Etap Tokilerde bulunan  tesisimizin yapımına başladık. Çoğu şeyde mütevazı olabilirim ama burada mütevazı olamayacağım inanın, Kütahya’da, Eskişehir’de, Bursa’da bizim çapta çalışıp da hatta bizden daha büyük çapta çalışıp da bu yatırımı yapan kimse yok. Biz bu yatırımı yaptığımızda ürün aldığımız firma bize dedi ki, “Siz bunu yapmayın, biz zaten buraya milyon dolarlık tesis kurmuşuz. Siz ne istiyorsanız biz size gönderelim. But istiyorsanız but, göğüs istiyosanız göğüs, kanat istiyorsanız kanat…  Biz o müdürlerimize dedik ki, tamam siz gönderebilirsiniz fakat bizim imalatımızda sekiz on tane arkadaşımız var, onlar ne olacak? Benim bir  iddiam vardı.Firmadan  almış olduğum ürünü onlardan daha güzel hale getirmek. Şükür, bu iddiamda da başarılı olduğuma inanıyorum. Firmadan geldiler ve hakikaten hayran kaldılar. Şunu da iddia ediyorum, geldiklerinde söyledikleri söz şu: Bizim sizden öğreneceğimiz şeyler varmış. Onlar tabi, ciro olarak, kesim olarak çok büyük. Bizim onlara erişmemiz şimdilik mümkün değil. Şimdiliğn altını çizmek istiyorum. Ama onlardan aldığımız ürünü onlardan daha güzel hale getirmek ustalık işi. Biz de bu ustalığı elimizden geldiği kadar yapıyoruz, bunda iddialıyım.
M.U.: Tesisleriniz konusunda şunları merak ediyorum, hijyen konusunu nasıl hallediyorsunuz, hangi bölümlerde neler yapıyorsunuz?
E.E.: Şimdi zaten gıda işinde en önemli şey hijyen. Özellikle de tavuk bakteri açısından çok hızlı yoğunlaştığı için, Allah göstermesin zehirlenmelere vesaire yol açabilir… Çok sıkıntılı o yüzden biz bu konuda çok hassız. Parça yaptığımız yerde, öyle bir tesis yaptık ki, fanus gibi düşünün, dışarıdan ne sıcak ne soğuk  Ne toz ne de sinek kesinlikle etkilenmiyor. Ortam ısısı sürekli 10-12 derecelerde sabitliyoruz. Ürünün bize gelişinden tezgahlarımızda işlenişi ve dükkanlarımızdaki satışına varıncaya kadar olan süreçte nakliyesi, depolanması, servisi… Soğuk zinciri kırılmadan tüketicimize ulaşması için biz gereken hassasiyeti gösteriyoruz. Bu konuda da iddialıyız. ISO belgeleri olsun veteriner kontrolü olsun, denetlemeler olsun dikkat ediyoruz. Zaten sürekli denetleniyoruz. İl ve İlçe Tarım, Sağlıkçılar devamlı denetim halindeyiz ki onların denetimini beklemeden kendi içimizde de bir denetim mekanizmamız var, onu da işletiyoruz.
M.U.: Üretim alanınız rastgele girilebilen bir yer değil galiba?
E.E.: Kesinlikle değil. Siz de deneyebilirsiniz hatta sağlıkçılar da rastgele giremez, belli şartlarda giriş yapılabiliyor. Gerekli şartlar ve donamım olduktan sonra ben olmadan da siz girebilirsiniz. Gerekli prosedürü var yani.
Tesisimizi biz yaptık reklam yapmadık. Buraya gelenler arasında dostane, güzel bir yer yapmışsınız ama Tavşanlı’nın bundan haberi yok, diyen dostlarımız oldu. Açıkçası reklamı pek sevmiyoruz, mütevazı bir şekilde devam etmek istiyoruz ama böyle bir yerden de haberdar olması lazım insanların örnek alınması için. Yerimizi tarif edince de Toki’lerde deyince sanki apartman altı bir yermiş gibi algılanıyor. Toki’lerden ev mi aldınız, orada mı yapıyorsunuz, gibi sorular da geliyor, şaka yollu. Bunlardan dolayı biz bir reklam filmi çekmek istedik. Bunda da yine belki de ilk olanı yaptık. Noterle yaptık. Görüştük Noter Beyle, böyle bir şeyi daha önce yapmadıklarını söylediler ve prosedürlerini araştırdılar. Onlardan ricamız da şu oldu, zaten böyle de olması lazım, bizden habersiz istediğiniz bir günde, istediğiniz bir saatte siz gelin biz hiç müdahil olmayalım gerekli denetimleri yapın, olumludur, olumsuzdur artık kararını siz verin. Sağ olsunlar Tavşanlı Televizyonu ile çalıştık. Noter Bey geldi üç kişilik ekiple birebir incelemelerini yaptılar. Onların eşliğinde film çekildi tamamıyla tarafsız bir şeklide. Bu geçen sene hem internette hem televizyonda epey ilgi gördü. Tebrikler geldi. Hatta eleştiriler de geldi. Böyle bir tesisi niye Tavşanlı’da yaptığımızı soruyorlardı. Niye Bursa, Eskişehir değil gibi. Ama biz bu memleketten kazandığımızı yine bu memlekette harcamak için elimizden geldiğince, karınca misali de olsa gayret ediyoruz, safımız belli olsun. Biz Tavşanlı aşığıyız. Bugüne kadar aldığımız havadan, içtiğimiz suya kadar Tavşanlı’ya borçlu hissediyoruz kendimizi. Ne yapabilirsek, belki çok değildir ama biz bu yatırımlarımıza devam edeceğiz.
M.U.: Peki bundan sonraki hedefiniz nedir?
E.E.: Aslında içimde öyle ateş var fakat Tavşanlı’mızın genel yapısı işte… Biz bir araya gelemedik bir türlü. Bu işi yapan bizden büyük ağabeylerimiz var, bunlara senelerce gittik, istişare ettik. Dedik ki, gelin birlik içinde bu işin çok daha büyüğünü yapalım, bu işin üretim aşamasına geçelim. Bugün Türkiye’mizin de sorunu üretmeden tüketmek. Bizim üretmemiz lazım. Tavşanlı’mızda da o eksiklik var. Bunun için kimin kapısına gitsek kimi belki içinden güldü, kimi belki bu iş olmaz, dedi. Baştan zaten bizim süngülerimizi hep düşürdüler. Ben de diyorum ki, bir şey hayal etmekle başlar, hayal de parayla değil ya? Biz buraların hayalini 20 sene öncesinden kuruyorduk zaten. Bu yüzden burası bana ilginç gelmiyor, zaten ben burayı gözümde canlandırdım. Hani Mimar Sinan’ın Sultan Süleyman’la olan bir hadisesi vardır… Süleymaniye Camii yapılacağı zaman Kanunî, Mimar Sinan’ı çağırıyor, bak bakalım Sinan şu araziye, ben burada işte şu şu özelliklerde cami yapmak istiyorum, olur mu? Sinan’dan ses yok. Etraftakiler titremeye başlamış, koca Kanunî soruyor Sinan cevap vermiyor. İkinci sefer yine soruyor Kanunî, yine ses yok. Vezirler kaygılanmışlar, Mimar’ın yanında bizim de kelleler gidecek. Üçüncüye gene sorduğunda padişahın kolundan tuttuğu gibi “Ya Allah, Bismillah! Efendim, kafanızı eğin sütunlara çarpmayın.” Diyerek yürüyor. O söylerken kafasında projeyi bitirmiş. Şu an yine bir hayalim var ki, on yıllık bir hayalimdir, Tavşanlı zamanında yumurtanın borsasıymış. Fiyatların belirlendiği yer. Burada alt yapı var aslında. İnsanlarımız biraz ateşlense, gerçekten inandırılsa… Maalesef zamanında insanların duyguları sömürülmüş, birlikler kurulmuş, insanlar yastık altındakileri vermişler, olmayanı bile vermişler ama bu paralar kötü niyetli demeyelim ama belki de iş bilmeyen, işin ehli olmayan insanlar tarafından heder edilmiş bu fırsatlar. Bunların örneklerini Tavşanlı’da geçmişe bakarsanız zaten görebilirsiniz. Tavşanlı’da bu işin üretimi çok güzel yapılabilir, potansiyel var. Benim hayalim, yapabilirsem eğer, bu işin üretimini yapmak. Yaklaşık beş-altı aşamadan oluşuyor. Anaç tabir ettiğimiz ırkların gelmesi, bunlardan yumurtaların çıkarılması, kuluçka hanesi, bunlardan civcivlerin çıkarılması akabinde yem fabrikasının olması ve en son aşaması da kesimhanesi. Böyle bir hedefim var ve bu olur ise şayet emin olun, şu an GLİ’de çalışan insan kadar insan bundan sebeplenecek.
M.U.: Biz de dua edelim o zaman, inşallah, diyelim.
E.E.: Fakat şöyle bir durum var, yine Tavşanlı’yla ilgili bir tespitim hikaye bu ya… Bir iyilik meleği varmış. Dünyayı gezer insanları mutlu edermiş. Yolu bir gün Tavşanlı’ya düşmüş Tavşanlı dönüşü çok mutsuz… Diğer melekler böyle neşesiz görmeye alışık olmadıkları iyilik meleğine ne olduğunu sormuşlar. Sormayın, gezmediğim ülke, şehir; görmediğim insan kalmadı hepsini mutlu ettim fakat Tavşanlı diye bir yere uğradım çok mutsuzum. Tavşanlı’da insan kılığına girdim dolaşmaya başladım. Baktım birisi bahçesinde uğraşıyor, adamın çalışması hoşuma gitti. Yanına gidip biraz sohbetten sonra kendimi tanıttım. Ben iyilik meleğiyim, dile benden ne dilersen mal mülk ,para,pul. Aklına gelen her şeyi sana vereceğim yalnız tek şartım var, komşun var ya sana verdiğimin iki katını ona vereceğim. Ben böyle söyleyince bizim Tavşanlılı ne istese beğenirsiniz? O zaman sen benim bir gözümü kör ediver, dedi. Çünkü komuşunun iki gözü kör olacak.Tavşanlı’mızın yapısı böleydi ama böyle gitmeyecek… Aslında yaşanacak bir memleket, insanımız çok güzel, havası, suyu çok güzel yani burada helva yapmamak için hiçbir bahane yok. Her şey müsait ama helva yapmak istediğinde yaptırmıyorlar. Birlik beraberlik anlamında söylüyorum, kişisel anlamda demiyorum. Şuna inanıyorum, birlik olan yerde bereket olur.
Mustafa Bey, şu an ikimiz karşılıklı oturuyoruz, siz arkanızı görebiliyor musunuz?
M.U.: Hayır.
E.E.: Ben de arkamı göremiyorum. Birlik olsaydık siz beni uyaracaktınız arkamdan gelen tehlikeden ben de sizi uyaracaktım. Birlik çok önemli.
M.U.: Buraya dönecek olursak, kaç çalışanınız var, şubelerinizle birlikte?
E.E.: Yaklaşık otuz arkadaşımız var.
M.U.: Otuz kişiye iş veriyorsunuz yani?
E.E.: Evet, Rabbimin verdiğini vermeye çalışıyoruz.
M.U.: Çalışanlarla ilgili bir politikanız, ilkeniz var mı?
E.E.: Çalışanlarımızla ilgili politikamız… Biz zengin bir aileden gelmiyoruz. Babam berberlik yaptı, bizler de çıraklık, tezgahtarlık yaptık. Bu işin hem işçilik kısmını biliyorum, çalışmış birisi olarak hem de bu işin idaresini yürütüyoruz. Patronluk demiyorum, bizde ağabey, kardeş var. Bir aile ortamı var. Kendime yapılmasını istemediğimi onlara asla yapmıyorum. Çalışanım da demek istemiyorum. Benden küçükse kardeşim benden büyükse ağabeyim.
M.U.: Mağazalardaki çalışanlarınızı görüyoruz, giyimleri olsun, davranışları olsun epey farklılar…
E.E.: Onun şöyle bir açıklaması var Mustafa Bey, günümüzde olmayan bir iş yok. Eğer kazanmak istiyorsanız ya hiç kimsenin bilmediği bir işi yapacaksınız yahut herkesin bildiği işi en iyi yapacaksınız. Günümüzde bilinmeyen bir işi yapmak pek mümkün değil yapsanız bile onlarca taklidi çıkabilir. Madem ki durum böyle, biz de yaptığımız işi en iyi şekilde yapmak durumundayız. Acizane biz arkadaşlarımıza şunu söylüyoruz: Rabbim bize müsaade etti beş-altı tane şubemiz var fakat müşterinin o ürünü alabileceği yüzlerce yer var. Eğer o insan işini gücünü bıraktı bizim dükkanımıza geldiyse biz onu zaten müşteri olarak görmüyoruz. O bizim misafirimizdir. Ogün eve götüreceğimiz rızkımızı Rabbim o kulu vasıtasıyla gönderiyor bize. Onların önce gönlünü almamız lazım parasını değil.
M.U.: Tam burada müşteri politikanızı soracaktım, siz devam edin o halde.
E.E.: Gönül alırken de riyakarca değil, samimi bir şekilde yapacağız. Olması gerektiği gibi. Zaten öbür türlü yapmacık olur.
M.U.: Esnaf usulü, diye bir deyim vardır giderken ikram. Sizde tam tersi gelir gelmez ikram ediliyor.
E.E.: Müşteri bizden alışveriş etsin diye değil. Rabbim yenen içilen yere verir. Gelen kim olursa olsun, kışın o sıcacık çayını verdiğinizde, nasıl hisseder? Eminim ki çoğu kahvehanede bizdeki çeşit yoktur. Çocuklar için özel yaptırdığımız şekeri, balonu bayrağı… Piknik sezonunda çöp poşetleri veriyoruz. Bu konuda çok hassasız, çevremizin yedeği yok. Etrafımızı kirletiyoruz. Siz oraya bir daha gitmeseniz ben gideceğim.
M.U.: İlk zamanlar müşterileriniz nasıl karşıladılar bu durumu. Örneğin ben gittiğimde hemen çayım geliyor, oturacak yer gösteriyorlar… Kuşku duyuyorum hani, ne oluyor, beni mi etkilemeye çalışıyorlar, ayağımızı mı alıştırmaya çalışıyorlar, gibi.
E.E.: O dediğiniz doğru. Türkiye’de tesisler, işyerleri kurulurken hakikaten on numara kuruluyor. Mühim olan işleyiş devam ederken on numara devam edebilmesi. İlk etapta sizin gibi düşünenler oldu. Bunlar şimdi verir de iki gün sonra bırakırlar falan diye. Aksine, biz daha üstüne bir şeyler katarak devam etmeye çalışıyoruz. İlginç bir örneğini vereyim size: Bu Anneler gününde biz şubelerimizde iki bin kadar çiçek dağıttık.
M.U.: Bu ilişki çok önemli. Şunu söyleyeyim ki, gittiğimde kendimi çok önemli hissediyorum. Bu yönüyle şubelerinizdeki çalışanları ve sizi tebrik etmek lazım.
E.E.: Teşekkür ederim.
M.U.: Aynı zamanda Tavşanlı Ticaret ve Sanayi Odasının Genç Girişimciler Kurulundasınız ve oranın Meclis Başkanısınız. Orada neler yapıyorsunuz?
E.E.: Açıkçası böyle bir şey için aradıklarında ön yargılarım vardı ve çok şeyler olabileceği kanaatinde değildim. Gittiğimde gerek oradaki personel olsun gerek diğer çağrılan arkadaşlar olsun gerçekten güzel bir ortamla karşılaştım. Bununla beraber düne kadar konuşulmayan şeyler konuşulmaya başlandı. Birliktelik için en azından adımlar atılmaya başlandı. Bunun sonucunda bir şey olmayabilir ama hayal kurulmaya başlandı. Orada bulunan yirmi beş arkadaşımı simaen tanıyordum onlar da beni simaen tanıyordu ama konuşmuşluğumuz pek yoktu. Her insan okunmamış kitap gibidir. İlk bakışta bir insan hakkında yorum yapamazsınız. Bu insanlarda çok cevherler olduğunu gördüm. Aslında belli yerlerde aynı sıkıntıları yaşadığımızı belli coşkuları yaşadığımızı ve bu birlik ve beraberliğe aç olduğumuzu fakat bundan önceki olaylardan dolayı umutlarının kırıldığını gördüm. Benim orada olmam gerekiyorsa bu birliktelik için vazife ayırt etmeden gerektiğinde çay taşımam gerekiyorsa bunu da gururla yaparım. Benim oradaki hedefim, içinde olurum olmam, onlara bu birlikteliği sağlatmak. Asla makam mevki düşüncesinde olmadım bundan sonra da olmayacağım…
M.U.: Ortak bir iş yapmak mı?
E.E.: Ortak bir iş yapmak çünkü Mustafa Bey şöyle bir şey var oraya gelen bütün arkadaşlarımızın mevcut yürüyen bir işi var. Herkes yine mevcut işinde devam etsin. Fakat bir oluşum yapalım ve bu oluşumda da şöyle bir karar alalım: Buraya koyduğumuz para kimseyi acıtmasın. Biriktirelim, sonra da bir karar verelim, yahu biz ne yapacağız mevcut işlerimizi bırakmadan? Beraber bu işi yapalım, deneyelim. Nursan’a gittik mesela meclis olarak, Tavşanlı’mız adına gurur duyduk, çok güzel olmuş. Arkadaşlarımız da hayranlıkla baktılar, 1000-1500 kişi çalışacak ileride. Onlara şu soruyu sordum: Yahu burası çok güzel de biz ne yapacağız? Çocuklarımız buralarda mı çalışacak yoksa biz de istihdam oluşturacak işler mi yapacağız? Buna karar vermemiz lazım. Yaklaşık 1978 yıllarında Çin’de alınan bir karar var, hatta bilmiyorsanız ben de size sorayım, Ekonomi Bakanının söylediği bir şey var. Biz 70-80 seneden beri komünist rejimde bir ilerleme kat edemedik, geldiğimiz nokta bu. Artık bizim bir şeye karar vermemiz lazım ve bize bir kedi lazım. Kedi siyah mı olacak beyaz mı olacak? Size bu soruyu sorsam ne dersiniz?
M.U.: Renginin ne önemi var?
E.E.: Siyah mı olsun beyaz mı olsun, bir tercih yapın?
M.U.: Beyaz olsun madem.
E.E.: Orada da işte kimi siyah demiş kimi beyaz demiş. Ekonomi Bakanı da demiş ki renginin önemi yok, fareyi hangisi yakalıyor, bize o lazım. Biz bu oluşumu yaptığımızda insanların kafasında şu olmayacak: Biz az mı kâr ettik, çok mu kâr ettik, koltukta kim oturacak, makam arabasına kim binecek, adamlık sevdası olmayacak. Bu işi kim biliyorsa o yapacak gerekiyorsa dışarıdan profesyonel adamlar getirilecek ve sıkı sıkıya denetlenecek. Öyle bir şey olacak ki herkes eşit hisselere sahip olacak. Kafamdaki model bu ve Tavşanlı’da bu da hep yanlış yapılmış. Belli kişilerde çoğunluk olduğu için onun borusu ötmüş. Onun kafasına göre iş yapılmaya çalışılmış ve iş bitmiş. Öyle değil, eşit, şeffaf tamamıyla, kanunlara bağlı, öyle iki-üç kişinin çalışacağı değil en azından ilk etapta 50-100 kişinin çalışabileceği bu tip yatırımlar ve ileriye dönük istihdam artırımı yapabilecek işlerin hayalini kuruyorum. Bununla ilgili ciddi araştırmalar, fizibilite çalışmaları yapılabilir. Bir ağabeyimizin söylediği bir söz vardır, hoşuma gider. Domaniç ormanlarımızın bize bakan kısmı odun oluyor İnegöl’e bakan kısımları da mobilya oluyor. Bizim derdimiz bu. Orada da kaygımız bu. İlişkilerimizi sıcak tutmaya gayret ediyoruz, arkadaşlarımızı birebir ziyaret ediyoruz. Çeşitli fuarlarda etkinlikler yapmaya gayret ediyoruz, sivil toplum örgütleri ile ilişkilerimiz var. Gerek Belediye Başkanımızla gerek Kaymakamımızla ilişkilerimiz iyi. Bu konuda Kaymakamımız hakikaten çok bilgili çok deneyimli ve aslında ciddi projelerle karşısına gidebilsek önümüzü de çok açacak. Buna kani oldum. Buradan da kendisine teşekkür ediyorum yapıcı tavrından dolayı. Aslında çok güzel oluşmuş bir fırsat var. Bundan yararlanmak lazım. Bu artık bizim elimizde.
M.U.: Son olarak söylemek istediğiniz bişey var mı?
E.E. : Buradan anne babalara seslenmek istiyorum. Çoçuklarınızın hayallerine gülmeyin hatta onların hayallerini gerçekleştirebilmeleri için imkanlar dahilinde fırsatlar oluşturun. Herşey hayalle başlar  unutmayın ve şunu da unutmayın ki  hayal kurmak para ile değil. Çoçuklarınıza vermediğiniz bişeyide onlardan  istemeyin. Siz ne kadar dürüstseniz onlarda o kada r  dürüst olacak. Geleceğimiz olan çoçuklarımıza baskı yapıp doktor,hakim,mühendis, v.s. olmayı değil, insan olmayı öğretin yeter. Onları ne olursa olsun çok sevin, karşılıksız sevmeyi de öğretin.
M.U. : Peki çok teşekkür ediyorum samimi söyleşimiz için.
E.E.: Asıl ben çok teşekkür ederim. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder