08 Nisan 2017

Evetten Hayıra Yahut Hayırdan Evete

Evetten Hayıra Yahut Hayırdan Evete

Bir Bilinç Yolculuğu ve Tercih Macerası


M.Uysal

La ile reddetmeden başka bir şeyi onaylamak sorunludur.

İlk dönemlerde bu sorunun çözümü kolaydı sonra sıkıntılar doğdu.

Şöyle izah edeyim:

İnsan neyi reddettiğini kesin bir bilgiyle ve yaşanmış tecrübeyle bilmeden asla karşısındaki bir şeyi onaylamamalıdır.

Siyasi düzlemde ne olduğunu en son paragrafa bırakacağım.

Dinlerin ilk iniş süreçlerine bakalım önce… Bir elçi geldiğinde, içinde bulundukları durumun neden reddedilmesi gerektiğini izah ettikten sonra onaylanması gerekenin ne olduğunu açıkça dile getiriyordu. Bütün sahte tanrılar reddedilecek ve tek ilah olan kabul edilecek ve kabul edilen tek ilahla birlikte başka tanrılar ortak edilmeyecek. Mesele bu kadar basit. İlk muhataplar açısından sorun yok zira neyi reddettiklerini gayet iyi biliyorlar. Sahte tanrıların ve tuttukları ortakların kendilerine ve toplumlarına ne tür zararlar verdiğini çok derinden yaşamışlar. Reddetmeye karar veren işte bu bilinçle karar veriyor. La ile başlıyor illa ile devam ediyor. Bütün bu kötülük kaynağı sahte tanrıları ve ortakları red ve sonrasında tek ve ortaksız bir tanrıyı onay. Dinin oluşumu böyle başlıyor.

Sonraki nesillerin yaşadığı ise bir onaylanmış süreçte başlıyor. Onlar bir şey reddederek başlamıyorlar. Öncekilerin reddettikleri ile bir sorunları olmamış. Zaten reddettiklerini söyleseler bile bu sadece bir sözden ibaret kalıyor. Yaşanmışlıkları yok, yaşadıkları bir problem yok sahte tanrılarla ve sahte ortaklarla. Doğrudan onay süreci ile başlıyorlar. Onaylamış bir toplumda doğuyorlar. Bir süre sonra reddedilenin bilgisi ortadan kayboluyor ama sahte tanrılar ve ortakları duruyor. Onaylanmış olanla reddedilen birbirine karışıyor. Sorunlar oluşuyor fakat bu sorunların nereden kaynaklandığını çözemiyor insanlar. Zira bu bir onaylama ve red sorunu olarak görünmüyor. Zaten onaylamış olarak doğan insanlar reddedecekleri şeyin bilgisinden de uzak kalıyorlar. Atalarının reddettiği sahte tanrılar ve ortakları kendilerinin sadece onayladığı tek ve ortaksız tanrı fikri ile hiçbir zaman buluşmuyor. Onlar tevhidin sadece onay kısmında kalıyorlar. Tek taraflı bilinç, çalışmıyor. Çalışmıyor zira bilinç tek taraflı çalışmaya devam ettikçe neyin doğru neyin yanlış olduğu fikrinden ziyade sadece doğru varsaydıkları üzerine yoğunlaşıyor. Evet, doğru sadece varsayıma dönüşüyor çünkü bir kıstas noktasından yoksun kalıyor. Sadece onay bilgisi var red bilgisi yok. Bir tanrı kabul ettim o tektir ve ortağı yoktur. Bu durumda tek nedir, ortak nedir, soruları asla sorulmuyor. Reddedilen kısımda bu bilgiler vardı ilk muhataplarda ve görmüşlerdi bunun ne tür sorunlara yol açtığını. Yeni nesil tek taraflı bilgi ile eksik kalıyor. La ilahe illallah cümlesinin sadece dile yansıması ve bir tür dine giriş cümlesi olmaktan ziyade söylendikçe sevaba nail olmak düşüncesi hakim oluyor. Oysa bu cümle bir giriş cümlesidir, var olanı devam ettirme cümlesi değil. Yeni nesil açısından problem burada ya zaten, içine doğduğu bir dine yeniden niye girsin? Oysa Allah bu dine bile isteye, bir tercih olarak girilmesini, teslim olunmasını istiyor. İçinde doğulmasını ve öylece kalınmasını ise tarih yanlışlıyor. Nasıl bir yanlışlama bu peki? Şöyle: Tercih etmediğiniz şey sizin değildir. Sadece grubun tabii bir üyesi muamelesi görürsünüz. Bugün Müslüman toplumlarda karşılıksız kalan ve hatta büyük şaşkınlığa sebep olan tek bir soru var: Ne zaman Müslüman olmaya karar verdiniz yahut ne zaman Müslüman oldunuz? Bu soru önce şaşkınlığa yol açıyor sonra da hakaret edildiği vehmine yol açıyor. Biz Müslüman bir toplumda doğduk ve bir tercih yapmadık. Yani bir şeyi reddedip başka bir şeyi onaylamadık. Sadece onay kısmının çokça tekrarında kaldık.

Zor bir durum.

Yeni nesil seçeneksiz doğuyor. İslam fıtratı üzere doğup Müslüman yapılıyor. Zorla. Evet, zorla. Başka dinleri ve başka tanrıları açıkça tanıma imkanı olmuyor ki, kendi tanrısını onaylayıp diğerlerini reddetsin. Bu bilinç düzeyi ile tercih edilen bir din ile zaten varsayılan değer olarak kalmış bir din aynı sonucu doğurur mu? Asla. O yüzden dinler elçiden sonra hep bir gerileme ve ayrışma yaşarlar. Son din için de kanun aynıdır. Çözüm yolu olarak bizim yok saydığımız ama yaşarken içine düştüğümüz şirkin bilinmesi gerekiyor. Şirkin bilinmesi çok kolaydır Müslüman topluma göre: Puta tapma yeter. Değildir. Put nedir peki? Çeşitli cevaplar gelir ve bu cevapların tamamına yakını ilk dönem örnekleri ile doludur. Oysa onların reddettiği tanrılar ve ortaklar ile bizim yaşadığımız çağdaki tanrılar ve ortaklar çok farklıdır. Bu bilgiye ulaşmadan hangi şeyin sahte tanrı olduğunu nasıl bileceğiz? Çocuklar şöyle öğreniyor: Puta tapma, heykele dikkat et, resme dikkat et, bunları evine sokma. Ama evimize ve kalbimize bu devirde giren heykel ve resimlerin artık hiçbiri tanrı değerinde değildir. Hiçbir heykel veya resim artık tanrı ortağı kabul edilmez yaşadığımız yerlerde. Bu durumda La ilaha illallah, diyen birisi aslında neyi reddetmiş neyi kabul etmiştir? Zaten etrafımızda sahte tanrı veya tanrı ortağı görülmemektedir ilk örneklerdeki gibi. Tamam, öyleyse biz de doğrudan kabul ile başlarız. Allah tek ilahtır ve ortağı yoktur. Emin misiniz?

Bugün tanrılık iddiası ve tanrı ortaklığı iddiası ortadan kalmış mıdır? Reddedilecek şeylerin bilgisi değişse bile kendisi ortadan kalkmış mıdır? Kur’an’da şirk ile ilgili uyarılar neredeyse bütün surelere yayılmıştır ve halen okunmaktadır ama bugün şirk artık tehlike olmaktan uzaktır bize göre. Çok güzel, artık tek affedilmeyecek olan ve en büyük günah olan şirk tehlike değildir ve maça on sıfır önde başlamışızdır. Yahut şöyle bakalım: Bütün elçiler şirki en büyük tehlike olarak kabul edip uyarılarına bununla başlamış ve bununla bitirmişlerdir. Kur’an şirki en başa tehlike olarak koymuştur ve çok büyük yer ayırmıştır. Toplumdaki gerçeğe bakarsanız şöyle bir tablo ile karşılaşırsınız: Artık şirk sadece konu başlıklarından basit bir başlıktır. Çok kolay izah edilir bir meseledir. Hemen birkaç cümle ile izah edilir ve zaten müşrik olmadığı için üzerinde durulmaz. Kur’an’ın gıybet meselesi ile ilgili tek bir ayeti vardır ama şirkten daha fazla önemlidir vaizler için, öğretmenler için, tebliğciler için, hocalar için… Bunun gibi örnekler çok. Kur’an gereksiz yere tevhit ve şirk konusunu üçte bir oranında işlemektedir zira bugün karşılığı yoktur ve o bölümler gereksizdir. Tek bir gıybet ayeti çok önemlidir. Bu önermeleri kendim kurgulamadım, topluma bakarak oluşturdum. Topluma bakıldığında bu önermelerin yanlış olduğunu delilleriyle söyleyin ve ben de bu önermeleri bir iftira olarak hesap defterime kaydedilmiş bulayım.

Diğer dinleri, örneğin Hristiyanlığı, Yahudiliği, Hinduizmi, Şamanizmi vb. dinleri bilmeliyim. Kabaca olsun bilmeliyim. Çocuklarım bilmeli. Neden biliyor musunuz? Müslüman olduklarını söylüyorum onlara ama bir tercih olarak bizzat kendi iradelerini kullanarak bunu tercih etmelerini söylemiyorum. Bir, zaten kendi haline bırakırsam ya davulcu ya zurnacıya gider, çocuk bunlar, diye düşünüyorum. Ne olur ne olmaz, ben Müslüman yapayım da. İki, zaten öğrettiğim din benim de bildiğim bir din değil. Ne duyduysam ve nasıl ibadet ettiysem o kadarını gösteriyorum. Ben, vahiy ile Müslüman olmadım, onların da böyle bir ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Kur’an ile Müslüman mı olunurmuş? Ben söylerim o da bilir Müslüman olduğunu. Ben onun yerine dinini tercih ettim zaten. O kim ki, benim tercihimi beğenmeyecek. Benimkini de atalarım tercih etmişti zaten. Üç, ortada zaten tercih edilecek bir şey yoktur. Yani çocuk, İslam’dan başka seçenek bulamıyor ki. Reddedilecek şeylerin ne olduğu bilgisini onlara sunmuyorum ki. Özgür iradesi ile tercih edeceği bir şey yok ortada. Orada bir bardak su var, git iç. Aslında orada, çay var, rakı var, ayran var, su var, çorba var… Her birinin özelliği şudur, şöyledir… Dilersen öğrettiğim gibi Kur’an’a uyarsın, dilersen hepsini birbirine katarsın, dilersen ayranı, dilersen rakıyı, dilersen zıkkımı tercih edersin. Allah diyor ki elçisine, sen dilediğini doğru yola iletemezsin. Sen ancak gösterirsin, uyarırsın, müjdelersin. O kadar. Ötesi yok. Kişi kendini doğru yola açarsa Allah da onu doğru yola iletir. Kişi kendisini yanlış yola yöneltirse Allah da onu o yolda yalnız bırakır.

Değil mi ama biz çocuklarımızı kendi haline bırakır mıyız? Olmaz. Onlara tek seçenek sunar, onaylatırız. Tam da elçi gibi davranmayız burada. Biz önce iyice öğretip, uyarıp, müjdeleyip bütün gayretimizi ortaya koymayız. Biz son kısmındayız. Önce hidayete erdirir ardından uyarır ve öğretiriz.

Bu konu çok uzun, aslında Kur’an’ın kendisi kadar uzun. Devamını oradan okursunuz.

Siyasi düzlemde bunun başarıldığını görüyorum ülkemde.

İnsanlar öyle bir yaşadılar ki, neye hayır diyeceklerini ve neye evet diyeceklerini çok iyi biliyorlar yaşadıkları tecrübelerden. İki taraf için de bunu açık olarak söyleyebilirim. Hayır diyenler, neyi istemediklerini biliyorlar. Evet diyenler, neyi reddettiklerini biliyorlar. Öğrendiler. Günlerce kafa yordular. Ceplerine ne kadar etki edeceğine kadar bütün kılcal damarlarıyla öğrendiler. Neden? Çok yakın bir etki gördüler de ondan.

Sahi cehennem ve cennet çok mu uzak bir vaat?





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder