OYUN ZAMANI
Osman Said Demiryılmaz
“Hadi inin bakalım, oyunumuza başlayalım” “Ali, pabucu yarım, çık dışarıya oynayalım” seslerini duyunca koşardık bahçeye, hatta “Oynamak isteyen elime mum diksin!” sözünden sonra arkadaşımızın eline parmağımız ile mum dikebilmek için yarışırcasına, annemizin asla bahçeye göndermediği pantolonumuz ile koşardık çoğu zaman. Oyuna zamanında dâhil olabilmek kazanılacak en önemli başarıydı o an itibariyle… Eee… Ne de olsa ucunda sonradan oyuna dâhil olup sayışmaya katılmadan doğrudan ebe olmak vardı. Sayışmak, o da başka güzellik tabii… Bazen katkı maddeli patates cipsleri yerine; portakalı soyarsın, bazense abur cubur (fastfood) alışkanlığımızdan, çikolata hayranlığımızdan unuttuğumuz dolaptaki pekmezi hatırlarsın! Tekerleme deyip geçmeyin, lütfen. Kelime hazinesi kısıtlı, birkaç kelime ile günlük hayatını idare eden, hatta bu kullandığı kelimeleri bile kısaltma ihtiyacı hisseden bir gençlikle karşı karşıya olduğumuzu düşünürsek bu tekerlemelerin neler ifade ettiğini daha iyi anlayabiliriz sanırım. Çocuklarımız giderek uzaklaşıyor bizim kültürel değerlerimizden, oyunlarımızdan… Neler mi kaybediyoruz? Önce dilimizi, sonra kültürümüzü, yetmedi Türk olmaya özgü değerlerimizi, hatta çocuklarımızı kaybediyoruz desek abartmış olmayız sanırım.
Hatırlar mısınız? Bir zamanlar bizim oynadığımız ama şimdi nedense bir anda unuta-geldiğimiz geleneksel çocuk oyunlarımız vardı; Mendil Kapmaca, tombik, seksek, ip atlama, Çamurda çivi(Tığ), Çelik-Çomak, Dokuztaş, Köşe kapmaca, Arakesti, Birdirbir, Güvercin Taklası, Balık Ağı, Alkuç-Balkuç, Beştaş, Çatlak-Patlak, El el epelek, Esir, Yakan top, ve daha neler neler… Şimdi nerede kaldı bu oyunlarımız? Ne değişti de unuttuk, yabancılaştık bu geleneksel oyunlarımıza?
Oysa bakın şimdilerde internet başında değişik tuzaklar, silah vb. araçlar kullanarak birbirleriyle mücadele eden çocuklarımız, bedensel olarak hiçbir hareket içermeyen, isimleri içerikleri çoğu zaman yabancı dil kullanılarak hazırlanmış, sanal oyunların başında zaman geçiriyorlar. Uzun süreli bilgisayar başında kalmaları nedeniyle sosyalleşme güçlükleri çektikleri gibi bunun yanında obezite, eklem rahatsızlıkları, gözlerde ve bedensel yapılarında bozulma gibi birçok rahatsızlığa da zemin hazırlamış oluyorlar. Bunun yanı sıra çocuklar bedensel olarak hareket etmedikleri ve biriken enerjilerini tam olarak atamadıkları için birikmiş durağan (statik) enerjilerin, yansımalarını anne-baba ve öğretmenlerin saygısızlık, itaatsizlik diye atlandırdıkları, aşırı hareketlilik olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Bu da ailede ve okulda huzursuzluklara neden olabilmekte, çocukların iletişim sorunları yaşamalarına, kırıp dökme, dışlanma, şiddete başvurma gibi davranış sorunları ortaya çıkarmalarına neden olabilmektedir. Bu nedenle çocukların temiz havada, spor yaparak eğlenmelerine, enerjilerini doğru yönlendirebilmelerine ihtiyaçları vardır. Bunun bu yaş çocuklarında en güzel gerçekleştirme yöntemi de oyunlarımızdır. Buna bağlı olarak Milli Eğitim bünyesinde birbirine benzer birçok çalışma yapılmış, 2009-2010 yıllarında bu bağlamda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çıkarılan Çocuk Oyunları kitabı yayınlanmış, okullara dağıtılmış ve bu yıl da müfredatta yapılan değişiklikler ile çocuklarımızı geleneksel çocuk oyunlarımızı öğrenmeye ve oynamaya teşvik etmiştir. Bir öğretmen olarak bize düşen de çocukken zevkle oynadığımız ve inanın -bir sınıf öğretmeni olarak yaşadıklarımı ifade ediyorum- oynadığımız zaman çocuklarımızın zevkle katıldığı geleneksel çocuk oyunlarımızı yaşatmaktır. Bu amaçla kurulmuş Çocuk Oyunları Spor Kulüpleri Konfederasyonu (ÇOSKK), başta Milli Eğitim Bakanlığı, Valilikler, Kaymakamlıklar, yerel yönetimler gibi çocuklarımızın geleceğini düşünen birçok kurumun da desteğiyle bu konuda çalışmalar yapmakta ve turnuva, çocuk oyun ligleri, Türkiye şampiyonaları vb. faaliyetler düzenleyerek geleneksel çocuk oyunlarımızı sevdirmeye, özendirmeye, tanıtmaya ve teşvik etmeye çalışmaktadır. Umarım bu konuda yapılan çalışmalar bazı alışkanlıkların değişmesinde fayda sağlar.
Düşünün bir kere mücadele ise; bizim geleneksel çocuk oyunlarımızda en kıyasıya mücadele var, hem de karşımızdakini kırmadan, rencide etmeden. Taktik ve Yaratıcılık ise mevzû; fazlasıyla mevcut! Silah, tuzak, şiddet yok! Çomağımızla çelikten çıkarıyoruz hıncımızı, Mendil ile, Enek ile, Tombiğimiz ile mücadele ediyoruz. Rakibimizle başlama önceliğini kura ile değil sayışarak sonuçlandırıyoruz. “Aldım, verdim, ben seni yendim. Alamazsın, veremezsin, sen beni yenemezsin!” Kurallara uyarken, taktik geliştiriyor, zihnimizi ve bedenimizi kullanmayı öğreniyoruz, sınırlarımızı görüyoruz. Dostluğu yaşarken, paylaşmayı öğreniyoruz. Sadece çocuklarımız için değil her yaşta geleneksel oyunlarımıza katılmanın coşkusuna ortak oluyor, obeziteden, şiddete eğilimden uzaklaşıyoruz.
Haydi, şimdi oynamak isteyenler elime mum diksin. Aldım verdim yapalım, tekerlememizi sayalım, Oooo eveleme develeme, Deve Kuşu kovalama, Alçık balçık, sen öne çık, çık çıkalım oyuna, el verelim komşu oğluna, Sevinme daha yenmeden, Mızıkçılık etmeden, oynayalım oyunumuzu, kuralım dostluğumuzu…
Başlasın her şey mendil hakeminin ayağını yere vurmasıyla, koşalım barış mendiline azimle! Aman yakalanma e-BE’ye… Dikkat edelim, yakar değecek toplar bizim oyunumuzda, ama durmak, pes etmek yok, güvenle azimle koşalım geleceğe…
Oyunlarımıza daldıkça unuturuz bazen akşamın olduğunu, biz de unuttuk satırlarımızın dolduğunu… Aç kapıyı bezirgân başı, şimdi, oyun zamanı…
Osman Said DEMİRYILMAZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder