17 Nisan 2013

EDEB YA HÛ!

EDEB YA HU! 
 Osman Said DEMİRYILMAZ
Bir levha ilişti elime, maziyi anan bir levha… Okuduk ki ne âlâ… Osmanlı Türkçesinin sırlarıyla gizli bir kapıdan geçmekmiş murad… Bu kapıdan geçenler tarikat terbiyesini alanlara intikal eder, bir bakıma bu kapının kurallarını benimsedikleri gösterirlermiş. Her şey bu kelimelerle başlar, yine bu kelimelerin sırrına ermekle son bulurmuş. “ Edeb Ya Hu!”
Önceleri tasavvuf düşüncesinde başlayan bu sır, sonrasında bir düstur olarak kalmış dimağlarda… Adeta bir hayat felsefesi olmuş, evlerin, ibadethanelerin, dükkânların, hanların insanla şenlenen birçok mekânın duvarlarında… ”Edeb Ya Hu!” Hem de öyle bir yazılmış ki, Celi sülüs yahut Talik hattıyla, çevresinde tezhip sanatının inkişafatı ile bezemlerle, işlemelerle ve daha bin bir çeşit süslemelerle… Levhaya verilen değer gösterilircesine… “Edeb Ya Hu!” Tasavvuf düşüncesinin bir yansıması olarak kültürümüze girmiş. Bu kelimeleri anlamak, hayatı anlamanın anlamı olmuş. Lakin unutur olmuşuz ne vakittir. Edeb Ya Hu ile başlamayı… Bir Mevlevi dervişine hitaben mürşidin ağzından dökülen bu sırra nedense uzak kalmışız ne zamandır. Biraz da okuyamayınca yazılanları… Merak da etmemişiz hani… Sikke şeklinde yazılan bu hattın etrafına da şu yazılırmış;
Ehl-i irfân arasında aradım kıldım taleb,
Her hüner makbûl imiş illâ edeb, illâ edeb.


Önceleri tarikat ehlinin tavrı olarak başlayan bu sır, sonra içerdiği geniş mana sayesinde önemli bir hayat düsturu haline gelmiştir. Tasavvufta her şey aslında edeb ile başlar. Edebi muhafaza etmek nefis terbiyesinin başlangıcıdır. Sufî kendini terbiye ile edebe aykırı hareketten kaçarak terakki eder, yükselir. Bu kendine mürşit –yol gösterici- arayan herkesin ilk düsturu olmalıdır. Aranan her hünerin içinde en önemli aşamanın edeb olduğu fark eden her çırak, derviş, talebe ya da adı her neyse Arayan kişi, anlar ki edebe uyduğu müddetçe doğru istikameti bulması çabuklaşacaktır. Talebe talep ettiğine, çırak ustalığa, derviş mürşitliğe uzanan yolda aradığını bu sırda bulup, en önemli aşamayı geride bırakmış olacak! “Edeb Ya Hu!” tasavvuf aynasından topluma yansımış en öz damladır.
Edeb, bazen söylenen sözün manasını aşmamasıdır. Edeb, bazen bir sofra adabını bilmektir. Edeb, bazen satırlarda yazılan kelimelerin özenle seçilmesidir. Edeb, bazen sırrını sakladığın dostuna vefa göstermektir. Edeb, bazen haddini aşmamaktır. Edeb, bazen sırf size verdikleri emek için, bir gülümseme için, affedebilmektir. Edeb, bazen yanlışa meyledeni kırmadan uyarabilmektir. Edeb, bazen sizden evladınıza süzülen bir hakikat dersidir. Edeb, bazen yaradılış gayesinin farkına varabilmektir.
Günlük hayatımızdaki adab-ı muaşeret dediğimiz görgü kurallarından tutun da bir işi hakkıyla yapmaya varıncaya kadar bu düstur en güzel istikamet olur insana… “Edeb Ya Hu!” Edeb, kelimesi de zaten Eline, Diline, Beline sahip olmak ile belirtilen Hacı Bektaş-ı Veli terbiyesinin başıdır, özüdür. Bundandır Yunus der ki;
Edebim el vermez,   Edebsizlik edene,   Susmak en güzel cevap,   Edebi elden gidene…
Kısacası halden kâle, giyimden kuşama, yemeden içmeye, ilk dersten son derse, besmeleden hamde, Hak dostunun nefesinden, ustanın püf noktasına, öğretenin maharetinden, talebenin hakikat aşkına her şey muhtaçtır edebe… Koyunun kuzusuna, annenin yavrusuna, Öğretmenin öğrencisine, Ustanın çırağına, Mürşidin dervişine göstereceği en güzel derstir; “Edeb Ya Hu!”
Edeb, Hû’ya, yani asıl varış noktasına ulaştı mı, artık dünyada gam keder işlemez, ateş yakmaz, dert sarsmaz, düşman korkutmaz, fakirlik olmaz, ruh doyumsuz kalmaz. Olmadı mı Edeb, olmadı mı sır Ya Hû’dan, elde-dizde takat kalmaz, çatapat bile korku yayar kalbe, ruh sıkılır, dert tasa yaren olur, kalpte yaralar azar, tükenir insan azar azar…  
Günümüz insanlarının da aslında en fazla muhtaç olduğu düstur bu iken, bizden gizlenen ortak geçmişimizde atalarımız, Türk-İslam senteziyle öyle güzel harmanlamışlar ki bu sırrı, hayatlarını ona göre yaşamak çabasına dalmışlar. Ne de olsa doğduğu evin duvarında gördüğü bu levha ile başlamış yaşamları… Sonra eğitim aldığı medresenin duvarında, terbiyesini aldığı tekkenin kapısında, çırak olduğu ustasının hünerinde, dostunun nasihatinde, büyüğünün öptüğü elin işaret ettiği yolda… Hep bu söz var atalarımızın hayatlarında… “Edeb Ya Hu!” Ne zaman ki unutula gelmiş bu sır, anne-babanın değeri azalmış, büyüğe saygı unutulmuş, ustaya, öğretene, hocaya, öğretmene vefa kalmamış, dosta değer kaybolmuş… Aramayın başka yerde! Tüm kaybettiklerimiz, hatta dilimiz, bu Osmanlıca yazılan hattın Arabî harflerinde, etrafındaki aruz veznindeki beyitte, bu sırda gizli; “Edeb ya hu!”
Evvelce insanımızın düstûru bu sırken, şimdi neden dirilmesin yeniden. Yazalım evimizin, dükkânımızın duvarına, daha da önemlisi ruhumuza, aklımıza… “Edeb Ya Hu!”
“Edeb Ya Hu!”

Osman Said DEMİRYILMAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder