İNANMANIN
GÜCÜ…
İnanmak!
Gerçek
olduğunu bilmese bile zihninde gerçek olduğuna inandığı birçok tahayyül taşır
insan! Hayatımızdaki pek çok davranışımızın altında aslında içimizdeki inancın
izleri hüküm sürer. Bir hasta doktorun verdiği ilaçların kendine iyi geleceğine
ne kadar inanırsa, o kadar hızlı iyileşir veya bir öğrenci ne kadar çalışmışsa,
o kadar emin olur; üst notlardan birini alacağına… Bu da onu çalışmaya teşvik
edip daha fazla motive eder (devindirir). Veyahut inanan bir sporcu inancının
mükâfatını başarısıyla alır.
İnanma insan
psikolojisinin derin ve ayrılmaz bir parçasıdır. Hayatımızdaki pek çok hüküm ve
davranışlarımız bizim inanç temellerimize dayanır. Bir bakıma “Dervişin fikri
neyse, zikri de odur” sözünü doğrular mahiyette, inanmadığımız olguları
gerçekleştirmekte zorlanan bir yaratılışa sahibiz. Bu bakımdan inanç bizim
yaşantılarımızda sorgulanması gereken bir olgudur. İnanmak denince sadece dini
inanışlar akla gelmemelidir. Bir varlığın yapılışına yaradılışına şahit olan
birinin bu var oluşu tasdiklemesi de, bir sporcunun yetilerinin farkına varıp
başaracağını öngörmesi de bir inanıştır. İnanma kelimesi tam anlamıyla olmasa
da bağlılık anlamına da gelmektir. Bir şeye yürekten bağlanmak ona inanmaktır,
ona iman etmektir. Dini inanışlarda bu bağlılık ve inanç, kutsal öğelere veya
ilah olarak kabul edilene olur.
Yıllar
önce okuduğum ve çok istifade ettiğim bir kitap şunu söylüyordu satırlarında;
İnanma fenomeni (görüngüsü) insanın temel varlık fenomenlerinden birdir. Birçok
felsefe öğretisinde insan, “hemo kredo” olarak tanımlanır. Yani “İnançlı” bir
varlık olarak anlatılır. Dolayısıyla inanmanın insanın yaşantısında yeri
büyüktür. Bir başka deyişle insan inanmadığı sürece insani vasıflarının farkına
varamayabilir. İnanmayı kısıtlamak veya yok etmek insani duyguları kısıtlamak
veya insanı yok etmek anlamında algılanabilir. İnsan beklemediği, bir kenara
itildiği durumlarda pesimist (kötümser) duyguların ağırlığı altında hiçbir şeye
inanmadığını söyleyebilir. F.Nietzsche (1844-1900), bu gibi insanlara pratik
pesimist adını vermiştir. Fakat bu insanların davranışlarını ayrıntılı bir
şekilde incelersek onların bu anlık serzenişlerinin, inançsızlıklarının
sınırsız olmadığını ve onları hayatta tutan herhangi bir şeye inandıkları
görülür. İnsanın doğası itibari ile “hiçbir şeye inanmaz” gibi görülen
insanların bile bilinçli veya gayri ihtiyari bir şeye inanırlar. Bu inanç ne
olursa olsun insanı yaşamsal olarak ayakta tutan önemli olgulardan biridir.
İnsanı
diğer canlılardan ayıran en büyük etkenlerden biri de düşünme yetisidir. İnsan
bu kendine has özellik ile inancın gerektirdiği mantık yürütme fonksiyonuna
entegre edebileceği gibi tam zıttı olan mantıksal yaklaşımlarla inanmayı
reddetme çabasına da girişebilir. Ancak bu reddedişin altında bile bir
“inançsızlığa inanış” mevcut gibi görünüyor. Çünkü insan, insanlık tarihinin
başlangıcından itibaren bir şeylere inanma tapınma özlemiyle yaşamıştır.
İnsanlık tarihinin her döneminde birbirinden farklı da olsa sürekli kesintisiz
bir inanış söz konusudur. İnsanoğlu ilkel de olsa, gelişmiş (medenî) de olsa
tarih boyunca kendisinden daha üstün ve kutsal kabul ettiği bir güç ve varlığa
inanmış, tapınmış. Tarihî araştırmalar da bunu teyit etmekte, her yeni araştırma
ile bir kez daha gözler önüne sermektedir. Yapılan bazı kazılarda ilkel
insanların yaşayışlarının bile inanç unsurları içerdiği tespit edilmiş. Mesela
ölülerin gömülmesi sırasında cesetlerle birlikte taş aletlerin de konulması
öldükten sonra bir yaşamın varlığına olan inancın ürünü olmakla birlikte,
ölülerin gömüldüğü yerlerde sarıya yakın, kırmızımsı boyaların bulunması da
dini ayinlerle defin işleminin gerçekleştirildiğinin bir göstergesidir.
İspanya’da M.Ö. yaklaşık 33000 yıl öncesine ait kalıntılarda dini inanışları
sembolize eden işaretlerin bulunması insanoğlunun en eski olgularından birinin
tapınma olduğunu anlatır. Tapınmanın da bir inanç ile var olabileceğinden yola
çıkılırsa insan ile inanç arasında bağlantının ne kadar uzun süreden beri var
olduğunu anlaşılır.
Kutsal
kitaplardan biri olan Tevrat’ta; “Tanrı Âdem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam
soluğunu üfledi.” (Tevrat, Yar.2:7) yazılıdır. Kutsal kitaplara göre Hz. Âdem
ilk insan olmakla birlikte ilk inancın da temsilcisidir. Hz. Âdem (veya
İngilizce Adam) şöyle dua eder; “Bana sağduyu ve bilgi ver, çünkü inanıyorum
buyruklarına.” (Zebur, Alef. Mez.119:66) Nitekim kutsal kitapların sonuncusu,
bir bakıma son ve genişletilmiş baskısı olan Kur’an-ı Kerim’de enbiya ve evliya
kıssaları ile sanki inancın bir panoraması çizilmektedir. Mesela Hz. İbrahim
şöyle yakarır; “…Allah’a ve âhiret gününe inananlarını çeşitli nimetlerle
rızıklandır…” (Bakara:126). Kutsal kitapların indiriliş amacında bile
inanmak esastır. Mesela Kur’an, Araf Suresi 2. ayette “Bir kitaptır bu sana indirildi,
onunla uyarıda bulunasın diye ve inananlar için bir öğüt ve düşündürme olarak…”
diye öğütler. Bununla birlikte “Eğer inanan insanlarsanız bu sizin için daha
hayırlıdır” (Araf:85) şeklinde inanmaya birçok vurgu yapılmıştır. Ayrıca
Kur’an, Nisa Suresinin 29. ve 71. , Maide Suresinin 54. , Enfal Suresinin 27.
ve 45. , Tevbe Suresinin 28. , Hucurat suresinin 11. , Cum’a Suresi 9.
ayetlerinde olduğu gibi “Ey inananlar”
diye hitap etmeyi tercih ederek, bir topluluk vurgusu yapmaktadır. İnanmayı
kutsal dinlerin temeli sayarsak günümüz gerçeğinde ne kadar önem taşıdığı da
anlaşılır.
Nitekim
insan, önceden getirdiklerine sonradan aklı ile katkı yapabilme yetisine sahip
bir donanımda hâlk edilmiştir. Bu bakımdan içinde getirdiği inanç tohumlarını
dünya tarlasında ortaya koyup filizlendirme çabasına gitmesi daha itidal
olabilecek yoldur. İnsanın içinde gizlediği o büyük gücün aslında ona
bahşedilen o muhteşem inanç potansiyelinde gizli olduğunu düşünmek takdir
edersiniz ki ahmaklık olmaz. Bugün bütün dünyayı kasıp kavuran NLP gibi kişisel
gelişim furyasının arkasındaki mantık ta budur zaten! Kişisel gelişim önce
insanın kendisini keşfetmesi ile başlar. İnsan nasıl yaratıldığını bilir,
bedenini, aklını, diğer bütün azalarını nasıl doğru kullanması gerektiğini
keşfederse, yeteneklerini geliştirip inkişaf ettirebilir. Antony Robins’in en
çok satan kitaplarından birinin ismi bunu en güzel şekilde özetliyor zaten;
“İçinizdeki Devi Uyandırın”! Bu arada söz açılmışken bahsedelim insan bedeninin
fizyolojik yapısına bakıldığında adrenalin sayısındaki artışın insanın gücüne
doping (uyarıcı) etkisi yaparak nasıl katkıda bulunduğu gözlenebilir. Muhtaç
olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur. Bunun milliyetçilikle
hiçbir alakası yok, inanan millet her zaman kazanır. İnanıyorsanız galipsiniz.
Bakın söz üstadı Necip Fazıl ne der bize;
Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.
(NFK)
Eğer yetilerinize uygun
inançların peşinden koşuyorsanız ve bunun için bir şeyleri feda etmeyi gözden
çıkarmışsanız, emin olun başarıya ulaşırsınız. Unutmayın kazandıklarınızın
değeri; kaybettiklerinizle ölçülür.
“Ey müminler gevşemeyin, mahzun
olmayın. Siz eğer (gerçekten) inanıyorsanız, (düşmanlarınıza galipsiniz ve
onlardan) üstünsünüz.” (Al-i İmran/139)
Başarmak zor değil, yeter ki
insan inandığında neler yapabileceğini fark edebilsin.
Osman Said DEMİRYILMAZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder