02 Ağustos 2013

İnanmanın Gücü


      İNANMANIN GÜCÜ…
Osman Said DEMİRYILMAZ

İnanmak!

Gerçek olduğunu bilmese bile zihninde gerçek olduğuna inandığı birçok tahayyül taşır insan! Hayatımızdaki pek çok davranışımızın altında aslında içimizdeki inancın izleri hüküm sürer. Bir hasta doktorun verdiği ilaçların kendine iyi geleceğine ne kadar inanırsa, o kadar hızlı iyileşir veya bir öğrenci ne kadar çalışmışsa, o kadar emin olur; üst notlardan birini alacağına… Bu da onu çalışmaya teşvik edip daha fazla motive eder (devindirir). Veyahut inanan bir sporcu inancının mükâfatını başarısıyla alır.

İnanma insan psikolojisinin derin ve ayrılmaz bir parçasıdır. Hayatımızdaki pek çok hüküm ve davranışlarımız bizim inanç temellerimize dayanır. Bir bakıma “Dervişin fikri neyse, zikri de odur” sözünü doğrular mahiyette, inanmadığımız olguları gerçekleştirmekte zorlanan bir yaratılışa sahibiz. Bu bakımdan inanç bizim yaşantılarımızda sorgulanması gereken bir olgudur. İnanmak denince sadece dini inanışlar akla gelmemelidir. Bir varlığın yapılışına yaradılışına şahit olan birinin bu var oluşu tasdiklemesi de, bir sporcunun yetilerinin farkına varıp başaracağını öngörmesi de bir inanıştır. İnanma kelimesi tam anlamıyla olmasa da bağlılık anlamına da gelmektir. Bir şeye yürekten bağlanmak ona inanmaktır, ona iman etmektir. Dini inanışlarda bu bağlılık ve inanç, kutsal öğelere veya ilah olarak kabul edilene olur.
            Yıllar önce okuduğum ve çok istifade ettiğim bir kitap şunu söylüyordu satırlarında; İnanma fenomeni (görüngüsü) insanın temel varlık fenomenlerinden birdir. Birçok felsefe öğretisinde insan, “hemo kredo” olarak tanımlanır. Yani “İnançlı” bir varlık olarak anlatılır. Dolayısıyla inanmanın insanın yaşantısında yeri büyüktür. Bir başka deyişle insan inanmadığı sürece insani vasıflarının farkına varamayabilir. İnanmayı kısıtlamak veya yok etmek insani duyguları kısıtlamak veya insanı yok etmek anlamında algılanabilir. İnsan beklemediği, bir kenara itildiği durumlarda pesimist (kötümser) duyguların ağırlığı altında hiçbir şeye inanmadığını söyleyebilir. F.Nietzsche (1844-1900), bu gibi insanlara pratik pesimist adını vermiştir. Fakat bu insanların davranışlarını ayrıntılı bir şekilde incelersek onların bu anlık serzenişlerinin, inançsızlıklarının sınırsız olmadığını ve onları hayatta tutan herhangi bir şeye inandıkları görülür. İnsanın doğası itibari ile “hiçbir şeye inanmaz” gibi görülen insanların bile bilinçli veya gayri ihtiyari bir şeye inanırlar. Bu inanç ne olursa olsun insanı yaşamsal olarak ayakta tutan önemli olgulardan biridir.
            İnsanı diğer canlılardan ayıran en büyük etkenlerden biri de düşünme yetisidir. İnsan bu kendine has özellik ile inancın gerektirdiği mantık yürütme fonksiyonuna entegre edebileceği gibi tam zıttı olan mantıksal yaklaşımlarla inanmayı reddetme çabasına da girişebilir. Ancak bu reddedişin altında bile bir “inançsızlığa inanış” mevcut gibi görünüyor. Çünkü insan, insanlık tarihinin başlangıcından itibaren bir şeylere inanma tapınma özlemiyle yaşamıştır. İnsanlık tarihinin her döneminde birbirinden farklı da olsa sürekli kesintisiz bir inanış söz konusudur. İnsanoğlu ilkel de olsa, gelişmiş (medenî) de olsa tarih boyunca kendisinden daha üstün ve kutsal kabul ettiği bir güç ve varlığa inanmış, tapınmış. Tarihî araştırmalar da bunu teyit etmekte, her yeni araştırma ile bir kez daha gözler önüne sermektedir. Yapılan bazı kazılarda ilkel insanların yaşayışlarının bile inanç unsurları içerdiği tespit edilmiş. Mesela ölülerin gömülmesi sırasında cesetlerle birlikte taş aletlerin de konulması öldükten sonra bir yaşamın varlığına olan inancın ürünü olmakla birlikte, ölülerin gömüldüğü yerlerde sarıya yakın, kırmızımsı boyaların bulunması da dini ayinlerle defin işleminin gerçekleştirildiğinin bir göstergesidir. İspanya’da M.Ö. yaklaşık 33000 yıl öncesine ait kalıntılarda dini inanışları sembolize eden işaretlerin bulunması insanoğlunun en eski olgularından birinin tapınma olduğunu anlatır. Tapınmanın da bir inanç ile var olabileceğinden yola çıkılırsa insan ile inanç arasında bağlantının ne kadar uzun süreden beri var olduğunu anlaşılır.
            Kutsal kitaplardan biri olan Tevrat’ta; “Tanrı Âdem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi.” (Tevrat, Yar.2:7) yazılıdır. Kutsal kitaplara göre Hz. Âdem ilk insan olmakla birlikte ilk inancın da temsilcisidir. Hz. Âdem (veya İngilizce Adam) şöyle dua eder; “Bana sağduyu ve bilgi ver, çünkü inanıyorum buyruklarına.” (Zebur, Alef. Mez.119:66) Nitekim kutsal kitapların sonuncusu, bir bakıma son ve genişletilmiş baskısı olan Kur’an-ı Kerim’de enbiya ve evliya kıssaları ile sanki inancın bir panoraması çizilmektedir. Mesela Hz. İbrahim şöyle yakarır; “…Allah’a ve âhiret gününe inananlarını çeşitli nimetlerle rızıklandır…”  (Bakara:126).  Kutsal kitapların indiriliş amacında bile inanmak esastır. Mesela Kur’an, Araf Suresi 2. ayette “Bir kitaptır bu sana indirildi, onunla uyarıda bulunasın diye ve inananlar için bir öğüt ve düşündürme olarak…” diye öğütler. Bununla birlikte “Eğer inanan insanlarsanız bu sizin için daha hayırlıdır” (Araf:85) şeklinde inanmaya birçok vurgu yapılmıştır. Ayrıca Kur’an, Nisa Suresinin 29. ve 71. , Maide Suresinin 54. , Enfal Suresinin 27. ve 45. , Tevbe Suresinin 28. , Hucurat suresinin 11. , Cum’a Suresi 9. ayetlerinde olduğu gibi  “Ey inananlar” diye hitap etmeyi tercih ederek, bir topluluk vurgusu yapmaktadır. İnanmayı kutsal dinlerin temeli sayarsak günümüz gerçeğinde ne kadar önem taşıdığı da anlaşılır.
            Nitekim insan, önceden getirdiklerine sonradan aklı ile katkı yapabilme yetisine sahip bir donanımda hâlk edilmiştir. Bu bakımdan içinde getirdiği inanç tohumlarını dünya tarlasında ortaya koyup filizlendirme çabasına gitmesi daha itidal olabilecek yoldur. İnsanın içinde gizlediği o büyük gücün aslında ona bahşedilen o muhteşem inanç potansiyelinde gizli olduğunu düşünmek takdir edersiniz ki ahmaklık olmaz. Bugün bütün dünyayı kasıp kavuran NLP gibi kişisel gelişim furyasının arkasındaki mantık ta budur zaten! Kişisel gelişim önce insanın kendisini keşfetmesi ile başlar. İnsan nasıl yaratıldığını bilir, bedenini, aklını, diğer bütün azalarını nasıl doğru kullanması gerektiğini keşfederse, yeteneklerini geliştirip inkişaf ettirebilir. Antony Robins’in en çok satan kitaplarından birinin ismi bunu en güzel şekilde özetliyor zaten; “İçinizdeki Devi Uyandırın”! Bu arada söz açılmışken bahsedelim insan bedeninin fizyolojik yapısına bakıldığında adrenalin sayısındaki artışın insanın gücüne doping (uyarıcı) etkisi yaparak nasıl katkıda bulunduğu gözlenebilir. Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur. Bunun milliyetçilikle hiçbir alakası yok, inanan millet her zaman kazanır. İnanıyorsanız galipsiniz. Bakın söz üstadı Necip Fazıl ne der bize;

Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.  (NFK)

Eğer yetilerinize uygun inançların peşinden koşuyorsanız ve bunun için bir şeyleri feda etmeyi gözden çıkarmışsanız, emin olun başarıya ulaşırsınız. Unutmayın kazandıklarınızın değeri; kaybettiklerinizle ölçülür.
“Ey müminler gevşemeyin, mahzun olmayın. Siz eğer (gerçekten) inanıyorsanız, (düşmanlarınıza galipsiniz ve onlardan) üstünsünüz.” (Al-i İmran/139)
Başarmak zor değil, yeter ki insan inandığında neler yapabileceğini fark edebilsin.


Osman Said DEMİRYILMAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder