11 Ağustos 2015

Münafık Toplumdan Çok Kutuplu ve Uyumlu Topluma

Münafık Toplumdan Çok Kutuplu ve Uyumlu Topluma
Mustafa Uysal

Toplum bilimciler ve devleti yönetenler tarafından yüz yıla yakın bir süredir toplumsal kutuplaşmanın ne kadar kötü bir durum olduğu ısrarla anlatıldı ve bu durum engellenmeye çalışıldı… Çalışıldı, diyorum ama bakmayın böyle bir gayret içinde olduklarına. Aslında bu kutuplaşma hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmez böyle bir tehlike bile belirmez modern toplumda. Zira modern toplum özünde münafık bir toplumdur. (Dine ait bir kavramı esas aldığımın farkındayım zira sadece “iki yüzlü” demek anlatmak istediğim durumu karşılamayacaktır.) Toplumsal kutuplaşma aynı zamanda bir çatışmayı da beraberinde getirecektir ki, bu da toplumun yönetilemez bir hal almasını ve toplumsal yapının bir kaosa dönüşmesi sonucunu getirecektir.

Peki, böyle mi olmuştur pratikte?

Hayır. Asla böyle olmamıştır. Türk toplumunun son bir asrını konuşuyorsak asla böyle bir şey olmamıştır. Türk toplumu özünde hiçbir zaman kutuplaşamamıştır.
Sayılabilecek hatta çatışmanın zirvesini görmüş kutuplaşma örnekleri diye verebileceğiniz durumlar bile bir kurgudur ve iki tarafta da toplum yoktur. Sağ sol çatışması yahut kutuplaşması var diyebilirsiniz. Yoktu. Basit bir kurgusal yapı ortaya çıktı ve taraflar çatıştı. Ortada sağ toplumu diye bir toplum, sol toplumu diye bir toplum yoktu. Suni bir gündem üzerinden oluşmuş iki cephe vardı ve onlar çatıştılar. Örneğin bu ülkede hiçbir zaman Türk-Kürt çatışması veya kutuplaşması yaşanmamıştır. Alevi-Sünni kutuplaşması da yaşanmamıştır. Çatışma deseniz, evet olaylar olmuştur ve iki taraf birbirine şiddet uygulamıştır. O ayrı.

Cumhuriyetten beri ortada toplumlar olamamıştır ki, toplumsal kutuplaşma olabilsin. Bir kutuplaşmadan bahsedebilmek için önce en azından iki tarafın olması gereklidir. Modern zamanlar münafık bir toplum yapısı ortaya çıkarmıştır. Toplumlar kendi değerlerini ortaya koymak yerine ya zorlandıkları yahut özendikleri değerleri benimsemişler ve yaşamaya çalışmışlardır. Örneğin laik-anti laik kutuplaşmasından söz edilemez Türk toplumu için. Zira ne laikler bir kutup oluşturacak çoğunluğa sahiptir ne de anti laikler bir kutup oluşturacak cesarete. Her iki taraf da yerine göre münafıkça bir tavrın içinde hapsolmuşlardır. Gerçi laik kesimin daha çok hükmeden taraf olduğunu ve dominant kanadı temsil ettiğini söyleyebiliriz ancak bu onların bir kutup oluşturduğu anlamına gelmez.

Gelelim yeni duruma…

Ak Parti iktidarının toplumu daha çok böldüğü ve kutuplaştırdığı iddiaları neredeyse akademik bir ayin halinde ifade edilir hale geldi. Kendi tezim açısından baktığımda, keşke öyle olabilseydi, diyorum. Ne yazık ki ortada hala münafık bir toplum var. Kim kimdir ve kim kime dâhildir hala belli değil. Bununla bir çatışma ortamı istediğimi çok rahatlıkla söyleyebilirsiniz ki, sosyoloji bunu gerektiriyor. Yani sosyolojinin kuralı böyle… Bir yerde toplumsal ayrışma ve kutuplaşma varsa ardından içe kapanma ve çatışma da var olacaktır, der bilim. Gerçek bir ayrışma bunu mu gerektirir her zaman? Sanmıyorum.

Bütün toplum katmanlarının ve toplumsal aktörlerin kendini gizlediği ve aslını ancak kendi alanında yaşatmaya çalıştığı, içten içe de kendinden olmayana diş bilediği, devlet gücüyle ancak kontrol altında tutulan bir münafık yapıdan söz ediyoruz bugün. En sağlıksız yapı da aslında bu yapıdır. Türk toplumu için ulus devletimiz, yüzde doksan sekizi Müslüman, tanımını yapıp bırakmıştır. Elbette yüzde yüzü de Türk(!) Sizce Türk ve Müslüman olanları da dâhil olmak üzere münafık olmaktan başka şansı var mıdır insanların? Her ayrım bir tehdit olarak algılanmış ve gereği (!) yapılmışsa ve bu şiddetle uygulanmışsa elbette hayır. Artık ne Alevi vardır ne Yahudi ne Hıristiyan ne Ermeni ne de Kürt. Herkes tek bir yapıda kurgulanmıştır: Türk ve Müslüman. Bu arada en çok münafık (Burada dine ait bir kavramı sosyoloji için ödünç alıyorum asla akidevi bir yapıyı kastetmiyorum.) Türk ve Müslüman olanlar arasından çıkmıştır. Zira Kur’an’ın Müslüman tanımı ile laiklik monte edilmiş bir toplumun Müslüman tanımı aynı değildir. Sosyal hayatta asla görünmeyen ve sadece özel alana hapsedilmiş bir Müslüman münafık olmayıp ne yapacaktır? (Tekrar hatırlatmakta fayda var, sosyolojik kavramlarda bunu tam anlamıyla anlatacak bir kavram bulamadığım için bu kavramı akide dışında kullanıyorum.)

Geçelim…

Nihayetinde toplumsal kutuplaşmanın hiç de iyi bir tarafı yoktur modern ulus devletler açısından.
Bu hal mümkün müdür? Yani kutupsuz bir toplum? Asla. Sadece bastırılmış münafık toplum vardır ve bu, o toplumun çöküşüne yakın bir zamandır. İnsan ömrü ile kıyas etmediniz umarım. Toplumsal ayrışmanın veya kutuplaşmanın diyelim, ne getireceğini biliyoruz: Çatışma. Peki, çatışmadan ne anlıyoruz? Silahlı mücadele mi? Değil. Her zaman değil. Çatışmanın olmadığı bir toplum ölü toplumdur. Bir süre sonra kokmasın diye terk edilir yahut gömülür. Ki, defnedilen toplumlar duymaya başlayacaksınız. Çatışma aynı zamanda gelişme, yenilenme ve yaşama sebebidir. Var olma sebebidir. Sınıfsal çatışmalardan bahsetmeye bile gerek duymuyorum. Sınıf kavramının yıllarca bir lego gibi şekilden şekle sokulduktan sonra artık iler tutar yanı kalmadığı ortada ve neredeyse terk edildi.
Buraya kadar ne demek istedim?

Aynen şunu diyorum: Toplumsal kutuplaşma iyi bir şeydir ve bunun kötü bir şey olduğunu söyleyenler yalan söylüyor. Ana hedefleri de münafık bir toplum yaratıp kolay idare edilir hale koymak. Kim tarafından idare? Elbette şer cephesi tarafından. (Gereksiz bir açıklama ile uzatmak istemiyorum.) Kutupsuz ve çatışmasız bir toplumun hayalini kuranlar yahut bize böyle olduğunu göstermeye çalışanlar bize çatışmamız veya mücadele etmemiz için minik çatışma alanları açmışlardır ve bunda çok da ustadırlar. (Çok klasik olacak ama futbol bunlardan sadece birisi.) Minik minik çatışma alanları ve minik minik taraflar. Sahte taraflar ve suni çatışma konuları. Hepsi bir büyük ve sahici alanı gölgelemek ve ertelemek için. Bir toplumsal uzlaşma içinde çatışmasız bir ortamda yaşadığımız hissi ile minik çatışma veya çekişme sahalarımızla mutlu ve umutlu bir toplumuz güya. Şimdi bunun bozulmaya yüz tuttuğu ve bir iktidar eliyle daha da belirgin şekilde kasıtlı olarak bozulduğu iddiası hakim. Dediğim gibi, keşke öyle olsaydı. Ancak öyle değil. Bu iktidarın kutuplaşmaları belirginleştirmek yerine sadece eski yapıyı daha yumuşak usullerle elde tutmaya çalıştığı gün gibi aşikar. Eskiler bunu ölüm, zindan, sürgün, zulüm gibi metotlarla gayet başarılı şekilde yapmışlar ve bir sürü mutlu münafıklar elde etmişlerdi. Şimdi mutsuz münafıklar var. Hiç kimsenin safı belli değil ki, sahici bir toplumsal uzlaşmamız olsun. Neyin uzlaşmasıdır bu? Hiç, koca bir hiçin üzerinde uzlaşıyoruz. Ortada uzlaşacak taraf tanımlamadınız ki, uzlaşan taraflar olsun. Herkes Türk ve Müslüman(!)

Herkes ortaya kendi öz değerini koymamış ki, uzlaşının alanı belli olsun. Hiç kimse durduğu yerden memnun değil. Hiç kimse net bir yerde durmuyor. Herkes, sınırları kudretli devlet tarafından çizilmiş grubunda yaşıyor. İşin aslı herkes aynı takımdan asla karşı takım yok. Olamaz da. Eğer ortada bir çatışma varsa münafıklar çatışması vardır. O da ancak el altından olur. Herkes rakip gördüğünün altını oyar. Çok tehlikeli bir durum! Kimi paralel yapı kurar kimi devrim hayali kurar kimi sisteminin devamını ister kimi umursamaz kimi böyle gelmiş böyle giderin kulpuna yapışır. Ancak illa birilerinin gücü bir sinir ucuna dokunur ve işte o zaman bütün sahte kutupların münafıkça bir sürtüşmesi ortaya çıkar. Kimse kendi safında katılmaz savaşa. Herkes el altından cepheye mermi taşır. Bu savaşta kim kimdir bilinemez. Sadece belirgin şahsiyetler vardır, gerisi hep taş atıp saklanır. Sonucu görmek ister, rüzgar ne taraftan kuvvetli eserse hedefini o yöne doğru revize eder. Alın size kutupsuz, çatışmasız, ayrışımsız toplum. Yıllardır yaşadığımız tam olarak bu.

İstenen nedir?

İstediğim şu: Herkes kendini tam olarak ifade etsin, safını netleştirsin, hedefini ortaya koysun ve sonra gücümüzü tartmadan bir toplumsal uzlaşmaya varalım. Ortak bir metne imza koyalım. İmza koyanların şahsiyeti ve gerçekliği olsun. Alanı olsun, toplumu olsun. Medine toplumunun ilk uzlaşma metni gayet açıktır. Müslümanlar vardır, Yahudiler vardır, yabancılar vardır ve her biri tanınmış ve hakları verilmiştir. Şimdiyse hiç kimse yoktur ama herkesin hakkı verilmiştir gibi abuk bir hali yaşıyoruz. Münafık bir toplumun münafık bir ferdi olmaktan bıktım. Kim olduğumu unuttum. Haysiyetimin kim tarafından ve ne için şekillendirildiğini ve ne ile kaim olduğunu bilmiyorum. Komşumun kimliğini bilmiyorum ve ben de komşuma kim olduğumu söyleyemiyorum. Karşılıklı gülümsüyoruz ve iyi geçiniyoruz ama genel hedeflerimizle aslında büyük resimde birbirimizin kuyusunu kazan şeylere oy veriyoruz yahut eylemlerimiz hep o minvalde.
Münafık bir toplumun iyi bir şey olduğunu mu söylüyorsunuz bana? Hayır, bu iyi değil. Kimin ne için çatıştığını, kimin ne için ihanet ettiğini, kimin ne için çalıştığını, kimin ne için hükmettiğini böyle bilemem. Önce kimliklerimiz olmalı. Önce gerçek bir toplum olmalıyız. Önce gerçek bir insan olmalıyız. Önce şahsiyet inşamızı biz belirlemeliyiz.

Şimdi dini alana dönelim…

Böyle giderse ne İsa’ya ne Musa’ya ne Muhammed’e (a.s) yaranabileceğim. Ortada benden memnun bir tek kişi kalıyor o da şeytan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder