Kuyruksuz Kedi
M.Uysal
Ahmet Uluçay ile minik bir hatıra...
Ahmet Ağabey ile tanışıklığımız radyo ile başladı, gazete ile devam etti. Tavşanlı’nın Sesi Gazetesinde yazıyorduk 40 kadar yazar arkadaşla. Ahmet Ağabey gazeteye sıkça uğrardı. Programım müsait olduğunda ben de sıkça uğrardım.
Gazetede karşılaştığımızda uzunca sohbetler ederdik. Yazarların uğrak yeriydi adeta. Ahmet Ağabey kolay beğenen birisi değildir. O dönem sadece kısa öyküler yazıyordum gazeteye. Yazdığım öyküleri orada bulunanlara ve samimi olduklarıma bazen okurdum. O gün Ahmet Ağabeye okumaya başladım…
Hikayede bir gece vakti sanrılar gören kahramanımızın yatak odasına kuyruğu kesik bir kedi giriyor usulca. Kahramanımız evde kedi olmaması bir yana kuyruksuz bir kediyi anlamlandıramıyor… Hikaye bu minvalde bir şey. Kuyruğu kesik bir kedi kısmını okurken Ahmet Ağabey, “Eyvah, eyvah, eyvah!” diyerek böldü okumamı. Yüzünün aldığı şekil gözümün önüne geliyor bunu hatırladığım zaman. Gülümseyerek hatırlıyorum. Çok kaygılı bir hali vardı. Unuttuğu bir şeyi aniden hatırlama şeklinde bir kaygı değildi yüzündeki ve sesinin tonundaki. Daha çok merhametin daha doğrusu bir merhametsizliğin acısı gibiydi. Kafamı kaldırıp baktım ve biraz durulmasını bekledikten sonra ancak sorabildim, “Ahmet Ağabey, ne oldu, hayırdır?” “Eyvah, eyvah, eyvah!” dedi yine. Pek bir anlam veremedim. Sonra, yüzüme baktı ve “Kedinin kuyruğunu nasıl keseceğiz?” diye sordu. Doğrusu onu iyice tanımasam çok şaşırırdım fakat hemen önceki tavırlarını hatırladım. Yine sormadan edemedim, “Hikaye işte Ağabey, isterseniz kuyruğu tam da olabilir.” Dedim gülümseyerek. Anlatmaya başladı…
“Ben konuşulan, anlatılan her şeyi zihnimde filme alıyorum, planını yapıyorum, kamera açılarını belirliyorum, olaylar resmen akmaya başlıyor zihnimde. Düşündüm ki, o kedinin kuyruğu yok ve biz kesmek zorunda kalacağız. Eyvah, eyvah, eyvah…”
Bu tip bir düşünce akışının ona neler kattığını konuştuk biraz. Bu tür konuşmalarda son derece heyecanlı olduğunu görüyordum. Onun yeni yazmaya başladığı veya hiç yazmadığı ama yazmayı hatta çekmeyi düşündüğü şeyleri anlatmasına çok fazla şahit oldum. Film kafasında olmuş bitmiş olurdu zaten. Detayları anlatırdı. Hem de bütün detayları. Bazen bu konuşmanın üzerine birileri gelir ve heyecanlı bir şekilde sorardı yeni bir haber gibi, “Ne zaman olmuş, bak ya hiç haberimiz olmadı?” Anlatılanları o kadar canlı aktarıyordu ki sözün ortasında dahil olanlar gerçek bir şeyin gerçekleşirken şahidinden dinlemişler gibi afallıyorlardı.
Onun bu görsel zekası beni her seferinde hayran bırakırdı. Gençliğinde okuduğu romanların kahramanlarını bile anlatırken o kadar canlı anlatırdı ki şaşardım. Zira benim de okuduğum bazı romanlar da geçerdi arada ve ben o sahneyi hiç öyle okumamış olurdum.
Zihninde bin bir çeşit filmin her an çekilmekte olduğu bir adamdı kendisi. Rahmet ve özlemle anıyorum bir kez daha.
Mustafa Uysal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder