09 Mayıs 2008

BAHAR MANZUMESİ


Bu yazıyı dinleyebilirsiniz.




BAHAR MANZUMESİ

Bahar yaza çeker, çiçeklerini alır
Sarı bir dünya kalır elimizde
Dağ başını bulandıran ince bir sudur
Kurdun kuşun nasibi, ihtiyarların nasibi
Çocukların nasibine hatırlamak düşer.

Hatırla şimdi!
Bir sabaha uyanıp da sabaha uyanmadığını düşünmek nedir?
Suyun sahipsizliği mi, ormanların gümbürtüsü mü,
Yoksa bir kuzgunun çığlı mıdır
Seni böyle tedirgin eden?
Kelebeklerin kartala dönüştüğü yeni kıtadan haberler getirdim sana.
Önü alınmaz bir ruh bırakmış geride
Atını bırakmış, yayını bırakmış, özgürlüğünü bırakmış.
Uzun saçları yağ içinde oğlan çocuğu bırakmış
Sen elinden tut, diye.
Bu dağları yine susuz görürsen İbrahim'i çağır,
İsmail'i çağır, Hacer'i çağır!
Gohgloyeh'i çağır ateş gözleriyle su bulsunlar sana.
Esneyen çocuk, gözleri dalgın,
Ataların, bizim değil bu toprak çocuklarımızdan ödünç aldık, demişlerdi
Geronimo! Apaçilerin lav püskürtüyor göklerden.

Bu dağları yine susuz bulursan kanla doyur demiştin.
Geronimo! Bağdat'a gel.
İstanbul'a uğra gelirken, Sierra Madre'nin eteklerinden topladığın bir avuç militanla.
Şu gözlere bak kadın!
Baharın bütün çiçeklerini sana sunmaya hazırım.
Çocuklar sunmaya hazırım.
İnce, soğuk, ayaz sular bulmaya hazırım.
Şehirlerin şişmiş karnını indirmeye hazırım.
Şu gözlere bak kadın!
Sarı bir hastalıkla necis şeyleri andırıyorlar.
Dağlara bak kadın.
Bebeklerini gömen diğer kadınları duy!
Bir bebek çığlığı duy dağlardan.
Geride kalan ihtiyarların güneşe bakan gözlerinde bu hayatı.

İspanyol ordularının zafer taklarıyla süslenmemişse evim
Onların dilini konuşmuyorsam hala, inadına.
İspanyol kılıcı değmemişse sana
Bir, Selahaddin'e şu bahçenin küçük bir çiçeğini borçlusun
Boyun bükerek ve eğilerek toprağına bırak.
İki, Geronimo'nun uzayan saçlarını tara!

Bu rezil bahar istilası,
Bu çiçek salgını, bu kuş bombardımanı
Bu bu... hayasız gerilim.

Hu hu komşu komşu, oğlun geldi mi
Gelmedi. Dolayısıyla sana da bana da kara kediye de hediye getiremedi.
Bir slayer gürlemesinde toprağa karıştı.
Komşu, üzülme!
Benim oğlum da gelmedi.
Yüksek vatlı bir hoparlörün dibine, beyaz bir zehrin içine,
Renkli bir kutunun önüne gömdük onu da.
O da incik boncuk getirmedi dünyaya.
İnek bile dağlara çıktı, bizim oğlan kente kurban oldu.

Çocuk, baharı sana tasvir edeyim:
Yaşamaktır o, yeniden.
Bastığın toprağın yenebilecek kadar yumuşak olmasıdır.
Kızların sularda saçlarını taramasıdır.
Coşkunluktur.
İğde kokularıdır, hanımeli kokan gecelerdir.
Çocuk, baharı tasvir edeyim sana:
Bir gün yeni kıtanın efendileri çiçekleri kopardılar
Apaçi dedi ki: Apaçi artık dağların üstüne yıkılmasını istiyor.
Apaçi ölmek istiyor.
Bütün bunlar bir bahara rastladı.
Seni tanımam da öyle.

Kadın, seni tanımam da bir bahar vesilesiyledir.
Bir yılanı emziriyordun.
Arılar süt kokusuna gelmişti.
Başına toprak saçtın yeni gelenleri kovmak için.
Eline erkek eli değmemişken, nasıl olur da bir yılanı doğurdun, diye sormuştum.
Erkeklerimiz de doğurgandır artık demiştin.
Doğurgan, nazenin, alıngan, uslu, bizim gibi.
Ey nazlı kadın, seni tanıdığım gün sevdim.

Gel, kentlerde göçmüş evlerimizi onaralım.
Alt yapı sağlam değilse
Üstüne oturalım, damına çıkalım dünyanın.
Yine ihtiyarlar peyda edelim
Buralara gömmek için.
Adına Şaban deriz, Süleyman deriz, Mülayim deriz, İsmail deriz...
Çocuklarımızdan önce ihtiyarlarımız olmalı.

Bahar yaza çeker, çiçeklerini alır
Sarı bir dünya kalır elimizde
Dağ başını bulandıran ince bir sudur
Kurdun kuşun nasibi, ihtiyarların nasibi
Çocukların nasibine hatırlamak düşer.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder