NE DİYEYİM SANA
Şekillerin ne önemi var?
Göz çukurlarında ateş taşıyan ama taşıdığı ateşin kendisine sirayet etmeyeceğinden emin olan bir güzel... Elleri erik çiçeğini andıran, her dem suyun üstünde yürüyen, ay yüzünü kaldırıp bir kez etrafına ışık saçmayan bir güzelle karşılaşmadım hiç.
Hele sesini saklamış kaç güzel tanıdım şimdiye dek? Güzeller seslerini saklayamazlar, aslında onlara en çok yakışan hal, susmaktır. Susmak gibi endam mı olur bir güzelde? Elime geçen bütün aşık olma fırsatlarını kaçırmış biri olarak nice güzeller gördüm. Hiç birini sevmedim. Bir kediyi sevmek ihtimalimin yanında bir güzel sevmek ihtimalim olmadı hiç.
Dişi ağrıyan biriyle muhabbet etmediyseniz bilmezsiniz, güzelle konuşmak öyle bir şeydir. O, dişi ağrıyan biridir; sürekli muzdarip. Ağrı nöbetlerinin yoklamadığı onar dakikalık demleri vardır gülümseyen ve onun, o anki yüzü az sonra gelecek bir başka ağrı nöbetiyle endişenin nadasa bıraktığı çorak bir tarladır. Bütün bakışlarınızı kök salamadan çürütür.
Yaşın ne önemi var?
Otuz beş yaşını süren bir dilberin cilve naz salınışları, ömrünüzün hangi çeyreğinde olduğunuzu unutturmaz da ne yapar ya? Dalında tomurcuklanmış bir yaprağa şefkatle dokunduğunuz o ilkbahar günlerini anımsayın haydi. Şehvetin asla yöresine yaklaşamadığı sonbahar yağmurlarını da anın. Az önce uyandığınız rüyanın getirdiği o, masum, anlatmaya, yorumlamaya kıyamadığınız, bir ömür uykuya razı ve fakat o rüyadan bir milim bile uzakta olamayacağınıza olan inancınızla tekrar yumduğunuz gözlerinize de bir mana verin. On yaşında yahut altmış yaşında görülmez bu rüyalar. Yaşın ne önemi var?
Fakat aşkın ne önemi var?
Durgun bir yaz öğlesinde hala dost arıyorsanız kendinize, gerçekten, aşkın ne önemi var? Fettan bir beladır aşk, her dem dost her dem düşman. Fakat, güneşin yakıcılığında saklanmış türlü şifalar vardır, karıncaların kaynaşmasında türlü hayaller. Parkların, midenizi deşen tuhaf renkli çaylarında saklı kalmış nice sıcaklıklar vardır, aşıksanız. Ve, aşkın ne önemi var, göz önünde eriyip güneşe karmamış ama kuytuların serin gölgelerini tatmışsanız. Yine, dostunuza ikram etmeye utandığınız o bardağı, güle “şerefe” diye kaldırmamışsanız...
Güzelliğin on para etmez, bu bendeki yoksulluk olmasa.
Ben ki, güzele de güzel demem, süzdüğü gözlerinden yaşlar dökmezse. Hani der ya, “... anlatayım: Evvela adamım yani sirk hayvanı filan değilim. Burnum var, kulağım var; pek biçimli olmamakla beraber...” (Orhan Veli) Dedim ya, güzelliğin on para etmez, bu bendeki yoksulluk olmasa. Şu sendeki güzellik var ya, diyorum ki, hiç aşık olmadım. Hiç yaşamadım da bilmem kaçıncı yaşımdan sonra.
Kış vakti, pencere önünde soluyan hastalıklı kadınların var olduğuna inanırım nedense. Sokaktan geçip giden ve peşi sıra dev gölgelerini sürükleyen adamlara takılı kalır gözleri, hayalimde. Yaz olsa, açık pencereden dalgalanan yüzlerini görür gibi olurum yahut çocukların oyunlarına dalmış gözlerini hayal edebilirim. Seksek oynayan –oğlanların da seksek oynadığına inanın- çocukların yandıklarını ilk onlar görürler. Ben böyle birine aşık olmuştum, saklamıyorum. Bir pencere de bana nasip olacağını nereden bilebilirdim ki, aşık olma demlerimin geçtiğini düşündüğüm bir zamandan sonra?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder