09 Haziran 2011

LÜTUF

LÜTUF
Şeyma Yılmaz
Bir an durdum. Ne kadardır konuşuyorum diye düşündüm. Kelimeler içimden çıkmak için birbirini itip kakıyorlardı sanki. Konudan konuya atlıyordum, bu arbede içinde artık önce kurtulan dökülüyordu dudaklarımdan. Aslında ne söylediğimin çok da önemi yok şu anda. Biliyorum ki anlayacak beni, içime bakacak, sözlerimin anlamsızlığı hislerimi anlamasına engel olmayacak. Peki, beni bunca bunaltan ne? Hayatın derdi tasası bir yana, kendimi insanlara anlatmaya çalışmak yordu galiba en çok son zamanlarda beni. Üzülüyorum çünkü… kızgınım çünkü… sevindim çünkü… sizi tanımayan insanlarla muhatapsanız, cümlelerinizi dikkatli seçmek zorunda kalırsınız. Eğer bir olay karşısındaki duygularınızı anlatmanız gerekirse konuşmanızın üçte ikisi sebepleri anlatmanız için kurduğunuz cümlelerden oluşur. Ve sizi hiç konuşmadan bile anlayan dostlara sahip biriyseniz bu durum sizi diğer insanlardan çok daha fazla yıpratır. Ben de lise çağlarımı çok özel dostlarla geçirmiş, şanslı bir insanım. Ama yıllar içinde hepimiz başka yerlerde sürdürmeye başladık yaşamımızı. Evlendik, dünya meşguliyetleri arttı hayatımızda. Tabi görüşebildiğimiz, hele hele uzun sohbetler edebildiğimiz zamanlar oldukça seyrekleşti. Telaşım en çok da bu yüzden. Bu sınırlı ve benim için sihirli olan zamanı en iyi şekilde değerlendirmeliyim derken, panikliyorum. Yine de anlıyor halimden. Her zamanki dinginliğiyle dinliyor beni.
Ben gürültülü bir nehirde sağa sola çarparak ilerliyor gibiyim hayatta. Her şey devasa bir hızla akıp gidiyor. Bense akıntının içinde debelenip duruyorum tersine yüzebilmek için. Sürekli bir uğultuyla yaşıyorum. Bir sürü şey, olay… Zaman zaman kendimi duymamak için, bilerek dış olayların seslerini yükseltmesine izin veriyorum.
Oysa o, duru bir göl gibi… içinde neler saklı bilirim tabi ama hepsini o kendine has sakinliğiyle yaşar. Onunlayken ben de durulurum. Kendi içimi daha net görürüm….
‘Ne düşünüyorsun?’ sorusuyla kendime geliyorum. Şu kahve, sen olmayınca hiç böyle lezzetli olmuyor diyorum.
Eskiden emek verdiğim için seni bulduğumu düşünüyordum, ne komik! Şimdi Rabbimden bana bir lütuf olduğunu biliyorum diyorum.
Küçüktük, diyor. Dünyanın bütün acılarını yüklenebileceğimizi zannedecek kadar hem de…
Büyüdük artık değil mi?! Kendi acılarımızı yüklenmek bile nasıl da sendeletiyor bizi. Ne yapalım? Öğreniyoruz hayatı, diyorum.
En azından Rabbimizin verdiği lütufları fark etmeye başladık diyor.
Susuyoruz… sessizce kıymet bilenlerden olmayı diliyoruz. Rabbimizden ikimiz de. Nazlı gelen baharı izliyoruz. Geç geldi ama yine de olanca güzelliğiyle donatıyor dünyayı. Umutla dolduruyor içimizi. Her şeyin dönüşüm içerisinde olduğunu hatırlatıyor. İnsan hayatında da mutlulukla hüznün koyun koyuna olduğunu… Sonbaharı da yaşayacaksın ki, baharın kıymetini bilesin değil mi?
Bir kez daha şükrediyorum sadece yan yana olmak bile onunla ilaç oluyor yaralarıma.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder