22 Aralık 2011

SAATİNİZE VE DONUNUZA DİKKAT

SAATİNİZE VE DONUNUZA DİKKAT
Mustafa Uysal

Fıkrayı bilirsiniz…

Çocuğun biri babasına sormuş: Baba bir şeyin yerini bilirsen kaybolmuş sayılır mı?

Baba, hayır, cevabını verince rahatlamış ufaklık. İyi o zaman, telefonun yoldaki bir mazgalın içinde.

Bunu boş verin…

Hırsızlar çalmasın diye –ki hırsızlardan başkası da çalar- bir şeyi saklamak ve var oluş amacından uzaklaştırmak ile aynı şeyin çalınması arasındaki farklar bizi ikna etmeye yeter mi? Beni ikna etmeye yetmez.

Ulu Camideki ahşap saat Vakıflar tarafından uzaklardaki bir depoya kaldırılmış. Saati yerinde göremeyince sordum, öğrendim. Sebebi de camimizin güvenliğinin olmayışı ve bu günlerde hırsızların fazla mesai yapıyor olmasıymış. Tavşanlı’nın en büyük ve merkezi camisi güvenlikten yoksun ey halkım! Donumuzu çalsalar haberimiz olmayacak, bu yüzden yüce devletimiz saatimizi ve donumuzu koruyor!

Şimdi şöyle bir hesap yapalım…

Camimizin ahşap ve eski –antik demeli belki- saati çalınsaydı ne olurdu? Basit hesap olduğu için hemen cevap verelim: Yeri boş kalırdı ve biz korunmasız cemaat –cami korunmasız olduğu için cemaat de öyle- saatin boş kalan yerine maydanoz ekerdik yahut esnafın birinin hediye ettiği devasa yuvarlak bir saat takardık. Şimdi ikinci ihtimal: Hırsızın biri çalsaydı camimizin saatini ne olurdu? Yine hemen cevap verelim: Yeri boş kalırdı ve biz korunmasız cemaat –cami korunmasız olduğu için cemaat de öyle- saatin boş kalan yerine maydanoz ekerdik yahut esnafın birinin hediye ettiği devasa yuvarlak bir saat takardık.

Gördüğünüz gibi sonuç aynı oldu. Kıymetli bir antika çalınmamalı, gibi bir düşünceyi beyinlerinize göndermek için oksijen pompalamayı bırakın da beni dinleyin!

Bizim olan bir güzelliği bir bahane ile elimizden alıp bir deponun karanlığına hapsedenler bir hırsızdan daha mı masum yani?

Olamaz, olmamalı.

Güvenliği yoksa yapardık, niye yapmamız için bir şey demediniz yahut niye siz korumuyorsunuz? Madem bizim adımıza sahipleniyorsunuz, koruyun kardeşim! Biz burada cemaat olarak görüyoruz kendimizi acaba oradan fasulye sırığı gibi mi algılanıyor? Sıra sıra fasulye mi ekmiş acaba Ayşe Teyze Ulu Camiye?

Geçelim diğer konuya…

Ulu Camiin bir estetik değeri ve mimarisi var. İçyapısı da öyle ancak bu içyapının şimdiki halini görünce bilmem siz de, yahu teknoloji mimariyi kirletiyor mu, nevinden sorular soruyor musunuz? Ben her gittiğimde soruyorum. En son saydığımda caminin içinde sütunlar arasındaki ağaçlarda 10 kadar vantilatör vardı. Hâlâ var. Kaç tane gereksiz ve mimari yapının üstünde sırıtan lamba olduğunu ben de bilmiyorum, sayarsam ayıp olur gibi geldi. Duvarlardaki uyarı yazıları da biraz kaba ve özensiz duruyor. Ses sisteminin neden bir tülü düzen tutmadığını da bir elektronikçiye sordum elektrik tesisatını gösterdi bana. Caminin içi uzay mekiğininkinden fazla kablo ile örülü zira.

Her neyse. Eleştirmek kolay, yapmak zordur.

Bir iç mimarın camimizi, eskiyi incitmeden yeniyi ise eksiksiz bir şekilde kullanarak yeniden donatabileceğini düşünüyorum. Gereksiz olanı ayıklayıp gerekli olanı, yapıya sadık kalarak yapmak zor olmasa gerek. Zor olsa da yapmalı. Teknoloji ile klasik mimariyi buluşturmak, kişisel zevklere ve geçici ihtiyaçlara göre değil de estetiğe göre yapılırsa daha hoş olur kanaatindeyim.

Bu arada Vakıflar’a rica ediyorum, saatimize selam söylesinler. Onu o karanlık depolardan, kurtarıp yine ait olduğu mekanlara koyacağız. Üstelik bu kez koruma işini, şimdilerde emekli olan Jon Rambo ve valilikten ayrılan Arnold Schwarzenegger ile yapmayı üstelik de başlarına çavuş olarak adamımız Cüneyt Arkın’ı getirmeyi düşünüyoruz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder