Genel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Genel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

01 Temmuz 2011

Yazdıkları, yazacaklarının teminatı olan yazarlar…

Yazdıkları, yazacaklarının teminatı olan yazarlar…
Sefer Göltekin


Bir yazarın yazdıkları, yazacaklarının habercisidir. Geleneksel siyaset argümanıyla örtüşür gibi görünen; “yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” gibi söylemlerden kesinlikle ayrışan bir haberdir bu. Yaptıklarını teminat olarak gösteren siyaset erbabının yapacaklarını tahmin etmek/edebilmek için bilgi birikim ve donanıma ihtiyaç yoktur. Aynı toplumda yaşıyor olmanın getirdiği tanışıklıkla, destekçisi olduğu veya olmadığı politikacının siyasal ve toplumsal öğretilerine hakim, onun ve temsil ettiği oluşumun politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dini, moral ve estetik düşüncelerine vakıf olanlar, bir siyasetçinin yapacaklarını tahminde zorlanamazlar. Çünkü hiçbir siyasi hareket, gerçekleşmesi imkansız tasarı ve düşüncelerle kendisine hak verilmesini bekleyemez. Dolayısıyla, siyaset erbabının yaptıklarını teminat olarak göstermesi, “ben buyum, bunları yaptım, yeteneğim bu, kapasitem bu, fazlasını beklemeyin, neyi nasıl yaptığımı biliyorsunuz…” demekten başka bir şey değildir. Seçmen dilerse böyle söylemlerle oy isteyen siyasetçilere defalarca iktidar imkânı vermekte bir beis görmeyebilir.

Yazdıklarını yazacaklarına teminat olarak gösterebilmek ise her

15 Haziran 2011

KISA AMA ACI BİR HİKAYE

KISA AMA ACI BİR HİKAYE
Mustafa Uysal
Zamanın birinde hekimin biri hastaya çok mühim bir hastalığı olduğunu söylemiş. Tam teşhis için numune alınmış. Çok acele etmesini söylemişler. Numune sonuçlarının iki hatta üç hafta içinde alınabileceği söylenmiş. Diğer hekim daha da acele etmesini söylemiş. Hastanın yakınları çaresiz beklemişler. Sonra başka yerlere sormuşlar, gitmişler. Aradan dört koca gün geçmiş ve ölüp ölüp dirilmişler. Başka bir hekim numunenin hemen incelenebilmesi için ısrar edince numune sonuçları için tekrar aynı yere gidilmiş. Numune olması gereken yerde yokmuş. Aramışlar bulamamışlar. Hekime sorulmuş tekrar, hekim aynı gün orada olması gerekir, demiş. İlk numune verilen yere gitmiş hastanın yakınları. Bir de ne görsünler. Numune hala ilk alındığı yerde duruyor. Bir binadan diğer binaya üç adım gidememiş.
Bunun üzerine numuneyi almış ve hiç ses çıkarmadan kahır içinde başka bir yere gitmişler. Numune sonucu aynı gün belli olmuş.
Sonra adil hükümdara sormuşlar: Ey adil hükümdar, kulların sadece kahr ile perişan mı olsunlar, dertlerini kime arz etsinler?

09 Haziran 2011

İNCE SIZI

İNCE SIZI
Şeyma Yılmaz
Elleri ıslak olduğu için bir an tuzu kaşıkla koymayı düşündü, ama vazgeçti. Bir türlü ölçüyle yapamazdı yemeği. Eliyle dokunmalı, hissetmeliydi. Mutfağa girdiğinde zamanın içinde ona özel bir alan açılıyordu sanki. Son zamanlarda kendini en iyi hissettiği yer mutfak olmuştu. Hayat ne garip! Kendini hiç böyle hayal etmezdi. Hangi dönemeçte değişmişti öncelikleri? Memnuniyetsizlikten değildi düşünceleri, Allah’a şikâyetten sakınırdı hem. Beyninin en kuytu köşelerinden bile geçirmezdi şikâyeti. Ama düşünmeden de edemiyordu işte. Bu kendini hesaba çekmeydi daha çok. Doğru muydu acaba tercihleri? Ya da her şeyi gerçekten kendisi mi tercih ediyordu? Fark etti ki hayatın getirdiklerini yaşıyor herkes. Önemli olan nasıl karşıladığı payına düşeni. Memnundu o payına düşenden.
Sadece ince bir sızı vardı kalbinde. Tuzu bile yemeğe hissederek koymayı isteyen bu kadın, çok eskiden okuduğu kitaptaki gibi olsun isterdi eşiyle arasındaki ilişki. O hikaye de kız, dibi görünmeyen bir mağaraya doğru bırakıyordu kendini gözü kapalı… Çünkü güveniyordu sevdiğine ve mağaranın sonuna kadar gidiyorlardı böylece. Aşk, macera, tutku… hiç biri önemli değildi artık

LÜTUF

LÜTUF
Şeyma Yılmaz
Bir an durdum. Ne kadardır konuşuyorum diye düşündüm. Kelimeler içimden çıkmak için birbirini itip kakıyorlardı sanki. Konudan konuya atlıyordum, bu arbede içinde artık önce kurtulan dökülüyordu dudaklarımdan. Aslında ne söylediğimin çok da önemi yok şu anda. Biliyorum ki anlayacak beni, içime bakacak, sözlerimin anlamsızlığı hislerimi anlamasına engel olmayacak. Peki, beni bunca bunaltan ne? Hayatın derdi tasası bir yana, kendimi insanlara anlatmaya çalışmak yordu galiba en çok son zamanlarda beni. Üzülüyorum çünkü… kızgınım çünkü… sevindim çünkü… sizi tanımayan insanlarla muhatapsanız, cümlelerinizi dikkatli seçmek zorunda kalırsınız. Eğer bir olay karşısındaki duygularınızı anlatmanız gerekirse konuşmanızın üçte ikisi sebepleri anlatmanız için kurduğunuz cümlelerden oluşur. Ve sizi hiç konuşmadan bile anlayan dostlara sahip biriyseniz bu

UFAK SANDIĞIMIZ SORUNLAR

UFAK SANDIĞIMIZ SORUNLAR
Şeyma Yılmaz
Gece yarısı olmak üzere en geç onda uyuması gereken kızım hala uyuyamadı. Düğün yapmak çok güzel ve eğlenceli bir olay düğün sahipleri için. Bunu anlayabilirim, ama onları tanımayan benim için eğlenceleri tam anlamıyla işkence. İnsanlar hayatın değiştiği gerçeğini fark edemiyorlar bazen ya da bazı zevklerinden vazgeçmemek uğruna görmezden geliyorlar gerçekleri. Mesela köyden şehre gelip inek, tavuk beslemeye çalışan insanları düşünün; şehir ortamı bu tarz hayvanları beslemeye müsait olmadığı için herkesi zor durumda bırakırlar. Konu komşu perişan olur çünkü zemin toprak değil betondur bu da korkunç bir kokuya sebep olur. Hayvanlar caddelerden geçirilip belediye parklarında otlayarak dolaşır. Ben bu sokak eğlencelerinin durumunu da biraz buna benzetiyorum. Eskiden bu kadar sorun teşkil etmiyordu belki. Tavşanlı küçük bir kasabaydı, araç sayısı azdı, insan sayısı azdı. Şimdilerde ise Kütahya’nın

08 Haziran 2011

ASRIN TAVRI

ASRIN TAVRI
İSMAİL FAZIL ATABAY

Yaşadığımız devir her geçen gün teknolojik, sosyal ve kültürel alanda hudutsuzlaşıyor. Daha önce sağlam tezlerle öngörülen ve şimdi de tıkır tıkır işleyen sistem, insanların sonsuzluk özlemini sınırsızlıkla teselli ediyor. Bu tarzda bir zihin okşamasına karşı duyarsız kalabilecek bir eğitim sistemi, yurdumda henüz mevcut gözükmüyor. Üstelik her sabah uyandığımızda daha bir şekilsiz hal alıyor. Bu şekilde oldukça pervasızlaşan ömrümüzde; ideallerin yelpazesini genişletmeyi bırakın, düşünmek bile imkânsız bir vuku oluyor. Zaten bu da, tembellik müptelası bünyelerin hep hoşuna gitmiştir.

Ayaklarımız zamanın zemininde kayarken, zevkten vicdanlarımız körelmeye başladı. Bereketli saniyelerimiz varken, global işleyişe çark olduğumuzdan beri günleri günlere eriştiremez olduk. Asrımızın nimetlerinden faydalanmak bu kadar zor olmamalıydı. Birlikte düşünce egzersizi yapalım. Dini ve milli değerlerimizin, pek yaşan(a)masa da, var olduğu aşikâr günlere gidelim. Yüreğimizin, çağ tozundan etkilenmesin diye sumen altı ettiği değerlerimiz… Vatansever duyguların ön plana çıkması gereken yerlerde ve dahi mübarek gün ve bayramlarda değerlerimizi çıkartırdık meydana. Tabi şakacıktan üzerindeki

25 Mayıs 2011

PABUCUMUN MESELESİ

PABUCUMUN MESELESİ!
(Mustafa Uysal)

Hatırlayan var mı bir zamanlar Tavşanlı’nın en önemli meselesi MOBESE idi.

Dahası da var, bu MOBESE Tavşanlı’nın vazgeçilmeziydi falandı filandı. Her gün restoran toplantıları ile bu işe para toplamaya çalışıyorlardı. İşte şu bu kadar o bu kadar verse şu olsa bu olsa diye devam ediyordu. Yahu nasıl hatırlamazsınız, balık hafızası mı var sizde? Hani Tavşanlı MOBESE olmazsa ölüyordu, bitiyordu, geri kalıyor, güvenliği zaafa da uğruyordu ya işte. O mesele. Hatırlayanlar vardır unutanlar vardır. Önemli adamlar konunun önemine dair açıklamalar yapıyorlardı.

Peki, ne oldu?

07 Mayıs 2011

TEMTAŞ HİSSELERİNİZİ SATMAYIN

TEMTAŞ HİSSELERİNİZİ SATMAYIN.
Mustafa Uysal
İşin özü şu: Temtaş hisselerinizi elinizden çıkarmayın bir zaman daha.
Neden?
Biraz uzun olacak cevap…
Biz termik santral ihalesini kazanmıştık Temtaş olarak hatırlarsınız. Sonra ne oldu? Devlet bize vermekten vazgeçti. Ne tür sebebi olursa olsun bizi oyaladı ve vazgeçti. Sonra başka bir yeri teklif etti: Seyitömer. Orası da olmadı. Yine oyalandık. O kadar paramız ve ortağımız umudunu bu işlere bağlamışken zarara uğratıldık. Devlet vatandaşının hakkını gasp etti. Haksızlığa uğradık anlayacağınız. Bu durumlarda ne yapılır? Mahkemeye gidilir. Mahkeme karar verir aramızda. Hak edene

BİR DE BURADAN BAKIN

BİR DE BURADAN BAKIN
Şeyma Yılmaz
İngiltere prensi evleniyor haberi Türkiye medyasında geniş yer buldu. Düğünle ilgili her ayrıntı (sanki bizi çok ilgilendiriyormuş gibi ) konuşuldu. Boyalı basın diye tabir edilen ülkemin Batı sevdalısı medya kuruluşları öylesine kaptırdı ki kendilerini bu Batı düğününün cezbesine, savundukları en temel değerlerle tezat görüntüleri ballandıra ballandıra anlattılar günlerce. Aslında tuhaflık bende. Kendi değerlerine yabancı, Batıya kayıtsız şartsız hayran bu insanlara hala şaşırıyorum. Bu onların en klasik tavrıdır. Bunu yaparken de bizi aptal yerine koymaktan hiç çekinmezler. Mesela en bariz örnek olarak idam cezasını verebiliriz. İslam dininin idam cezalarını canilik olarak tanımlayıp idam cezasının ülkemizde olmaması gerektiğini savunan bu zavallılar; Avrupa ülkelerindeki elektrikli sandalye veya iğne ile gerçekleştirilen infaz haberlerini bizzat kendileri verirler, hem de hiç itiraz etmeden.
Gelelim düğüne, peri masalı diye tanımlanan tören kilisede gerçekleşen dini bir ayindi aslında. İlahiler okundu, dualar edildi. Peki, bu bizim ülkemizin başbakanının oğlu olsaydı? Yani bir camide, dualar ve ilahilerle yapılan bir törenle imamın kıydığı nikâhla evlenseydi başbakanımızın oğlu? Yer yerinden oynar, irtica yaygaraları ortalığı doldururdu değil mi? Üstelik zaten imam nikâhı ülkemizde yasal

04 Mayıs 2011

MARKA ŞEHİR TATAGONYA

MARKA ŞEHİR TATAGONYA*
040511 Mustafa Uysal
Geçen gün “Marka Şehir Tavşanlı” adlı bir konferans vardı. Ticaret ve Sanayi Odası düzenlemişti ve bu türden konferansların üçüncüsüydü. Hiç uğraşmayalım kıvıracağız diye bir avuç insandan başka kimse gelmedi. Binlerce el ilanı, afiş, radyo tv. duyuruları, gazete ilanları… Ne gerekiyorsa fazlasıyla yapıldı. Ne protokolden bu işi önemseyen oldu ne de halktan. Marka şehir olmanın planlarını yapan ve bilimsel temellerini atan Yrd. Doç. Dr. Niyazi Kurnaz Bey de onlarca sayfalık anlatımının başında, gelmeyen duyarlı insanlara teşekkür (!) etti ve kısacık bir sunum yaptı. Ben olsam açıkça söylerdim derdim ki: Bu şehrin marka şehir olmak derdini bırakın bu yönde kılını bile kıpırdatmaya niyeti yok üstelik bu konuyu bilecek kadar merakı bile yok. Uzatmayalım bi nane olmaz! Moral bozucu güruh ile uğraşmaya değmeyecek, belli.
Marka şehir olabiliriz aslında benim aklımda şahane marka tanımları var. Bakalım neler olabilir?

Uykunun şehri Tavşanlı.
Keyfin ve keyiflinin şehri Tavşanlı.
Vurdumduymazlığın şehri Tavşanlı.
Kömürün karasının şehri Tavşanlı.
Futbola umut bağlamanın şehri Tavşanlı.
Kültürün ve mantarın başşehri Tavşanlı.
Markanın da markası anasının da

26 Nisan 2011

PİKNİĞE GİDENLER PİS İNSANLARDIR!

PİKNİĞE GİDENLER PİS İNSANLARDIR!
Mustafa Uysal
Yaz geliyor, piknik yerleri belediye tarafından temizleniyormuş…
Geçen gün gazetede haberi vardı. Fotoğrafta belediye işçilerinin piknik alanlarında temizlik yaparken görüntüleri var. Belediye çalışıyor falan diye övündüm kendi kendime! Yazıklar olsun, dedim ardından.

Çok az gidebildiğim piknik alanlarının hali içler acısı ve belediye gidip oraları temizlemek zorunda kalıyor. Yerin dibine girsek azdır. Oraların hali nedir öyle sayın seyirciler! Yahu Yunan işgalinde bile bu kadar kirlenmemiştik biz hatırlar mısınız? Bu kadar pisliği bir araya getirebilmek için özel gayret sarf etseydik yine beceremezdik. Hatta belediye bir yıl boyunca çöplerini oralara dağıtsa yine bu kadar pisletemezdi. En azından aynı yere dökerdi de toplamak kolay olurdu. Tavşanlı’yı tanımak mı istiyorsunuz sevgili Türkiye, gidin piknik yerlerine bakın ve komple pislik içinde bir Tavşanlı görün. Gerçi cennet ülkemin her yeri aynı ama olsun siz yine de görün ve bir kez daha Allah’tan korkmaz kuldan utanmaz hemcinslerimizin bünyelerinden sadır olan pisliği görün. Geçen yaz Köse Kalfa’da

25 Nisan 2011

AYFER KAFKAS İLE ESRARNAME'Yİ KONUŞTUK

AYFER KAFKAS İLE ESRARNAME'Yİ KONUŞTUK

ESRARNAME

Yasak İlmin Kitabı, TİMAŞ, 2011

Son günlerde yazdığı romanla adından sıkça bahsettiren başarılı yazar Sayın Ayfer Kafkas ile “Esrarname”yi konuştuk. Hatta ilk röportajı biz yaptığımız için daha da mutluyuz. Daha çıktığı ilk günlerden itibaren kulaktan kulağa yayılan bir tılsım gibi okurlarına ulaşan kitap çok sevildi. Çetrefilli bir alan olan fantastik kurguya ustalıkla yaklaşan yazar alnının akıyla giriştiği işten çıkmış görünüyor zira okurları gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Çok satanlar listesinde Kütahyalı bir yazarın, üstelik olayların Kütahya’da geçtiği bir romanla yer alması fazlasıyla ilgimizi çekti. Siz okurlarımızın da ilgisini çekeceğini düşündük ve yazarla konuştuk. Sorularımızı cevaplandırdığı için teşekkür ediyoruz kendisine. Kitapla ilgili merakınızı daha da artıracak bu röportajı hemen okumaya başlayın diye biz susalım…



Mustafa UYSAL: Ayfer Kafkas kimdir?

Ayfer KAFKAS: En zor soru bu olmalı. Genellikle konuşkan bir insanım ama iş, kendimi anlatmaya gelince çok beceriksiz oluyorum. Zaten bu eksiğimi yazmakla kapatmaya çalıştığımı düşünüyorum. İçsel dünyama ait meseleleri paylaşan bir insan değilim. Sanırım bu eksiklik insanda ‘yazmak’ şeklinde tezahür ediyor. Fakat çok derine inmezsek, Ayfer Kafkas hayat gailesi içerisinde koşturan, çalışan bir anne

İmam Hatip Liseleri Mezunları Derneği Afyon'da Toplandı

İmam Hatip Liseleri Mezunları Derneği Afyon'da Toplandı

Önder İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği Genel Sekreteri Hikmet Şen, imam hatip liselerinde sadece imam yetiştirilmediğini söyleyerek, bu okullarda tüm beşerin yöneticiliğine insan yetiştirildiğini belirtti.

Önder İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği Genel Sekreteri Hikmet Şen, imam hatip liselerinde sadece imam yetiştirilmediğini söyleyerek, bu okullarda tüm beşerin yöneticiliğine insan yetiştirildiğini belirtti.

Önder İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği, Ege Bölge toplantısını Afyonkarahisar'da gerçekleştirdi. Rehberlik ve Araştırma Merkezi'nde yapılan toplantı, saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından Cavit Keskin'in okuduğu Kur'an-ı Kerim ile devam etti.

19 Nisan 2011

ESRARNAME

ESRARNAME

Baştan söylemeliyim ki bir edebiyat eleştirmeni değilim. Daha önce de sevdiğim yahut sevmediğim kitaplarla ilgili yazdım ama kişisel beğeni düzeyinden öte bir şey değildir söylediklerim.

Kitapçıma uğradım, yeni kitaplara baktım sonra bu kitap dikkatimi çekti. Yazarı Kütahyalıydı ve genç birisiydi. Hacimli bir roman ve genç bir Kütahyalı olunca dikkatimi çekti. En azından olayların Kütahya’da (Germiyan) geçiyor olması dolayısıyla kitabı aldım ve öylesine okumaya başladım. Yazar Ayfer Kafkas Doğu Dilleri ve Edebiyatı okumuş acaba kitaba etkileri nedir? Açıkça söylemek gerekirse sadece olaylar Kütahya’da geçiyor diye bir romanı okumak kolay olmaz. Masamda birkaç gün bekledi kitap. Ara sıra bazı sayfalarını rasgele açıp okudum. Bu okumalar sırasında dikkatimi toplayıp devam etme isteği uyanmaya başladı. Nihayet baştan okumaya karar verdim ve hiç ara vermeden çok kısa sürede bitirdim. Bu, genelde Mustafa Kutlu kitaplarında yaptığım bir şeydir. Yani kitaba başlarım ve bitince bırakırım. Bu sefer de böyle oldu. Kitabın etki alanına girmek çok kolay oluyor okumaya başlayacaklar için söylemeliyim. Büyücüler, cinler, olağanüstü güçler derken tarihin sarmalında kayboluyor ve Germiyan Sancağında kendinizi olayların

17 Nisan 2011

VER PARAMI

VER PARAMI

“En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim, hiç lafı dolandırmaya gerek yok.”
Bu tutumunun neye mal olacağını hesap edemedi. Karşısında kısa boylu, kel, yanık yüzlü, kılığı bozuk biri olması neyi değiştirirdi ki?
“En son söyleyeceğin şeyin bu olacağını nasıl biliyorsun?”
Tabi, mantık adamı doğrular. Mantığın alanını pek iplemeyen iri yarı, düzgün kılıklı, yeni tıraşlı adamın cevabını pek merak ettim doğrusu.
“Neyi en son söyleyeceğimi nereden biliyorum?”
Bana sorarsanız kırmızı yüzlü, kalantor adamımızın sorusunu toparlaması lazım. Aynı zamanda kafasını da zira, kafası karıştı. Gözünden başka parlak yeri olmayan adamımız soruyu anlıyor aslında. Anlaşılmayacak yeri var mı?
“En baştan söylediklerine bakarsak, en son söyleyeceklerini söylemiş bulunuyorsun. Konuşma burada

15 Nisan 2011

MAZİNİN SESİNİ DUYMAK

“MAZİNİN SESİNİ DUYMAK”
Muhteşem olan nedir biliyor musunuz?
Meşhur olup zirvelere çıkmak, her gün adından söz ettirmek değildir. Sahici bir iş yapmaktır, işini hakkıyla yapmaktır muhteşem olan.
İşinizi hakkıyla yaparsanız muhteşem şeyler ortaya çıkar.
Diğerleri alınmasınlar ama Ahmet Öztürk hocayı yaptığı muhteşem işten dolayı tebrik edeceğim. Ödevin ne olduğu, ne olması gerektiği, işini yapmanın ne anlama geldiği, öğretimin hangi seviyeye geldiği kendisinin yaptığı işten anlaşılıyor. Şöyle diyebiliriz, buradan bakılınca gayet basit bir iş çıkarmış. Olması gereken hatta herkesin yapabileceği bir iş… Ahmet Hocanın yaptığı iş tam da burada ihtişamını ortaya koyuyor. Edebiyattaki sehl-i mümteni gibi. Herkes basitçe yaparmış gibi görünüyor ama sadece gönül verenler, emek harcayanlar, ter dökenler başarabiliyorlar.

Edebya yeni yerinde

Yeni yerimize taşınıyoruz.
Ülkemiz interneti pek özgür olduğu için böyle dolaşıp duruyoruz, yapacak bir şey yok.
Bir iki güne tamamen taşınmış oluruz inş.
Şimdilik bazı eksiklikler olacaktır sitemizde, anlayışla karşılamanızı istirham ediyoruz.
15,04,2011